Artık alıştık ve öğrendik ki
Ankara'da halkın lehine atılmak istenen her adım, anında püskürtülmeye çalışılıyor. Üstelik faturası yine halkın masum evlatlarına kesiliyor. Elbette, yılların tecrübesiyle kazanılmış bu alışkanlık yüreklere düşen acıyı hafifletmiyor.
Vesayet sistemini değiştirecek ana
yasa paketinin konuşulduğu günlerde peş peşe gelen
şehit cenazeleri hangimizin kalbini sızlatmadı ki! Ya politikacılara atılan
yumruklar!
Kürt siyasetinin en ılımlı isimlerinden
Ahmet Türk'e vurulan yumruk, vicdan sahibi herkesin yüzünde patladığı kadar kafaları da karıştırdı. Kamuoyu henüz
Anayasa Mahkemesi'nin Türk'e verdiği 5 yıllık siyaset yasağını hazmedememişti. Aslında bu karm
aşık durumu en iyi izah eden isim yine Türk'ün kendisiydi. Burnunu kıran
darbeden saniyeler sonra yaptığı sağduyu
çağrısının anlamı geçen hafta
Aksiyon'a verdiği röportajda daha iyi anlaşılacaktı.
Evet, Türk kendisiyle beraber
Enerji Bakanı
Taner Yıldız'a vurulan yumruğu yorumlarken, "Bunlar,
Ergenekon'u ayakta tutma girişimi." diyordu. Yabana atılacak bir değerlendirme değildi. Zira iddia edilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütü'nün (ESTÖ) en fazla cirit attığı toprakların adamı o. Hitap ettiği taban da zaten Ergenekoncular tarafından bir laboratuvar hükmünde görülüyor.
Geçen haftanın beklenen gelişmesi ise
Albay Dursun Çiçek imzalı '
İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı konu alan dördüncü Ergenekon
iddianamesinin kabul edilmesiydi. İddianameden anlaşılıyor ki, meğer Ahmet Türk az bile söylemiş. Savcıların tespitine göre, Ergenekon,
operasyonel ve
finans gücüyle hâlâ dipdiri ayakta duruyor. İddianamenin belki de en çarpıcı yönü olan bu nokta Dursun Çiçek'le ilgili, 'Delillerin ve Hukuki Durumunun Değerlendirilmesi' başlıklı bölümde şöyle ifade ediliyor: "Yine örgütün henüz deşifre edilemeyen üyeleri ve yapısının diğer taraftan örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerine devam ettikleri ve örgütün finans kaynaklarının tam olarak kurutulamadığı
soruşturma sırasında ele geçen delillerden anlaşılmaktadır. Bu hususlar Ergenekon Silahlı Terör Örgütü'nün yapısının karmaşıklığını ve derinliğini ortaya koymakta,
ülkemizin bu
terör örgütü nedeniyle maruz kaldığı
tehlikenin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir."
Bu değerlendirmeler, 'alıştık' dediğimiz; fakat aslında 'rutin dışı' kategorisine girecek bütün hadiseleri açıklamaya yetecek cinsten. Alıntıdaki ifadelere baktığımızda üzerinde durulması gereken iki kritik nokta var; 'deşifre edilemeyen üyeler' ve 'örgütün kurutulamayan finans kaynağı'. Demek ki, yasa dışı yapılanmaları yakından takip edenlerin
kulislerde konuştuğu konular savcıların da gündeminde.
İddianamenin bu konudaki vurgusu yukarıdaki satırlarla sınırlı değil.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ESTÖ soruşturması kapsamında örgütü deşifre ederek üyelerinin önemli bir kısmını yakaladığı, haklarında yasal işlem yaptığı hatırlatıldıktan sonra ortaya konan tespitler aynen şöyle: "...devam eden yargılamalara rağmen örgütün halen tam olarak çökertilemediği ve faaliyetlerine devam ettiği, bu faaliyetlerinin önemli bir kısmının Ergenekon Silahlı Terör Örgütü'ne karşı yürütülen soruşturmayı engellemek, delillerin ortaya çıkmamasını sağlamak, bir kısmı hukuki görünümlü kılıflar altında çeşitli yöntemlerle ele geçen deliller hakkında kamuoyunda kuşkular oluşturmak, soruşturmayı yürüten C.Savcıları ve soruşturma sırasında görev yapan hakimler ve güvenlik güçlerini çeşitli yöntemlerle görev yapamaz hale getirmek biçiminde ortaya çıktığı görülmektedir."
