“Ağır bir laf olacak, ama maalesef gerçek” diye girdi söze
Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Prof. Dr.
Mehmet Bekaroğlu; “
Başbakanımızın
Peres’e kükremesinden ben de gurur duydum. Ama sadece
Gazze’de
katliam olmuyor. Yanıbaşında
Tuzla’da ölen 120
işçiyi nasıl görmezden gelirsin! Hangi vicdana sığar, ’Pi
yasa böyle deyip, sermayeden yana tavır almak?” diye soruyor
ve cidden ağır konuşuyor:
“Sayın Başbakan siz de işçi öldürmeyi iyi bilirsiniz, uyguladığınız neoliberal politikalara her gün Tuzla’da işçilerimiz kurban oluyor!”
Farklı bir ses, farklı bir duruş arıyorsanız bu yerel seçimlerde Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’na
kulak vermek gerek. Sanki bir sosyalist partinin lideriyle konuşur gibi hissediyorsunuz kendinizi. Hamaset yok, “Yapacağız, edeceğiz” gibi boş vaatler yok. Tümüyle insan vurgusu ve garibin hakkı üzerine kurulmuş bir
kampanya Bekaroğlu’nunki... Aslında çok da şaşırtıcı değil bu, onu tanıyanlar açısından. ’
Müslüman komünist’ diye tanımlamıştı Bekaroğlu’nu yıllar önce
Ahmet Hakan ve o bu tanımlamadan zerre kadar rahatsız değil. “Eğer ki” diyor, “İşçinin, ezilenin, sömürülenin hakkını korumaksa anlatılmak istenen, eyvallah!”
AKP’yi en çok tanıyan, belki de bu yüzden en ağır eleştirileri yapan da o. Birlikte çıktıkları bir yoldan öyle çok sapıldığını düşünüyor ki, can
yakmak için değil, ama içten şu sözler dökülüyor ağzından. “Başbakan imam hatiplidir, hafızdır,
Kuran’ı çok iyi bilir. Dönsün, tekrar okusun, ’Bir insanın haksız yere öldürülmesi, bütün insanlığın öldürülmesidir. Bin 300 insan Gazze’de, 1.5 milyon insan
Irak’ta, 120 işçi Tuzla’da katledildi. Başbakan, bir tek Gazze için ağladı! Irak’ta ölenler için tek bir laf çıkmadı ağzından. Çünkü öldüren büyüktü, ABD’ydi. Peki ya Tuzla’da ölenler? Sanki yokmuş gibi davranıyor. Çünkü onları da pek savunduğu
serbest piyasa öldürdü. Şimdi ben ’Başbakanım siz de işçileri öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz’ desem çok mu ağır bir şey söylemiş olurum. Elbette öldürmek değildir niyetleri. Ama siz her şeye parayla bak
arsanız bu sonuç çıkar” diyor.
‘DİNDARLAR DA DAĞITTI’
Konuştukça üzülüyor, üzüldükçe eleştirileri daha da keskinleşiyor. “Dindarım demek yetmez, dürüst de olmak gerek. Soruyorum
dindar işverenlere, ’Yanında çalıştırdığın işçiye 500 lira
maaş vermek hangi vicdana sığar? Sigortasını bile yaptırmayıp, nasıl rahat uyursun?’ Diyorlar ki; ’Ne yapalım, piyasa böyle!’ Dindarı da, dindar olmayanı da aynı şeyi savunuyor...” Dindarlık, dürüstlük, hakkaniyet adına yola çıkan bir partinin geldiği noktayı yine üç sözcükle özetliyor Bekaroğlu; “Sermayeden,
haramdan, yağmadan yana bir parti oldu AKP.
ANAP’tan hiçbir farkı kalmadı. Yolsuzluğuyla, talanıyla...
Milli Görüş’ün en etkin isimlerinden birisiniz. Sizce Erdoğan değişti mi?
Hem de nasıl! Tayyip Bey, 1994’te
Refah Partisi’nin belediye başkanıydı ve Milli Görüşçü’ydü, şimdi gömleği çıkardı. Milli Görüşçü’yken belediye duvarlarına ’
Rüşvet alan da, veren de melundur’ diye yazmıştı. Şimdi onların hepsi kalktı. Sokakta insanları çevirin, şunu duyacaksınız, ’Evet çaldıklarını biliyoruz ama iş de yapıyorlar.’ Şu anlayışa bakın! Ne
sakat bir anlayış. Ne yaparsanız yapın hırsızlığı, rüşveti tümüyle önleyemezsiniz. Ama asgariye indirmenin yolu
yönetim anlayışını değiştirmekten geçer. Biz saydam, denetlenebilir ve
hesap verebilir bir belediyecilik kuracağız. Bakın, bugün belediye imar komisyonu toplantıları ‘
kentsel dönüşüm’ diye kapalı kapılar arkasında yapılıyor. Siz
Boğaz Köprüsü’nün nereden geçeceğini biliyor musunuz?
Hayır...
