Darbeci yüzleri vardır, ama kılık kıyafetleri, kalıp ve çalımları demokrattır. Sivildirler, ama "bizi ancak asker kurtarır" derler.
Asker gelince de onu yerden yere vurur, nitekim onları da çileden çıkarırlar.
Gerçekle, haberin namusuyla, fikrin haysiyeti ile alâkaları yoktur. Psikolojik harbin unsurları, rejimin tetikçileridirler. Hep gücün yanında durarak, gizli
iktidar sahiplerinin bulanık bakışlı bendeleridir. Derinlerde iş tutar, Ergenekon'a laf söyletmezler.
İktidarlara
kene gibi yapışır, başbakanların önünde reverans çeker, patronun işlerini takip ederler.
Basın özgürlüğü diye efelenir, ama
rakip gazetelere el konulunca bunu şampanya patlatarak kutlarlar. Genel yayın yönetmeni olarak, haber isteyecekleri yerde,
Viyana muhabirine
börek,
Brüksel muhabirine bira
sipariş ederler. Düşünce özgürlüğünden yanadırlar, ama
darbe planlanan toplantılara katılırlar.
Konumlarını ve menfaatlerini korumak için
dindar insanları düşman ilan eder, '
laiklik elden gidiyor'
kampanyaları başlatırlar. Tank yürütür, dezenformasyon yapar, darbe zeminlerine
manşetler döşerler.
Milletin makul çoğunluğunu sırf dinlerini yaşamak istedikleri, kendi değerlerine bağlı kalarak dünyaya entegre olmaya çalıştıkları için gerici, yobaz diye yaftalar, "devleti ele geçirecekler" diye yargısız infazlar yaparlar.
28 Şubat'larda, "silahsız kuvvetler işbaşında" diyerek
demokrasiye müdahalenin mıntıka temizliğine soyunurlar.
Andıç kuyruğuna takılır, "Alçakları tanıyalım" diye başyazı yazar, kırk yıllık arkadaşlarını
hain ilan ederler. Sonra da "ne yapayım, devlet tarafından aldatıldım, öğrenince de özür diledim" diye işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Basının duayenlerindendirler ama haberi birkaç kaynaktan doğrulatmak, "ben bu insanları kırk yıldır tanıyorum, acele etmeyeyim" diye düşünmek, akıllarına gelmez. Gazetecinin aldatılmasının,
halkın aldatılması demek olduğunu hatırlamazlar.
Özürlerinin, kabahatlerinden büyük olduğunu düşünemezler.
Menfaatlerinin devamı için adam parlatırlar. Siyasete orta yerinden müdahale eder, iktidar alternatifi çıkarır, lider
icat ederler. "Hükümetleri biz kurar, biz yıkarız" derler. "Biz adamı vezir de ederiz, rezil de ederiz" diye tafra atarlar. Partilerden adam
istifa ettirirler. Üç benzemezi yan yana getirerek "troyka" yaparlar. Sonra televizyonlarında, gazetelerinde düzmece anketler yayınlar, "yüzde 70 halk desteği" ilan ederler. Seçim olunca bunlar yüzde 1 oy bile alamazlar.
Ülkenin başbakanını
hasta ilan ederler. İş göremez raporu verilecek diye kampanya başlatır,
hastane kapılarında muhabirlerine çadır kurarlar. "Tırnakları uzamış, karısı kesmiyor, yıkamıyor" diye utanmadan, ahlâksızca yayın yaparlar.
Her darbe döneminde askerle iş tutarlar, ama millet onların istemediklerini iktidara getirir. Hele son iktidar, yeni bir
seçim galibiyetiyle yola devam deyince, bunların içi kararır, kimyaları bozulur. Seçmenin yarısına sövüp
hakaret ederler; "bidon kafalılar, göbeğini kaşıyan adamlar, yuh size, bunlara oy verilir mi?" diye tepinip dururlar. Öyle bozulurlar ki, "bak
Davos kabadayısı, senin de sonun, anlarsın ya, ezanı aslına döndüren başbakan gibi olur ha..." diye tehditlere başlarlar.
Mahallî seçimler yaklaşınca, istediklerini belediye başkanı yapmak için gazetelerinin sayfalarını, televizyonlarının ekranlarını onlara tahsis ederler. Enkırmanları "kazanacağız inşallah" diye sayıklamaya başlar.
İlkesizdirler, verdikleri sözde durmazlar, yalan yazarlar,
özgürlük diye sayıkladıkları sadece kendi özgürlükleridir...
Millet, demokrasi, hukuk, özgürlükler başka yerde, bunlar başka yerdedir. Bilin bakalım, bu medya hangi ülkededir?
HÜSEYİN GÜLERCE-ZAMAN