Özellikle
Albay Dursun Çiçek'in ıslak
imzasını taşıyan ve kamuoyunda 'kirli plan' olarak bilinen
belgeye yönelik ifadeler hukukçuların tepkisini çekti. Islak imzanın Çiçek'e ait olduğunu belgeleyen
Adli Tıp, Emniyet ve Jandarma kriminal
raporlarına rağmen bir de
parmak izi incelemesinin gündeme getirilmesi, hukukî
kaos endişelerine yol açtı. Mahkemelerde imzanın konu edildiği binlerce
davanın bulunduğunu ve
Adli Tıp raporlarıyla karar alındığını hatırlatan uzmanlar, Başbuğ'un getirdiği yaklaşımın sistemi çökerteceğine dikkat çekiyor. Adli Tıp'a her yıl ortalama 100 bine yakın dosyanın gönderildiği dikkate alındığında durumun vahameti gözler önüne seriliyor. Eski
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'ya göre, bugüne kadar belgeyi inceleyen kurumların raporları yeterli. Elden ele dolaşan belgede parmak izi aramanın anlamsız olduğunu dile getiren Fincancı, kurumlara güvenilmemesini kötü niyet göstergesi olarak değerlendiriyor.
Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Hamit Hancı da, fazla temasın evraktaki izleri yok edeceğini, belgenin iyi muhafaza edilmesi gerektiğini vurguluyor.
Adli Tıp Kurumu,
Türkiye'nin en köklü, gelişmiş ve birçok alanda
hizmet veren resmi bilirkişi kurumu. Adli Tıp, Türkiye'deki bütün adliyelere
sivil ve askeri yargı ayrımı yapmadan hizmet veriyor. 'Adli Tıp Kurumu Kanunu'na göre çalışan kurum, tıp alanıyla birlikte
Morg, Gözlem, Fizik, Kimya, Biyoloji ve Trafik' ihtisas daireleriyle
mahkeme ve savcılara
delil sağlıyor. Kurum, yargının yılda 100 bin talebine
cevap veriyor. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin 21 Ocak 2009 tarihli kararında, askerlik görevini yapan bir erin ölümüyle ilgili Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi'nin raporuna dayanarak Genel
kurmay hakkındaki maddi ve manevi tazminatını reddetmişti.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bu kararında en önemli delil olarak dayandığı Adli Tıp Kurumu raporuydu. Bugün ise Kurmay
Albay Dursun Çiçek imzalı '
İrtica ile Mücadele Eylem
Planı' belgesine ilişkin hukuki süreçte farklı bir tavır sergileniyor. Bugüne kadar askeri mahkemelerin binlerce davada 'ana delil' olarak kabul edip hüküm verdiği Adli Tıp Kurumu'nun raporunun,
Genelkurmay tarafından muteber görülmemesi çelişkiyi de net olarak ortaya koyuyor.
Dursun Çiçek imzalı 'Kaos Belgesi'ne ilişkin incelemede de böyle oldu.
Ergenekon şüphelisi
avukat Serdar Öztürk'ün ofisinde ele geçirildiği iddia edilen belgeye ilişkin önce Emniyet Kriminal, 'İmza Çiçek'in' dedi. Jandarma Kriminal ise 'Çiçek'in imzasına benziyor' ifadesini kullandı.
TÜBİTAK, ilk ele geçirilen belgedeki imzanın montaj olmadığını tespit etti. Islak imzalı orijinal belge ortaya çıkınca
savcılık dosyayı tüm raporlarla birlikte Adli Tıp Kurumu'na gönderdi. Fizik İhtisas Dairesi'nde yapılan incelemede belgedeki imzanın Dursun Çiçek'in eli ürünü olduğunu 4'e karşı 7 oyla tespit etti. Bu şekilde birçok kez yapılan inceleme ve alınan bilirkişi raporlarına rağmen Genelkurmay'ın belgeyi farklı yöntemlerle inceleme ısrarı devam ediyor. Genelkurmay'ın 'Kaos Planı'na ilişkin resmi bilirkişi kurumuna itibar etmemesi, askeri mahkemelerin kararlarıyla çelişkiye düştüğünü gösteriyor.
Hukukçular ve Adli Tıp uzmanları söz konusu tavrın kurumlar arası güveni zedelediğine dikkat çekiyor. Genelkurmay'ın yeni bir
soruşturma tavrının, bundan önce alınan ve binlerce davada ana delil olarak kullanılan raporları da tartışmalı hale getireceği aktarılıyor. Şebnem Korur Fincancı (TİHV Başkanı): "Tüm bugüne kadar belgeyi inceleyen kurumların incelemesi yeterli tabii ki. Eğer bir kaygı duyuyorlarsa daha ileri birtakım araştırmalar da yapılır. Ama ne kadar sonuca ulaşılır bilmiyorum. Bu belge elden ele dolaşmış durumda. 'Anlamlı parmak izi bulunabilir mi acaba?' diye sormak gerekiyor. Özellikle kriminal alanında çalışanlara bunu sormak lazım. Bu belge mahkeme mahkeme dolaşıyor, kurum kurum dolaşıyor. Bir sürü el değdi. Üzerindeki birtakım izlerin değişikliğe uğrama ve bozulma olasılığı çok yüksek. Öte yandan baktığımızda kurumlara güvenilmemesi gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da çok üzücü. Bu hiçbir şekilde güvenmiyoruz demektir. Bunu bir kötü niyet göstergesi olarak değerlendirmek lazım.
Güven bir
araç olarak kullanılıyor duygusu yaratıyor. Bu üzücü. Eğer biz bir hukuk devletinde yaşıyorsak sorumluların yargılanabilir olması lazımdır."