Ben de bilmiyorum, ama bir kısım insan biliyor, Boğaz’ın tepelerinde arsa kapatıyor. Arsa yağmacılığının, arsa rantçılığının adı kentsel dönüşüm oldu. Kimin adına, hangi imar değişiklikleri yapılıyor bilinmiyor. Geliyorlar, bir arsaya o günün değerinden biraz fazla veriyorlar alıyorlar senden. Sonra bir imar değişikliği yapıyorlar, 5 liraya aldıkları arsa 100 lira oluyor. Bu nasıl bir insanlık, bu nasıl bir Müslümanlık, bu nasıl bir hukuk anlayışı? Ne
Allah’tan korkuyorlar, ne kuldan utanıyorlar.
AKP’lileri değiştiren
koltuk mu oldu?
Evet... Niyetlerini, kalplerini Allah bilir. Ama geldikten sonra yaptıkları ortada. Bakın, AKP zamanında
CHP’nin de desteğiyle bir yasa çıkarıldı. Bu yasayla belediyelerin denetimi, belediye başkanının atayacağı 20 kişiye verildi. Topbaş, bu 20 kişinin yaklaşık 10’unu atadı. ‘Sizi atıyorum, beni denetleyin’ diye. Böyle saçmalık olur mu? Böyle
hırsızlık önlenir mi? Hırsızlığı önlemek merkezi hükümetin işidir, bunun için de
kanun çıkması gerekiyor. Denetçiler de
halk tarafından seçilmeli. Sistemi değiştireceksiniz, bunları önleyeceksiniz... Ama Erdoğan ve arkadaşları çok değiştiler. Ben psikiyatristim ve bu süreci içinde yaşadım. Nasıl değiştiler Milli Görüşçüler?
Türkiye’nin dindar, dürüst, ahlaklı oldukları için seçtiği, kendileri gelince her şeyi daha güzel yapacağını iddia eden bu insanlar nasıl değişti size söyleyeyim; para ve imkanlarla yüzleşince değiştiler. Para ve parayı kazanma şekli nasıl tüketileceğini de dayatıyor. Dindar olmayan ve haram yollarla para kazanan insan, gider 5 yıldızlı
otellere, yer, içer, gezer, böyle yaşar. Dindarlar da dağıttı, aynen öyle yaşamaya başladı. Türkiye’de 10 sene önce bir tane olan 5 yıldızlı mesture otel sayısı 40’a çıktı.
Mesture otel nedir?
Mesture ‘kapalı’ demek. İçki verilmeyen, kadın-erkek havuzları ayrı olan ama israfın sonuna kadar olduğu oteller oluştu. Başörtülü kadınlar gidiyor. Bugün iki tip başörtülü kadın var. Bir yanda
toplum yoksullaştıkça, yoksullaşan başörtülüler, diğer yanda da adaletsiz toplum
sistemi devam ettikçe zenginleşen, ciplere
terfi eden, 5 yıldızlı otellerde
tatil yapan başörtülüler var. Türkiye, çok ciddi bir toplumsal yarılma yaşadı. Bunu dindar kesimler de yaşadı. Şu manzarayı her gün görebilirsiniz. Durakta eski pardösüsüyle
otobüs bekleyen başörtülü kadınla, hemen önünden ciple geçen bir başka başörtülü kadın... Bu müthiş bir çelişkidir. Türkiye’deki değişimin de çok net göstergesidir.
‘AKP, ANAP’LAŞTI!’
Bunu yapan AKP hükümeti mi?
Evet. Bu AKP zamanında oldu. Başka bir şey söyleyeyim, nasıl değiştiler diye soruyorsunuz, 28
Şubat öyle bir geldi ki bu kesimin üzerine, bu iç denetimi ortadan kaldıracak o kadar büyük baskılar oldu ki, bu mütedeyyin kesim, çok partili demokratik sisteme geçilmesiyle, 1950’lerden itibaren elde etmiş olduğu kazanımları, okulları, yurtları, kursları hepsini kaybedeceğiz korkusuna kapıldı. 28 Şubat’ta kasabından
holding sahibine, memurundan işçisine ekmeğini kaybeden, tedirgin olan binlerce insan vardı. Onbinlerce
kız çocuğu okullarına gidemediler. İnsanlar müthiş bir yok oluyoruz korkusuna kapıldı. O zaman Erdoğan ve arkadaşları ’Yenilikçiler’ adı altında ‘değişerek ayakta kalabilirsiniz’ mesajı verdi. İşte AKP böyle kuruldu. Yanlış bir şeydi. Refah Partisi demokratikleşsin denmedi. ‘Modernleşin, bizim gibi olun’ istendi. Onlar da öyle oldular. Hırsızlığı Türkiye’de AKP başlatmadı.
