Böyle gazetecilik olmaz olsun…
Önemli bir yazarını kapı önüne koyduğu için bir kısım okurundan tepki çeken gazete işin kolayına kaçıyor:
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın grubun bir kardeş kuruluşunun (
Kanal-D) programına çıkarak yaptığı açıklamalardan cımbızla seçtiklerine toplu saldırı düzenliyor. Uzun mülâkatta söylenen onca şey buharlaşıp uçtu, ne var ne yoksa, “Bekir
Coşkun'a 'ülkeyi terk et' dedi” cümlesine indirgeniverdi.
Başbakanın sözü kast edilen anlamın dışına çıkartılarak hem de...
Tayyip Erdoğan'ın verdiği bir tepki... Adını anmadığı bir yazara yöneltilmiş olsa bile tepki, aslında beş yılın
öfke birikiminin dışa vurumu... Halktan her seferinde artan bir
destek devşirerek ülkeyi yönetme görevini üstlenmiş olan bir kadro, sayıca az fakat gürültücü bir güruh tarafından bir türlü benimsenmiyor.
Bekir Coşkun, “O benim
cumhurbaşkanım olmayacak!” yazısıyla
Abdullah Gül'ü
hedef alıyor olsa bile, o yazının, Ak Parti kadrosunu ve lideri Tayyip Erdoğan'ı da rencide eden bir genişlikte yorumlanması mümkün...
Nitekim Tayyip Erdoğan'ın tepkisinde buna işaret eden sözler de bulunuyor.
Türkiye'de belli bir çevre kendini
halkın bütününden farklı görüyor. Yakından bakıldığında '
doku değişikliği' hemen fark edildiğine göre, o çevreye hak vermek de gerekiyor. Gerçekten de farklılar... Sorun ise bu noktadan sonra başlıyor: Ellerinde medya gücü bulunan o çevre, kendisinde, halka ve seçtiklerine
küfür ve
hakaret etme hakkı bulunduğunu vehmediyor. 'Göbeğini kaşıyan adam' ve 'bidon kafalılar' türü yakıştırma ve küfürlerle dolu yazılar kendini halkın üstünde gören tiplerin eseri.
Küfür ve hakaret dolu o yazılar ve sözlü ifadelere yalnız Tayyip Erdoğan'ın kızdığını düşünmek çok yanlış. İçlerinde o yazıların çıktığı gazeteleri okuyanların da bulunduğu çok geniş bir çevre de tepkili; yapabilecekleri asgari tepkiyi, hakaret ve küfür dolu yazarlardan uzaklaşarak, gazeteleri okumayarak gösteriyor insanlar; son saldırıları yöneten gazetenin satışında görülen gerileme o tepkiyle ilintili.
Hayrettir, gazete yönetimi bunu bile anlayamıyor ve Başbakan Erdoğan'ın cımbızla çekilmiş bir cümlesinden
kavga malzemesi çıkararak, sayfalarına sızmış halk-düşmanı anlayışa yönelik tepkilerin daha da artmasını getirecek bir yol izliyor...
“O benim cumhurbaşkanım olmayacak!” aslında figüratif bir ifade, değil mi? Abdullah Gül seçilir ve
Çankaya Köşkü'ne çıkarsa, “Olmayacak” diyen yazarın da cumhurbaşkanı olacak;
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı birinin Çankaya'da oturan seçilmiş kişiyi 'cumhurbaşkanı' olarak tanımaması elbette mümkün değil. Cumhurbaşkanının imzasıyla yürürlüğe giren bütün yasalar, sonuçlandırılan bütün atamalar, yürüttüğü bütün temaslar, her vatandaş gibi o yazarı da bağlayacaktır.
Peki de, Başbakan Erdoğan'ın “Abdullah Gül için 'benim cumhurbaşkanım değildir' diyen, madem öyle vatandaşlıktan çıksın” tepkisi de aynı şekilde 'figüratif' olarak neden yorumlanmıyor? Erdoğan, konuya değinirken, “Böyle diyen birinin aramızda işi yok, yarından itibaren kendisini vatandaşlıktan çıkarma işlemini başlatacağız” mı demiş?
Hayır, “O benim cumhurbaşkanım olmayacak” diyene, “O da benim vatandaşım olmayı hak etmiyor” tepkisini vermiş...
Bu 'aşırıya kaçmış' cümlelerin her ikisi de bir meramı abartarak anlatmaya yarayan ifadeler... Bu durumda, ilk ifadeyi kabul edilebilir masumlukta buluyoruz da, neden Başbakan Erdoğan'ın öfkeli tepkisini yeri-göğü inleten bir yanlışlık olarak ülkeye yansıtıyoruz?
Bu sorunun cevabı Türkiye'deki medya düzenini de ele veriyor aslında.
Şimdi bu yazının başlığını ele alıp, bir medya organında yayımlandığını görmezden gelerek, “
Medyayı yok edecekler” diye tuttururlarsa şaşırmayın sakın.
FEHMİ KORU/YENİ ŞAFAK