SON SÖZÜ ADLİ TIP KURUMU SÖYLER
Mizan Hukuk Derneği Başkanı Gökhan
Bozkurt: "Bu tip incelemelerde son sözü Adli Tıp Kurumu söyler. Dolayısıyla Adli Tıp Kurumu görüş bildirmişken bunun da ilerisine gidilerek parmak izi incelemesinin yapılmasının söylenmesini hukuken doğru bulmuyorum. Bu Adli Tıp Kurumu'na da güvensizlik itibarsızlığa sebep olur. Kaldı ki, parmak izi incelemesi neticesinde bu tip evraklar ileride güvenilirliği zedelenecek. Evrakın kendisi bu sefer tahrip olması sebebiyle imzanın
ıslak imza olması üzerindeki tereddütler daha çok artar."
Prof. Dr. Hamit Hancı (AÜ Adli Tıp Anab. Dalı Başkanı): "İmza olayı diğer inceleme yapılan konulara göre çok farklı bir olay. Bu tür incelemelerde genellikle birden fazla yere gönderiliyor imzalar. Polise giden,
jandarmaya veya Adli Tıp'a da gidiyor. Dışarıdan heyetler kurup onlara da gönderebiliyor. En çok
itiraz edilen, en çok tartışılan mahkemelerin kafasını karıştıran imza ve yazı incelemeleridir. İmzada bir yere kadar
elektronik cihazları kullanırsınız sonra kişinin gözü kararı verir. İnsan faktörü diğer incelemelere göre daha yüksektir. Sübjektivitesi yüksek olduğu için itirazlara çok açıktır. Ancak şunu söylemek gerekir; bu kadar kurcalanmış, incelenmiş bir kağıtta ne kadar parmak izi kalır onu da sormak lazım. 'Her temas bir iz bırakır' prensibi vardır. Fazla temas da evraktaki izleri yok eder. İyi muhafaza edilmiş olması lazım."
Bu tavır, hukukta kaosa neden olur
Sezgin Tanrıkulu (
Diyarbakır Barosu eski Başkanı): "Binlerce rapora nasıl güveneceğiz? Genelkurmay bu girişimiyle 'tuz kokmuş' demek istemektedir. 'Türkiye'de hiçbir kuruma güvenilmez. Adli Tıp'a, Jandarma Kriminal'e demektedir. Bu kurumların daha önce verdikleri raporlarla mahkûm olanları ve karar oluşma süreçlerini nasıl değerlendireceğiz? Bunların verdiği bugüne kadar binlerce rapor var mahkemelerce kabul edilmiş. Onlar ne olacak? Doğrusu Genelkurmay Başkanlığı'nın bu işte müdahil değil sorunu çözücü davranması lazım. Sorunu çözmek de bu işin varlığını kabul ederek buna uygun tutum almaktır. Bu tavır Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturmayı
erteleme ve soruşturma yapmama durumudur. İlgili kişi halen görevdedir ve bunların ne olduğu araştırılmıyor. Kamuoyuna yansımıyor. Yeni raporlar istenirken işin bu tarafı da erteleniyor."
Aydınları ikna edemedi
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un
Erzincan iddianamesinde '
terör örgütünde
yönetici olmakla' suçlanan 3.
Ordu Komutanı Saldıray Berk'in 'arkasında' olduklarını açıklaması aydınların da tepkisini çekti.
Milliyet Gazetesi yazarı
Derya Sazak, Başbuğ'un gazetelerde yayınlanan röportajlarındaki bazı sözlerinin
yargıya müdahale anlamına gelebileceğini yazdı. "Saldıray Berk'in ifadesi bu gidişle alınamayacaktır." diyen Sazak, "Genelkurmay başkanlarının sürekli demeç verme ihtiyacı duyduğu, manşetlerden inmediği Türkiye bu haliyle AB adaylığının uzağında 'üçüncü dünya ülkesi' görünümü çizmektedir. (...) Demokratik ülkelerde ordu bu denli ön plana çıkmaz." ifadelerini kullandı.
Star Gazetesi'nden
Mehmet Altan da köşesinde Genelkurmay Başkanı'nın bizzat soruşturmaya müdahale ettiğini yazdı. Başbuğ'un, Berk'in resmen avukatlığına soyunduğunu aktardı: "HSYK'nın elinde olanak var. O da Genelkurmay Başkanı ile
Kara Kuvvetleri Komutanı'nın alenen suç işleyerek yargıya müdahale etmelerini açıkça kınamak. (...) Askeriyenin bu açık ve ürkütücü tavrına da şiddetle tepki göstermeleri gerekmiyor mu?"
Mehmet Ali
Birand da köşesinde şu ifadeleri kullandı: "TSK (...) inandırıcı olmadı. (...) Kamuoyunun beklentisi, TSK'nın soruşturmalarını bir an önce bitirmesi ve kendi içini temizlediğini açıkça ortaya koymasıdır."
Taraf Gazetesi'nden
Yasemin Çongar ise köşesinde şunları yazdı: "Başbuğ, Berk'e telkin ve tavsiyede bulunmanın katbekat ötesinde bir iş yapıyor; yargıya müdahale ediyor, savcının karşısına dikiliyor, sanığın avukatlığını üstleniyor. Bu suçtur.
Ve
Hürriyet, dünkü manşetinde Başbuğ'un suçunu ifşa ediyor: 'Gerçeğin ve Saldıray Berk'in arkasındayız' Demek ki, 'Başhâkim' Başbuğ, gerçeği saptamıştır; sanığı dinlemiştir, kararını vermiştir; Erzurum'daki dava gereksizdir; hâkim fuzulidir; Berk'in beraati Başbuğ'un ağzından manşetten ilan edilmiştir." ZAMAN