Mecidiyeköy bombacısının
babası Fevzi
Öztürk, tarifsiz acısını
Aksiyon’a anlattı.
Şubat 1916: Ruslar Doğu
Anadolu’nun önemli bir kısmını işgal etmiş,
Müslüman halka türlü türlü eziyetler yapıyor.
Kars’ın kara talihi kolay kolay bitmeyecektir, şehrin düşman işgalinden kurutuluşu 1920 yılında mümkün olacaktır. İşte bu sıkıntılı işgal günlerinden birinde
Sarıkamış’ta
ölüm döşeğindeki bir baba
küçük oğluna vasiyet etmektedir: “Oğlum, bizler göremeyiz; ama bir gün Türkler bu toprakları tekrar geri alır. O zaman mezarımın başına gelin ve üç defa Türkler geldi diye bağırarak bana müjdeyi verin. Dünyada gün yüzü görmedik, bari toprağın altında rahat yatalım.”
Gün gelir Ruslar Kars’tan kovulur ve
Mehmetçik şehri geri alır. Küçük çocuk da gereğini yapar. Babasının mezarının başına gider ve üç defa haykırarak “Türklerin geldiğini” haber verir toprağın altındaki babasına.
Aralık 2007: Babasına müjdeyi vermesinin üzerinden yıllar geçer, küçük çocuk büyüyüp 90 yaşına merdiven dayamıştır artık. Aile artık
Erzurum’un Horasan ilçesinde yaşamaktadır. Ansızın polisler
yaşlı adamın köydeki evinin kapısını çalar: “Oğlun için geldik.
İstanbul’da yakalandı.”
Bu hikâye Erzurum’un Horasan ilçesinin bir köyünde mütevazı bir hayat yaşayan Fevzi Öztürk’e ait. Fevzi
dedenin ibretlik hayatını daha da önemli kılan,
eylem yapmak üzereyken son anda yakalanan Mecidiyeköy
bombacısı Bülent Öztürk’ün babası olması.
MİSAFİR GİBİ KARŞILANDI
Vatanına âşık bir dedenin torunu ve böylesine bir babanın oğlu olan Bülent Öztürk,
genç yaşta
terör örgütüne katılıp evini terk eder. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Fevzi Öztürk, oğlunun
PKK’ya katıldığını öğrenir. Bir babanın yıkıldığı andır bu. Baba Öztürk her şeye rağmen acısını içine atmaya gayret eder. Ta ki polisler “oğlun yakalandı” haberini verene kadar: “Beş yıldır kendisinden haber almamıştık. Cesedini teslim edecekler, onun için arıyorlar diye düşündüm. Horasan’daki amir bey sağ olsun, beni alıp konuştu. Oğlumun İstanbul’da yakalandığını söyledi. Baba yüreği işte, yaşıyor olduğuna çok sevindim. Yıllardır görmemişim, merak ediyorum nasıldır diye ama cebimde beş
kuruş para yok ki İstanbul’a gideyim. İsmini hiç unutmayacağım Ahmet Bey biletimi aldı, cebime de
harçlık koyup beni İstanbul’a gönderdi. Seni orada arkadaşlar karşılayacak dedi.”
Fevzi dede, üzerinde düzgün bir pardösüsü olmadan, ayağındaki kara lastiklerle İstanbul’a ulaşır. Burada acılı babayı
İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli polisler karşılar. Fevzi Öztürk bu olay karşısında çok etkilenir; zira evladından görmediğini devlet memurlarından görüyordur: “Bana oğlumun bombalı eylem yaparken yakalandığını söylememişlerdi. Gelen memurlar da söylemediler. Bir
misafirlerini karşılar gibi karşıladılar, hâlimi hatırımı sordular.”
BEN NEYE YANAYIM Kİ?
Terörle mücadele şubesinde kısa bir sohbetten sonra önce Fevzi dedeye yemek ve çay ikram edilir. Ardından oğlunun Mecidiyeköy’de bombalı eylem yapma hazırlığı yaparken yakalandığı anlatılır. O sırada oturduğu yerden fırlayan baba “Bir insanın kalbinde zerre kadar iman varsa bu ülkeye
ihanet etmez.” der. Bu sırada, orada bulunan memurlar böyle bir baba karşısında duygulanarak elini öpüp onu sakinleştirirler.
Fevzi Öztürk bu haberi duyduktan sonra içine düştüğü duyguları şöyle anlatıyor: “Oğlum Mecidiyeköy’e bomba koyarken yakalanmış. İnsanların karınca gibi yoğun olduğu bir yere bomba koyan kişi benim oğlummuş. Yüreğim yandı. Başımdan kaynar sular döküldü. İçimde bir
bıçak darbesi sanki kalbimi kesti. O kişinin benim oğlum olduğuna mı yanayım, benden olan oğlumun masum insanları katledecek kadar canileşmiş olmasına mı yanayım, yoksa böyle birinin babası olmama rağmen beni misafirmişim gibi karşılayan insanların karşısına bombacı babası olarak geldiğime mi yanayım. Birçok duyguyu bir arada yaşadım.”
Fevzi Öztürk bu duyguları yaşarken kısa süre sonra oğlu karşısına çıkarılır. Bombacı Bülent Öztürk babasına saldırmak ister: “Sen hainsin. Seni baba olarak kabul etmiyorum.” Son darbe bir kez daha oğlundan gelmiştir. Bu sözler, Fevzi dedeyi derinden üzer; acılı baba sendelemeye başlayıp tam yere düşecekken polis memurları onu tutup sakinleştirmeye başlar. Fevzi Öztürk o ânı şöyle anlatıyor: “Oğlum maymuna dönmüştü. Ben şaşmış kalmıştım. O an, bir babanın bittiği andı. O an, bir
ailenin yıkıldığı andı. O an, insanlığın öldüğü andı. Karşımdaki benim oğlum değil, teröristlerin zehirlediği bir mahlûktu. Kime ne söyleyeyim, kime ne diyeyim; ama oğlumu bu hâle getirenleri bir bulsam…”
Bin yıldır bu topraklarda herkesin kardeşçe yaşadığını anlatan Fevzi dede, birbirine düşmanlık yapanların bu ülkenin insanı olmayacağını söylüyor: “Ayrı-gayrı bilmeden yaşamışız. Dinimiz bir, vatanımız bir, toprağımız bir. Yaşım geçmiş, bir ayağım çukurda, ha bugün ha yarın öleceğim. Benim evladım gibi daha nice çocukları böyle hainleştirenlerin yakasında olacak iki elim.”
Acısını yüreğine gömerek, “vatan sağ olsun” diyen Fevzi Öztürk’ü terör masasında görevli memurlar aralarında para toplayıp üstüne bir pardösü, ayağına bir bot ve
uçak biletini alıp havaalanında ellerini öperek yolcu ederler.
Hayatında ilk kez bot giyen dede, bu ânı anlatırken gözlerinden yaşlar boşalıyor: “Ben maalesef bir caninin babasıyım; ama polis beni misafirmişim gibi karşıladı. Bu yaşıma geldim, hiç uçağa binmemiştim; bana
uçak bileti aldılar, cebime harçlık koyup Erzurum’a gönderdiler. Uçakta gözyaşları içinde
Türkiye’yi izledim. Bu
cennet vatana ihanet edilir mi diye inledim durdum.”
AKSİYON