'Tatil güncesi' meselesi
Memleket mesele kaynarken salt kendi meselesinin peşine düşmek ve dünya alem kendisini konuşuyormuş gibi davranmak ancak haftanın her günü yazan köşe yazarları açısından hoş görülebilecek bir şeydir.
Lakin, memleket mesele kaynarken,
Hürriyet, benim günler önce
Radikal Cumartesi ekine yazdığım bir '
tatil' yazısını sürmanşetten verdiğine göre, üstelik yazıyı uslu uslu, güzel güzel alıntılamak yerine, bir hayli hoyrat davranıp garip başlıklar-ara başlıklar attığına göre, sözgelimi orijinal başlıktaki 'tatil' kelimesini buna oranla müstehcen bir kelime olan 'plaj' kelimesi ile değiştirmek gibi şeyler yaptığına göre, yazıyı bölüp, parçalayıp, kesip 'sudan erkek çıktı' gibi başında bir 'aboooovvv!' eki eksik olan anlamsız yönlendirmelerle sunduğuna göre, bu durum da beni bir hayli gerdiğine göre, birkaç kelam etmem hoş görülebilir sanırım.
Bir yazının alıntılanması 'bütünlüğü bozulmadığı sürece' iyi bir şeydir. Akışı kronolojik olarak tasarlanmış olan otobiyografik bir anlatının kutulara ayrılıp parçalanılarak verilmesi, bunun yazara yapacağı zararı hiç düşünmemek demektir. Bunu anlamam mümkün değil.
Ben örtülü kadınların denizden, suya girmekten, kulaç atmaktan nasıl soğuduğunu/soğutulduğunu bittecrübe sabittir vurgusuyla, hakiki deneyimlerin içinden süzülen bir yazı ile anlatmak istedim ve bunu gerçek kesitler üzerinden yapmış olmak da hâlâ arkasında durduğum bir
tercih. Radikal Cumartesi ekinin editörleri de,
tebrik edilmesi gereken bir dikkat ve hassasiyetle sundular yazıyı.
Zarf-mazruf ilişkisini takdir ederken hata yapmadığımı kanıtladılar. Fakat 18.8.2007'de Hürriyet'in basılı nüshasında gördüğüm şey, gerçeği alınıp kesiti bırakılmış bir şeydi. Kollarımı kesmişim de vitrine koymuşum gibi.
Mahremiyeti kaşıyarak ilgi uyandırmaya çalışan yayıncılık anlayışını hoş bulmuyorum. Tıpkı '
yaşam alanından' aktarılan her detayı 'kendi mahremiyetine kurşun sıkmak' olarak gören aşırı muhafazakar bakış açısını hoş bulmadığım gibi.
Örtmeye, örtünmeye ilişkin bir duyarlılıkla dünyevi bir hevesin kesişme noktalarında yaşanan zorlukları ve örtünme algısının dönüşümünü anlatmak için seçtiğim bu yol, hadiseyi içeriden yaşayan birçok kişiden olumlu tepkiler aldı. Ancak kimileri tarafından da mahrem bir alanı teşhir etmek olarak değerlendirildi. Bir yazarın, tüm ülkeyi gerdiği iddia edilen başörtüsü yasaklarını ve örtünmenin İslami kesimin dünyevileşme meselesi içinde nasıl bir yere oturduğunu 'tatil'i vesile kılarak ve içinden geçtiği deneyimler eşliğinde aktarmasında, şahsen hiçbir sakınca göremiyorum. Özel alanı bu kadar geniş yorumlamak ile kamusal alanı geniş yorumlamak arasında da, sonuçları açısından çok fazla fark olmadığını hatırlatmak isterim.
Son olarak, benim 'denizden vazgeçiyor olmam' üzerine bir ego patlaması yaşayıp nasıl haklı çıktığını anlatan Ahmet Hakan'a katılmadığımı da belirtmek isterim. Konu üzerine 19.8.2007'de Hürriyet'teki köşesinde bir yazı kaleme alan, denizi ve dindarca kaygıları bir arada yaşama çabasını 'zavallı Nihal', '
nazlı Nihal' gibi ifadelerle karşılamayı tercih eden Ahmet Hakan'ın üslubunu fazlasıyla yadırgadım. Doğrudur, yıllar önce 'denize de girmeyiverin' önerisine, 'sakallı' bir adama verilmeyecek bir tepkiyle karşılık vermiştim. Ama bu tepki 'şifahi' idi, yazıyla verilmiş bir tepki değildi.
Birileri 'denize girmek' üzerine dînî sınırlara uygun olmayan bir kültür inşa etti diye, biz de ilanihaye denizi o kültüre yapışık olarak göreceğiz diye bir kaide yok. Sorun 'özel alanına' bu kadar düşkün olan bir kesimin denize girme konusunda kendine özgü-özel bir kültür geliştirememiş olmasıdır. Örtülü kadınların ve hassasiyet sahibi açık kadınların denize girebileceği sade ve özel konseptlerin oluşturulmasını dilemek bir zavallılık değildir. 'Bu kadar sorun varken bir de bununla uğraşmayalım' demeyi anlayabilirim; ama denizle örtülü kadın arasına ontolojik bir mesafe yerleştirmenin, 'ayrımcılık' denizlerine yelken açmaktan hiçbir farkı yok bana göre.
ZAMAN