Anadolu’da AKP için ne diyorlar şimdi biliyor musun? ANAP’laştı. Niye ANAP’laştı? Çünkü aynen onlar gibi, o dönemlerdeki gibi çalıyorlar. Bugün artık dindar patronlarla dindar olmayan patronlar maalesef çok farklı şekilde yaşamıyorlar. Dindar bir arkadaşımla konuşuyorum. ’Ya, bu adamlar günde 10 saat çalışıyor, nasıl 500 lira verirsin, sigortasını da yapmıyorsun?’ diyorum. ’O kadar çok adam var ki, piyasa böyle’ diyor. Dindar olmayan da aynı şeyi söylüyor ve yapıyor, ’
Piyasa böyle.’ Halbuki dindar insanın hak anlayışı olması gerekiyor.
Hadis var, ’Alnının teri kurumadan hakkını veriniz’ diye... Hak nasıl olur? Piyasa böyle diye 500 liraya insanları çalıştıracak mısınız? Ama işte Tuzla’da çalıştırıyorlar. Sigortasını yapmıyorlar,
taşeron sistem uyguluyorlar. Dindar olmaları, Umre’ye, Hacca gitmeleri, haksızlık yapmalarına, ’Ücretleri piyasa belirler’ deyip insanları ezmelerine, emeklerini sömürmelerine engel olmuyor. Oysa engellemeli. Vicdanları olmalı. Ama o işlerin de vicdana bırakılmaması, hukuku olması gerekiyor. Ama maalesef AKP bütün hukuku sermayeye göre düzenliyor.
Halka dağıtılan erzak, kömür için ne düşünüyorsunuz?
Kömür dağıtmak kadar ayıp hiçbir şey yok. Hükümeti sadaka veriyor diye suçluyorlar. Tayyip Bey de, ’Ne olmuş, sadaka bizim kültürümüzde var’ diyor. Doğru söylemiyor. Sadaka insandan insana verilir. Devlet, insana sadaka vermez. Bu ülkede yaşayan herkesin onuru kırılmadan çoluk çocuğunun rızkını karşılayabileceği iş ortamlarının oluşturulması için çalışır. Oysa siz uyguladığınız politikalarla insanları perişan ettiniz, 2001
krizinden bu yana milyonlarca insan işsiz kaldı. IMF’nin dayatmasıyla aldığınız kararlardan dolayı pancardan, ayçiçeğinden, çaydan, fındıktan geçinemeyenler hep
büyükşehirlere göçtü. Siz de aç, perişan insanları
köle işçi olarak çalıştırıyorsunuz Tuzla tersanelerinde. Can pazarlarında çalıştırıyorsunuz, aç bırakıyorsunuz. Bütün bu kaynakları çokuluslu şirketlere peşkeş çekiyorsunuz, ondan sonra insanlara erzak paketleri gönderiyorsunuz. Bir
baba düşünün, utancından erzak kuyruğuna gidemiyor, karısını gönderiyor. Bu adam nasıl bir baba olur? Çoluk çocuğunun ekmeğini kazanamıyor, getiremiyor, dileniyor, kuyruklara giriyor. Lütfen empati kurun. İnsanlarımızı bu hale düşüren bu arkadaşlara yazıklar olsun! Gazze için ağlıyorlar. Hepimiz ağlıyoruz. Ama bu tabloya ağlamıyorlar.
Gazze demişken, Başbakan’ın
Davos’taki tavrı için ne diyorsunuz?
Gerçekten yıllardan beri ezilen, horlanan bir ülkenin çocuğu olarak Başbakanımızın Davos’taki kükremesi çok hoşuma gitti. Peres’e, ’Siz çocukları öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz’ demekte haklıydı. Ama yanıbaşında, Tuzla’da da parayla alınacak tedbirleri almadıkları için insanlar ölüyor. İşte 120’nci işçi de öldü. Şimdi ben de ’Sayın Başbakan siz de işçileri öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz’ desem çok mu ağır bir şey söylemiş olurum. Ama maalesef doğru. Elbette öldürmek değildir niyetleri. Ama siz her şeye parayla bakarsanız, İstanbul’u ahlakın, insanlığın, vicdanın, kültürün başkenti değil de
finans başkenti yapacağım derseniz bu sonuç çıkar. Para gerekiyor, kriz var, maliyetleri düşürmemiz,
rekabet etmemiz gerekiyor diyorlar, öyle mi? İşte buyrun, 120’nci işçi de göz göre göre öldü. Araştırdık, 40 küsur tersaneden sadece 19’unun ruhsatı var. Onlar da tartışılır. Gerekli tedbirleri almadan çalışıyor tersaneler. İşçiler de bir bir ölüyor. Tayyip Bey, çok inandığı kutsal kitabımızı, Kuran’ı Kerim’i açıp okusun, imam hatip mezunudur, hafızdır bilir, bir insanın haksız yere öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesidir. Bakın bin 300 kişi Gazze’de, 120 kişi Tuzla’da, 1,5 milyon kişi Irak’ta öldü. Erdoğan, Irak’ta ölen 1,5 milyon insan için hiçbir şey diyemedi. Çünkü öldüren büyüktü,
Amerika’ydı. Tuzla’ya da hiçbir şey demiyor. Ama biz Saadet Partisi olarak artık ’Kral çıplak arkadaşım’diyeceğiz!
MİNE ŞENOCAKLI-VATAN