Hürriyet'ten bir günde iki sansür itirafı...
Aman
Allah’ım, insanlar bu kadar da mı acze düşebilirler.. Bu kadar da mı utanç dolu tavır sergileyebilirler? Allah kimseyi, Hürriyet’teki arkadaşların durumuna düşürmesin! Genel yayın yönetmenleri yazıyor: “Bize de geldi o resimler, yayınlamama kararı aldık!”
İyi halt ettiniz. Utanmadan bir de söylüyorsunuz!
Allah, işte böyle konuşturuyor insanları!..
Bu vesile ile, biz de tesbitimizi yapalım: Demek ki sayın Hürriyet okuyucuları.. Sizin gazetenizde okuduğunuz haberler, aslında
Ertuğrul Özkök’ün “yayınlanabilir” havalesi yaptığı haberlerdir.
Demek ki bir de; Özkök’ün “yayınlamama, halktan gizleme, okuyucudan saklama kararı aldığı” haberler vardır. Ve o haberler, 500 bin Hürriyet okuyucusunun ruhu bile duymadan, kullanılmayıp, çekmeceye konulmaktadır!..
Bu gerçeği, bir kenara büyük harflerle yazın. Sansürcü kafayı, büyük puntolarla hafızanıza nakşedin.
Unutmayın, unutturmayın; “Hürriyet tüm haberleri değil, işine gelen haberleri yayınlar!”
Bu bir!
İki; bu sansürcü kafalar,
kendilerinin gizlemek istedikleri haberleri yayınlayan gerçek gazetecileri/halkın haber alma hakkı çerçevesinde cesur ve dürüst gazetecilik yapanları da, suçlu gibi gösterirler!..
Nasıl?
“Yayınlamama kararı aldığımız o resim, aslında gayet normal bir resimdir. Haber değeri olmadığı halde, birilerine zarar vermek için yayınlanmıştır” diyerek..
Neymiş normal olan resim?
Kendilerinin uzun uzun görüşüp; “yayınlarsak patron zarar görür” diye karara varıp, sonuçta “Yayınlanmasın, çekmeceye atılsın” dedikleri, halktan gizlemek için özel çaba sarfettikleri bir resim.. “Ağlama Duvarı’na gidip, orada musevilerin dini ritüellerini icra eden üst düzey bürokratı görüntüleyen” resimler..
Dikkat buyrun, Ağlama Duvarı’nın bulunduğu mahalle gidip, orada kültürel bir gözlemde bulunmakla ilgili olarak, hiç kimseye, hiç kimsenin bir
eleştiri getirdiği yok. Resimi; haber yaptıran unsur; elin duvara dayandığı görüntü!
Bir hatırlatma: 1997’de
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı, aynı yere gitmiş, başına bere takması istendiği için, Ağlama Duvarı’nın bulunduğu mahalle girmemiş! Karadayı ne düşünmüş bilemem. Ama ben, Karadayı’nın hassasiyet gösterdiği konunun,
İlker Başbuğ örneğinde, başa takılan
şapka ile aşılabileceğini düşünüyorum. Bu çerçevede Başbuğ’un başına taktığı şapkaya
itiraz etmiyorum.. Ama lütfen, musevinin yaptığı gibi, eli duvara koymak da ne oluyor? Dahası, o fötrlü musevi ile verilen görüntü?
Bürokratımız çıkıp söylesin,
Türkiye’deki binlerce camiden hangisinde, cami cemaatinden sakallı birisi ile benzer fotoğrafı var? Tarihi camilerden hangisini ziyaret edip, cemaatten birisi ile benzer bir fotoğraf çektirmiş?
Bürokrat kendini savunamıyor, iş genel yayın yönetmenine düşüyor.. O da, kendisini akıllı, cümle alemi aptal sanıyor olmalı ki,
ibadet anlamındaki hareketlerin tekrarlanması ile, bir ibadet mahalline turistik amaçlı ziyareti birbirine karıştırarak takdim ediyor.
Bu konudaki son cümlemizi söyleyip, noktayı koyalım: “Mescid-i
Aksa’ya gidip etrafa bakmakla, Ağlama Duvarı’na gidip el sürmek aynı şeyler değil beyim. Birisinde etrafa bakıyorsun, diğerinde oradakilerin yaptığını yapıyorsun.”
Özkök’ün hem sansürcülük yapıp, hem de üste çıkma girişimi bununla kalsa yine iyi..
Alın size, “devlet gazetesi”nden bir sansür haberi daha!
Hürriyet gazetesinden
Enis Berberoğlu yazıyor..
Anayasa Mahkemesi
Başkanvekili Osman
Paksüt’ün,
Kara Kuvvetleri Komutanı
İlker Başbuğ ile görüştüğü haberinin kendilerine de geldiğini, Paksüt’ü aradıklarını, ancak inkar edildiğini söylüyor.
Ve sonuçta da, Hürriyet o haberi de okuyucuya değil, çekmeceye göndermiş!
Taraf gazetesinde yayınlandıktan sonra, Berberoğlu şimdi, gerçeği anlatıyor..
İşe bakın, bir günde iki sansür itirafı!
Ne biçim bir gazetecilik bu, söyler misiniz?
Paksüt yalanladı ise, onun da cevabını habere ekleyerek veremez miydiniz? Niye vermediniz?
Çünkü halkın bilmesini istemediniz değil mi?
Halktan gizlediniz.
Haber anlayışınız, işte bu sizin!
Sonuçta da, Paksüt hakkındaki iddia değil, Paksüt’ün size verdiği bilgi yalan çıktı..
Kimbilir belki de, Enis Berberoğlu “Bu haberi yapalım” demiştir, devletin temsilcisi konumundaki Özkök kullandırmamıştır haberi..
Ertesi günü Taraf haberi patlatınca da, bu sefer Berberoğlu açıklamak zorunda kalmıştır gerçeği!
İşin daha da vahim bir boyutu var.. Doğan grubu gazetelerine bakın; dört koldan Paksüt’ü savunmaya geçmişler.. Normal bir görüşme imiş de, gizem katılmış da... Falanmış filanmış.
İşlerine gelince, “
Gazeteci şüpheci olur” diyorlar. Sonra geliyorlar; yapıldığı tarihte gizlenmiş olan bir görüşmeyi, kamuoyunun önünde yapılmış gibi sıradan göstermeye çalışıyorlar!
Affedersiniz beyler, bu sonsuz güveniniz nereden kaynaklanıyor!
Devlet gazeteciliği yapmaktan mı? Size, “Böyle haber yapacaksınız, böyle
köşe yazısı yazacaksınız” dediler de onun için mi bunları yazıyorsunuz!
Nereden biliyorsunuz, o görüşmede
politika konuşulmadığını?
Nereden biliyorsunuz da, Paksüt’ün avukatlığını yapıyorsuuz?
Sansürle, ısmarlama haberle gazetecilik olmaz beyler! Gerçek yüzleri ortaya çıkaran Vakit varken, hiç olmaz!
ALİ KARAHASANOĞLU - VAKİT