Daha çok medya üzerinden yürütülmeye çalışılan ve kamuoyunda 'sulandırma faaliyeti' olarak yorumlanan adımların hukuk diliyle ifadesi bunlar. Mesela Dursun Çiçek'in imzasıyla ilgili tartışmalar şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? Hatırlanacağı üzere
Milliyet yazarı
Melih Aşık,
ıslak imzanın özel bir
makine ile atıldığını ileri sürmüştü. CHP'nin
yazılım mühendisi kökenli milletvekili Tacidar
Seyhan da ABD yapımı iki imza makinesinin
Türkiye'ye getirildiğini söyleyerek iddiaya
destek vermişti. Hâlbuki, Çiçek'in ısrarla talep ettiği Jandarma Kriminal dâhil, 4 ayrı kurum tam 7 kez onayladı ıslak imzanın Çiçek'e ait olduğunu. Ama Çiçek,
Askerî Savcılığın bile kabul ettiği imzanın bir de
yurt dışında incelenmesini istiyor. Tırnak içinde verdiğimiz bölümdeki önemli ifadelerden biri 'hukuki görünümlü kılıflar' tanımı. Savcılar tam olarak neyi kastetti bilinmez; ama kısa süre önce şahit olduğumuz hukuki skandallar söz konusu ifadelerle örtüşüyor: ESTÖ soruşturmasının
Erzincan ayağını yürüten
Erzurum Başsavcısı Osman Şanal'ın
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (
HSYK) tarafından görevden alınması,
Balyoz operasyonu kapsamında tutuklanan
emekli Orgeneral Çetin Doğan ile 19 askerin bir gecede
tahliye edilmesi, yine
Balyoz soruşturması çerçevesinde 25 generalin gözaltına alınmasını emreden kararın bizzat İstanbul Başsavcısı Aykut
Cengiz Engin tarafından durdurulması,
dosyanın söz konusu kararı veren özel yetkili savcılardan alınması...
Aslında Ergenekon'un yaşadığını anlamak için henüz deşifre edilemeyen üye ve finans kaynaklarına bakmaya gerek yok. İddianamenin bizzat kendisi ve 'deliller' arasında sayılan kirli planın
uygulama alanı Erzincan'daki icraatların geçmişi, çok eskiye gitmiyor. 15 Haziran 2009'da
Taraf gazetesine konuşan bir emekli orgeneral, Albay Çiçek'in imzaladığı kirli
eylem planının
Nisan 2009 tarihli olduğunu açıklamıştı. Planın Erzincan'da uygulamaya geçmesi ise bu tarihten sonra gerçekleşti; yani üzerinden bir yıl bile geçmedi. Üstelik Ergenekon'un Erzincan ayağını konu alan iddianamenin bir numaralı sanığı 3.
Ordu Komutanı Orgeneral
Saldıray Berk hâlâ görevinin başında. Berk, Ergenekon savcılarının ısrarlı davetlerine rağmen ifade vermeye gitmedi. Hatta davetin geçerli olduğu tarihlerde
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ'u tatbikatta ağırladı. 4 Mayıs'taki mahkemeye çağıran tebligatı geçen günlerde aldı. Bakalım bu kez gidecek mi?
Islak imza hakkındaki iddianamenin iki numaralı sanığı Dursun Çiçek ise geçen cuma 'yine' tutuklandı. Çiçek, bugüne kadar iki kez tutuklanmış ve her defasında jet hızıyla tahliye edilmişti. Kendi rekorunu kırmayı deneyeceği esprileri gerçek çıkarsa şaşırtıcı olmayacak. Son iddianamenin bir numaralı sanığı eski İstanbul Belediye Başkanı
Bedrettin Dalan ile önceki iddianamelerin sanıklarından eski
AK Parti Milletvekili Turhan Çömez firari olarak yurt dışındalar. Sanıkların dışarıda gezmesini sağlayan güç ise savcıların bahsettiği 'deşifre edilemeyen unsurlar' olmalı!
Bedrettin Dalan hakkında ayrı bir paragraf açmadan önce deşifre olmayan üyelerin etki alanına vurgu yapmakta fayda var. İddianamede, 'Bilgi notu Dursun Çiçek.doc' isimli word
belgesinde, İ.B. Paşa'nın (
İlker Başbuğ olduğu tahmin ediliyor) devrede olduğu ifade edilerek, şöyle deniyor: "İ.B, her şeyin farkında. Bizzat kendisi bu durumu takip ediyor. Hâkim ve Savcılar Haziran Kararnamesi çok önemli. Yüksek
Yargı üyeleriyle görüşüldü. Bizzat İ. Paşa görüştü. Ergenekon savcılarında önemli bir değişiklik olabilir. Emniyetteki değişikliklerle ilgili de temaslar var. Birtakım değişimler oldu, devam edecek.
Fethullahçılara yönelik kapsamlı bir çalışma hazırlanmıştı. Bu belge operasyonu ile bu çalışmalar aksadı. Eğer aksamasaydı,
Gülen örgütüne yönelik önemli bir operasyon gerçekleştirilecekti. İrtica (Fethullah) ülke güvenliği için tehdit. Genelkurmay bu konuda bir müdahaleye hazırlanıyor..." Şayet ifadeler doğruysa bu, iddia edilen ESTÖ üyelerinin
Genelkurmay Başkanı'nı bile etkisi altına alabildiği anlamına geliyor. Dalan, iddianamede yer alan
telefon kayıtlarında,
silah ve
mühimmat bulunan İSTEK Vakfı'na ait araziyle ilgili "İsteyen girip çıkabilir. Piknik bile yapabilir." diyen Başbuğ için "Aldatıyorlar adamı" şeklinde konuşuyor. Konuşmadan anlaşıldığına göre hukuki durum Genelkurmay Başkanı'nın söylediği gibi; ancak fiilî durum hiç de öyle değil.
