CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal,
Türkiye'de bir siyasi partinin,
halktan önemli
destek almış, iktidarda da bulunan bir siyasi partinin kapatılması talebini haklı kılacak gerekçelerle
dava açılmış olmasını ''Demokrasi tökezlemesi'' olarak değerlendirerek, ''Bu tablo, bu
demokrasi tökezlemesi bizi derinden üzmüştür'' dedi.
Baykal, CHP
TBMM Grup Toplantısında,
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının,
AK Parti hakkında açtığı
kapatma davası değerlendirdi. ''Hiç kuşku yok, bu, çok önemli bir gelişmedir'' diyen Baykal, şöyle konuştu:
''Böyle bir tablonun ortaya çıkması hepimizi derinden üzmüştür. Türkiye'de bir siyasi partinin, halktan önemli destek almış, iktidarda da bulunan bir siyasi partinin kapatılması talebini haklı kılacak gerekçelerle yetkili Başsavcı tarafından kapatılması talebiyle
Anayasa Mahkemesine dava açılmış olması, hiç kuşku yok ki bir demokrasi tökezlemesidir. Böyle bir olaydan memnuniyet duymak mümkün değildir. Böyle bir olayı sevinçle karşılamak kesinlikle mümkün değildir. Bu hepimiz için derin bir üzüntü kaynağıdır. Demokrasilerde bir siyasi partinin kapatılması zorunluluğunun ortaya çıkması hepimiz için üzüntü vericidir.''
Bir siyasi partinin kapatılmasının ve siyasi
yasak getirilmesinin ne demek olduğunu bilen insanlar olduklarını ifade eden Baykal, ''Üstelik CHP'nin kapatılması için ortada ne başsavcı
iddianamesi, ne yargı süreci, ne de makul herhangi bir gerekçe söz konusu değildi. Sadece ihtilal yapmış 5 kişinin keyfi ve kişisel kararları ve tatminleriyle partimiz kapatılmıştır'' dedi.
Bu acıyı yaşadıklarını,
mahkeme önüne çıkamadan, suçlamaları dinleme ve
cevap verme fırsatını bulamadan, ''dediğim dedik'' anlayışı içinde tek taraflı bir emirnameyle partilerinin kapatıldığını anlatan Baykal, ''Biz, parti kapatılmasının ne demek olduğunu, o acıyı hepimiz çok iyi biliriz'' diye konuştu.
Baykal, ortada suç yokken, yolsuzluk, haksızlık ve
hukuksuzluk iddiası yokken, sadece ''Birileri uygun gördü'' diye, seçilmiş bazı kişilere
siyaset yapma yasağı getirilmesinin ne demek olduğunu da kendi yaşamlarından bildiklerini ifade ederek, ''O nedenle hiçbir siyasi partinin kapatılmasından mutluluk duymayız. Hiçbir siyasetçiye hak yasağı getirilmesinden sevinç duymayız. Bundan derin üzüntü duyuyorum. Bu üzüntümüzün ciddiyetini ve samimiyetini, herkesin çok iyi anlamasını istiyorum'' dedi.
''İNÖNÜ, İKTİDARI HALK OYUYLA KAYBETMEYİ ŞEREF SAYDI''
Üzüntülerinin kişisel deneyim ve duygularından kaynaklanmadığını anlatan Baykal, şöyle konuştu:
''Bu tablo, bu demokrasi tökezlemesi bizi derinden üzmüştür. Niçin üzmüştür? Çünkü, biz, çağdaş anlamda demokrasiyi, hukuka saygılı, anayasanın özünü kavramış, anayasanın ilkeleriyle uyumlu, insan haklarına saygılı, çağdaş bir demokrasiyi Türkiye'de yaşama geçirmek için yola çıkmış insanlarız. Siyasi mücadelemizin hedefinde bu var. 1950 yılında Genel Başkanımız İsmet
İnönü, Türkiye'de demokratik süreci harekete geçirmek için milli mücadeleyle geldiği iktidarı, halk oyuyla kaybetmeyi şeref saymıştır, bunu gerçekleştiren insandır.
