Yanıltıcı haberlerin önüne geçmek için öncelikle şunu hatırlatmak lazım, dinleyen de karar veren de müfettişler değil. Müfettişlerin talebi üzerine sadece yetkili mahkemeler bu kararı verebiliyor. Kendi yetkili hâkiminin verdiği karara güvenmeyen bir
yüksek yargı sistemine sahibiz.
Yargıtay ve
Danıştay, hâkim kararıyla yapılan işlemleri illegal vukuatlardan bile aşağıda görme eğiliminde.
Dinleme konusunda geldiğimiz nokta maalesef budur.
Altını çizmek istediğim diğer önemli husus
bakanlık müfettişlerinin konumu. Öyle bir hava estiriliyor ki, müfettişlerin
AK Parti ilçe teşkilatlarından seçildiğini sanıyorsunuz. Kanun şöyle diyor: "Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve
savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile
adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatleri alınarak atanır." Demek ki neymiş, müfettişler aslında belli kıdemi olan hâkim ve savcılarmış.
Gelelim müfettişlerin sistem içindeki yerine. 1982
Anayasası, adliyenin denetim mekanizmasını tamamen müfettişler üzerine kurmuş. Bu beğenilmeyebilir, eleştirilebilir. Ancak Anayasa'nın 144. maddesi ve ilgili 2802 sayılı
Hâkimler
Savcılar Kanunu bunu emrediyor. Yani değişene kadar uygulamak zorundasınız. 144. madde şunları ihtiva ediyor: "Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve
soruşturma,
Adalet Bakanlığı'nın izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır.
Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir." Kanun da, muhakkik kullanımını yani soruşturulandan daha kıdemli hâkim ve savcı istihdamını anlatırken 'müfettişlerin 101. maddedeki yetkilerine haizdirler' şeklinde atıf yaparak aslolanın müfettişlik olduğunu gözümüze sokuyor. 101. madde ise
arama, istinabe ve yeminle dinleme gibi bütün araçları kullanabileceğini hükme bağlıyor. Zaten soruşturma yapar ifadesi içine CMK'daki bütün soruşturma araçları otomatikman girer.
Daire, Adalet Bakanlığı'nın bu konuda yönetmelikle
düzenleme yapma yetkisi bulunmadığını,
kanun çıkarmak gerektiğini ileri sürüyor. İletişimin takibi
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun konusu. 135. maddede hangi durumlar ve hangi suçlarla ilgili bu kararın alınabileceği sıralanıyor. Kanun önünde eşitlik prensibi gereği kimlere uygulanacağı gibi bir durum
doğal olarak yok. Yani herkese uygulanabilir. Hâkim ve savcıların soruşturma ve kovuşturmaları konumları gereği bir prosedüre bağlanmış. Bakanlıktan izin alınması, bakanlık müfettişlerinin eliyle yapılması onlar lehine yapılmış zorlaştırmalar. Ötesindeki talepler günahsız
sınıf tezini kabullenmemize yol açar. Onun yüzyıllar öncesinde kaldığını sanıyoruz. Emniyet genel müdür yardımcılarının tutuklandığı, Genelkurmay'ın en hassas biriminde yargıçların arama yaptığı bir dönemde, söz konusu imtiyaz talebini izah etmek mümkün değil.
Mevzuat hiyerarşisindeki uyumu da belirginleştirmek lazım. Kanunun anayasaya uygunluğu bire bir aynı kelimelerle yer alması demek değil. O zaman kanunlar adedince maddesi olan yüz binlerce sayfalık anayasa gerekirdi.
Tüzük ve yönetmeliklerin de kanunlarda aynen zikredilmesini beklemek de aynı kapıya çıkar. O zaman adı anayasa olan ama bütün ihtiyaçları gideren milyonlarca sayfalık bir metin oluşturmaktan başka çaremiz kalmaz. Anayasa, Hâkimler Savcılar Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu ortadayken, Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararı çok anlamlı görünmüyor.
BÜLENT KORUCU-ZAMAN