Tek parti gömleği ve Baykal!
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi bürokratik oligarşi ile
halkın
iktidar mücadelesi şeklinde geçiyor.
Kurtuluş Savaşı’nı yöneten ve ardından cumhuriyeti kuran kadro, arzuladığı dönüşümü sağlayabilmek için tam hâkimiyetin kaçınılmazlığına inandı.
Adı cumhuriyet olan tek partili ve seçimlerin formaliteden ileri geçemediği, kendine özgü bir ‘otokrasi’ kuruldu. Türk toplumunu tepeden tırnağa yeniden şekillendirme faaliyeti, kurucu lider
Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında son sürat yapıldı. Onun ardından partinin v
e devletin başına geçen İsmet
İnönü, ülkeyi
İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutabildi. Yeniden şekillenen dünyada ABD’nin önderliğindeki Batı Blokunu seçti. Bu
tercihin içe dönük sonuçları hemen kendini hissettirdi. Çok partili ve serbest seçimli demokratik hayata geçildi. Ülkeyi 27 yıldır tek hâkim olarak yöneten bürokratik oligarşi, iktidarına halkı ortak etmek zorunda kaldı.
1950 seçimleri büyük bir değişimin habercisiydi. Halkı ilk defa dikkate alan ve onun hoşuna gidebilecek adımlar atan
CHP,
Demokrat Parti karşısında yenilgiden kurtulamamıştı. Dinî eğitim üzerindeki katı yasakçılığın gevşetilmesi ve imam hatip liseleri açılması seçmeni tatmin etmemişti. 1950, iktidar mücadelesinde milat oldu. Bürokrasinin, topluma şekil vermek ve iktidar alanını genişletmek adına yaptığı askerî darbeler bile halkın ilerleyişini engelleyemedi. 27
Mayıs 1960 darbesinde
Başbakan Adnan
Menderes’i iki bakanıyla birlikte idam eden cunta, yeni döneme ‘ikinci cumhuriyet’ adını verdi. Bürokrasinin
sivil siyasete müdahalesini kurumsallaştırabilmek için
Anayasa Mahkemesi kuruldu, parlamento iki parçalı hâle getirilerek
senato ihdas edildi. Bürokrasinin ataklarına halk, cevabını sandıkta verdi. Askerin
doğal müttefiki CHP, ilk seçimlerde birinci parti çıkmasına rağmen hükûmeti kuracak çoğunluğu elde edemedi. 1965’teki seçimlerde ise birinciliği Adalet Partisi’ne kaptırdı.
CHP ile
bürokrasi arasındaki ilişki çeşitli yalpalara rağmen devam etti. CHP, kendini devletin gerçek sahibi gibi sunmaya çalışsa da aslında sadece bir mutemetten ibaretti. Devlete sadakatini bozmayan ama esen rüzgârlarla birlikte halka doğru savrulan bir parti, CHP. 1965’te ‘ortanın solu’ etiketini uygun gördüğünde halka doğru mecburi adımlarından birini atmıştı. Ecevit’in önderliğindeki 70’li yıllar ve demokratik sol
açılımı devletle aradaki mesafenin biraz daha açılması demekti. Bunun cezasını 12
Eylül ihtilalinde imtiyazsızlık olarak gördü. Onlar da sağ siyasiler gibi Hamzakoy’a götürüldü, siyasi yasaklılar listesine alındı ve hepsinden önemlisi CHP kapatıldı. Yeniden açılma kararını diğer partilerle aynı zamanda elde edebildiler. MHP’nin devletle arasında kurduğu tek yönlü soyut aşk ilişkisi, CHP’de somut
işbirliği hâlinde hep devam etti. Devlet, CHP’ye ehven-i şer olarak baktı, illa birine güvenecekse onu tercih etti. CHP’de devletin kurucusu ve gerçek sahibi pozlarını bırakmak istemedi.
Ancak CHP şu anda yine tarihî bir dönemeçte. Devletin, iktidar bahşedici özelliğini kaybetmek üzere olduğunu anladı. Egemenliğin tek kaynağının halk iradesine bağlandığını tecrübeyle gördü. ‘Halkı yeniden keşfetti.’ CHP lideri
Deniz Baykal’ın çarşaf açılımı bu tartışmaları başlattı ve sürüklüyor.
Güneydoğu ve demokrasiyle ilgili adımlar da
sürpriz olmayacak. Yeni süreçle ilgili haklı şüpheler dile getiriliyor. Bunun gerçek bir nikâh mı yoksa asıl âşığına, devlete dönebilmek için bir hülle mi olduğu sorgulanıyor. Elimizde bir ‘niyetmetre’ olmadığına göre her değişim sözünü ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamak zorundayız. Bir göz işaretine kanmak da, hiçbir şey olmamış gibi davranmak da yanlış. CHP’ye değişme şansı tanımak zorundayız. Ama o da bilmeli ki
mavi boncukla vaziyeti
kurtarma devri çoktan geçti. Bakalım Baykal ‘tek parti gömleğini’ gerçekten çıkarabilecek mi?
BÜLENT KORUCU - AKSİYON