Onun ve bütün CHP'lilerin de özlemi, Türkiye'de demokrasinin sağlıklı işlemesidir. Biz, kendimizin iktidarda olup olmasından daha çok, Türkiye'de demokrasinin ama yozlaşmış demokrasinin değil; gerçek demokrasinin, hukuka saygılı demokrasinin sağlıklı şekilde işleyip işlemediğine önem veririz. Eğer gerçek demokrasi sağlıklı şekilde işliyorsa, Türkiye'de bu bizim zaferimizdir. Bu bizim Türkiye'yi değiştirme, çağdaşlaştırma, demokrasiye
taşıma mücadelemizin başarıya ulaştığının bir ifadesidir. Bundan mutluluk duyarız. Son iddianameyle bir önemli siyasi partinin kapatılması talebinin resmen yapılır olması, bizi Türkiye'de demokrasiyi maalesef arzu ettiğimiz gibi rayına oturtamadığımızı, bir demokrasi sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından da ayrıca üzmüştür.''
HUKUK İLE SİYASET ÇATIŞMASI
Baykal,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AK Parti hakkında hazırladığı iddianamede, anayasal hukuk düzeni ile iktidarın
uygulamaları arasında çok derin çelişkiler olduğu, var olan hukuk sistemi karşısında iktidarın uygulamaların kabul edilemez bir noktaya geldiğinin hukuken tespit edildiğini savunarak, gereği yapılsın diye
Anayasa Mahkemesinin önüne konulduğunu söyledi. Ortaya bir çatışma çıktığını anlatan Baykal, şöyle devam etti:
''Hukukun kuralları ile siyasetin ortaya koyduğu sonucun birbiriyle çatışır durumda olduğu, en azından bu iddianamede kendisini gösteriyor. Bu iddianamenin yarın Anayasa Mahkemesi tarafından nasıl değerlendirileceğini bilmiyoruz. Ama böyle bir iddianamenin ciddi, sağlam delillerle, hukuki mülahazalarla hazırlanıp ortaya konulmuş olması, hukuk ile Yargıtay Başsavcılığının gözünde siyasetin ortaya koyduğu sonuç arasında bir çatışmanın, çelişkinin bulunduğunu bize gösteriyor.
Bu çelişkiyi, kimse çarpıtmasın. Bu çelişki, hukuk ile
milli irade çelişkisi değildir. Bu çelişki, hukuk ile demokrasi çelişkisi de değildir. O nedenle siyaset çelişkisi diyorum. Türkiye'deki siyasetin ortaya koyduğu sonuç ile hukukumuzun, anayasamızın talepleri arasında çok derin, ciddi bir çatışmanın bulunduğu, iddianamede kendisini gösteriyor. Bu üzüntü verici bir olaydır.''
Çatışmanın arkasında ne olduğuna bakmak gerektiğini ifade eden Baykal, ''Kimse bu çatışmayı hukuk, milli iradeye karşı diye çarpıtmaya kalkışmasın. Milli irade başka bir olay. Milli irade milletin tümümün ortak iradesi, çoğunluğun iradesi değil. Burada söz konusu olan siyasetin ortaya koyduğu bir parlamento çoğunluğunu yöneten kadronun siyasi uygulamaları ile Türkiye'de anayasamızın, hukukun talepleri arasında bir çelişki ortaya çıkmıştır. Üzüntü verici bir çelişkidir. Olmaması gerekir. Başka
ülkelerde olmuyor. Bizde olmuş...Ama bu, hukuk ile demokrasinin, hukuk ile milli iradenin çelişkisi değildir. Hukuk ile
seçim sonucunda ortaya çıkmış parlamento çoğunluğunu yöneten siyasi kadronun siyasi talepleri arasındaki çelişkidir.''
''SORUN KALKIYOR MU?''