İSTEK Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan'ın hikâyesi, baştan sona örgütün faal olduğunu gösteren işaretlerle dolu. Dalan, dönemin MİT İstanbul Bölge Başkan Yardımcısı Özel Yılmaz'dan, gözaltına alınacağına dair bilgi alması üzerine 15
Ekim 2008'de yurt dışına kaçmıştı. Hâlbuki, o tarihte Dalan hakkında ne bir
yakalama kararı ne de ifade vermeye çağrı vardı. 7 Ocak 2009'da
Serdar E. ile yaptığı telefon görüşmesinde kaçtığını
itiraf ediyor Dalan: "Bundan iki üç ay evvel dediler ki: 'Senin hakkında işte bu malum kişiler kovuşturma yapıyorlar, aman yurt dışına git.' Ben de geldim ve bu kovuşturmanın ne için yapıldığını öğrenmek istedim." Dalan'ın derin bağlantılarının bununla sınırlı kalmadığı, yurt dışında bulunduğu dönemde de devam ettiği iddianameye yansıyan telefon görüşmelerinden anlaşılıyor. Aslında yurt dışında ülke ülke dolaşmaktan sıkılıyor Dalan ve adının geçmediği her iddianameden (bundan önce 7 iddianame açıklandı) sonra evine dönmek istiyor. Fakat her defasında kendisine 'tehlike geçmedi' anlamına gelen 'burada havalar
soğuk, yağışlı' şeklinde şifreli haberler ulaştırılıyor. O da dönme kararını sürekli ertelemek zorunda kalıyor. Dalan'a 'içeriden' bilgi akışı hiç kesilmemiş; Anayasa Mahkemesi'nde görülen AK Parti hakkındaki
kapatma davasının kararı bile açıklanmadan 1 saat önce kendisine ulaştırılmış. Bunu 30 Temmuz 2008'de Arzu isimli bir kişiyle yaptığı telefon görüşmesinde anlatıyor. Dalan, "Arzu canım beni aramışsın." diyor. Arzu'nun, "Aradım ama şimdi açıklıyor... Konuşmaz." demesi üzerine, "Şey 6'ya 5 kapatılmıyor... İyi açıkladıktan sonra beni dışarıdan ara. Ben öğrendim de 1 saat evvel." diyor.
Bedrettin Dalan'ın, kendisine haber akışı karşılığında Ergenekon tutukluları lehine kulis faaliyetinde bulunmasını da not etmek gerekiyor. Bu kez telefonun ucundaki kişi 'Darbeci
Baro' olarak anılan İstanbul Barosu'nun Staj Eğitim Merkezi Sorumlusu ve Türkiye
Barolar Birliği delegesi
avukat Bera B. Emekli orgeneraller Şener
Eruygur, Hurşit
Tolon ve
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın gözaltına alınmasından bir gün sonra (2 Temmuz 2008) gerçekleşen görüşmede Bera B. "Valla dünden beri keyfim çok kaçık." diyor. Dalan, "Yani ama bir şey söyleyeyim bak Baro olarak 1,5 senedir yargılanmadan içerde duranlara ses çıkarmıyorsunuz." cevabını veriyor. Berra B'nin "Dün
akşam bir toplantı yaptık, hep bunlar konuşuldu." demesi üzerine de Dalan şu talimatı veriyor: "Şu konuda da biraz reaksiyon gösterin, hukukun üstünlüğü hukukun adil olması konusunda tamam mı."
İddianameye göre, Ergenekoncuların Bedrettin Dalan'a biçtiği rol darbe sonrası kurulacak hükûmetin başbakanlığı. İlgili bölüm şöyle geçiyor: "Bedrettin Dalan'ın, Ergenekon Silahlı Terör Örgütü'nün, iktidarda bulunan hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla hazırladığı darbe planlarında, medya ve siyasetin yönlendirilmesi ile bazı üst düzey iş adamlarının bu hususta ikna edilmesi görevini üstlendiği, bu amaçla, medya sahipleri ve iş adamları ile görüşmeler yaptığı, darbe planlarının hazırlanmasında aktif rol oynayan ESTÖ üyeleri
Levent Ersöz, Hasan
Atilla Uğur ve
İsmail Yıldız ile görüşerek, askeri müdahalenin bir zorunluluk olduğu yönünde onları
teşvik ederek cesaret verip, bu yöndeki motivasyonlarını güçlendirmeye çalıştığı, örgüte finans desteği sağladığı..., darbe sonrası kurulacak hükümette başbakan olma görevini üstlendiği anlaşılmıştır."
AKSİYON