Bu çelişkinin olmaması için savcının iddianame hazırlamamasını öneren bulunduğunu anımsatan Baykal, şöyle dedi:
''
Savcı böyle bir iddianame ortaya koymadığı zaman Türkiye'de demokrasi kurtuluyor mu? Sorun kalkıyor mu? Sorun bundan ibaretse, herhangi bir savcının kişisel, sübjektif duygularından, değerlerinden, anlayışından kaynaklanan; sevgilerinden, sempatilerinden, husumetlerinden, düşmanlıklarından kaynaklanan bir tablo varsa, o zaman Türkiye'de demokrasi sorunu yok. O sorunu çok kolay çözeriz. Bir başsavcının kendi kişisel kaprisiyle Türkiye'de demokrasi sorunu yaratması mümkün olur mu? Şu andaki tablo bu mu? Başsavcının kişiliğinden kaynaklanan bir olay mı karşı karşıyayız? Keşke öyle olsa. O zaman demokrasi sorunu olmaz. Hep beraber o savcının hakkından gelmenin yolunu buluruz.''
Olayın farklı olduğunu belirten Baykal, olay tarihi bir süreç içinde görüldüğü zaman manzaranın ortaya çıktığını söyledi. Baykal, ''Bu, bir değil, iki değil, üç değil... Dört bu, dört. Dördüncü kez, bu olayla karşı karşıyayız. Hangi savcının hatası?'' diye konuştu.
Baykal, ortada çok açık, objektif bir çatışma bulunduğunu savunarak, ''Çatışmanın bir tarafından bizim anayasamızın talepleri var. Çatışmanın öbür tarafında Türkiye siyasetin ortaya koyduğu bir siyasi partinin, bazen iktidarda bazen iktidarda değil, yönetimin uygulamaları, anlayışı, zihniyeti, faaliyetleri var. Bu ikisi çatışıyor birbiriyle'' dedi.
''Bu çatışmanın temelinde ne var?'' diye soran Baykal, ''Bu çatışmanın temelinde, anayasamızın dinin siyasette kullanılmasını yasaklayan anlayışı var. Laiklik değimiz bu. Dini, dince kutsal sayılan simgeleri, siyasette kullanmayı anayasamız, hukukumuz uygun görmüyor'' diye konuştu.
Bunun çok
doğal ve yaygın bir uygulama olmadığını, hele Türkiye'nin bir parçası olduğunu
İslam dünyasında böyle bir ilkeyi uygulayan başka bir ülke olmadığını anlatan Baykal, ama İslam dünyasında Türkiye'nin demokrasi düzeyine ulaşan başka bir ülke de olmadığını kaydetti. ''Niye acaba?'' diyen soran Baykal, ''Demokraside bugün geldiğimiz düzeye gelmemizi sağlayan temel ilkelerin başında, siyasetle inançları, dini birbirinden ayrı düşünmeyi talep eden bu anayasa anlayışımızın hiç mi katkısı, rolü yok?'' dedi.
''HUKUK KRİZİ DEĞİL''
Baykal, ''Canım, bu kadar önemli değil. Madem bu kadar ısrar var, kaldırıverelim bu ilkeyi...'' denildiğini de anımsatarak, şunları kaydetti:
''Bu
kriz, hukuk krizi değil. Bu, bizim anayasamızın temelindeki din ile siyaseti ayırmayı talep eden temel anlayışın, Türkiye'yi yönetenler tarafından hazmedilememiş olmasından, sindirilememiş olmasından kaynaklanan bir krizdir. Kaldırdığınız zaman ne olur? Bunu oraya koymuşlar. Koyanlar da 'şu ilke değiştirilemez ne olur, değiştirilmesini dahi
teklif etmeyin. Sakın ha, el atmayın buna' demişler. Hata mı yapmışlar? Bu olmasa, Türkiye bugünkü noktaya gelir miydi? Şimdi bunu kaldırırsak nereye gider, bunu bilen, bunun hesabını verebilecek olan, sorumluluğunu üstlenecek olan var mı? İnsanlar, olayın bu boyutunu görmemeye çalışıyorlar.''