Neden mesela onların tek tek
yaşamdan, dünya ve gelecekten beklentilerine ışık tutulmaz hiç? Demokrasi, medya ahlakı,
laiklik dersi veren medya yazarları
türbanlıların olası mahalle baskılarına dayanamayıp ülkeyi terk etme planı bile yapmaya başlamışken, öteki'ne doğru bir adım atmayı neden hiç düşünmezler?
Kırklı yaşlarını süren biri olarak kendimi bildim bileli
Ramazan'da başta kebapçılar olmak üzere birçok
lokanta içki servisini kaldırır. Bir vakitler çalıştığım
Hürriyet Gazetesi'nde Ramazan geldi mi, her gün dolup taşan barda üç beş kişi ancak kalırdı. İnsanlar oruç tutmasalar bile uluorta içki içmeye çekinirlerdi. Hatta içmezlerdi. Bu beşeri hayatımızın asırlardır süregelen aşina görüntüsünü bugünün AKP iktidarını karalamak için kullananlar eleştirecek daha 'tutarlı' bir şey bulamıyor mu?
Örneğin bu ülkede iki
darbe tehlikesi atlatılıp atlatılmadığını sahiden merak eden bir savcı çıkmazken, bu tehlikeyi gündeme getiren
Nokta Dergisi'nin yargılanması 'büyük mahalle yazarları'nın gündeminde niçin gereken yeri bulmaz? Ya TSK güdümlü olduğu belgelerle kanıtlanmış kimi
sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri? Vatansever çetecilerle suç ortaklığı yaptığı saptanan 'kerli ferli beyler'in iş takipleri? İlerici, cumhuriyetçi geçinip 27 Nisan'dan beri
muhtıra dahil bu konularda ısrarla
kalem oynatmaktan kaçınanların AKP düşmanlığından başka bir şeyle ilgilenmemeleri neyle açıklanmalı?
301 mağdurlarına yapılan
infazları gazetelerinde gizli veya apaçık imalarla yumuşatmaya çalışanlar sanki o saldırganlıkta kendi payları hiç yokmuş gibi yine meseleyi saptırıyorlar: Yakında türban üniversitede serbest bırakılırsa eğer, şeriat gelecek ve sofuluk yaygınlaşacaktır gibi bir imada bulunabiliyorlar. Ve bizzat kendilerinin 'besleyip büyüttüğü' katillerin ismini taşıyan yeni infazcıların her yerde dolaşacağını kehanet edip uyarıyorlar. Bu '
hedef şaşırtma taktiği'nin adı gazetecilik olabilir mi?
Satır aralarında okuyucunun bi
linçaltını kışkırtacak şekilde en layt sözcüklerle en savunmasız kişileri hedef gösteren, süslü propagandalarına en alakasız kişileri alet edebilen, eğlenceli üsluplarla en olmadık kişileri en kaba tanımlarla yaftalamaktan hiç rahatsızlık duymayan, özgüveni
tavan yapmış 'mahalleli' yazarlar aba altından
sopa gösteriyorlar durmaksızın.
Kendi mahallelerinde görmek istemedikleri veya kimi ortak çıkarlar adına günah keçisi ilan ettikleri kişilere o çok bel bağladıkları ulusalcılığı yükseltmek adına vurup vuruşturuyorlardı seçimlerden evvel. Şimdi ise her biri kendi içinde biricik bir dünya barındıran ama adı topluca 'türbanlı' olanları infaz ederek yazarlık yapıyorlar. Sanki bu ülkenin demografik yapısında 'türbanlılar' diye homojen, aynı ideolojiye sahip bir mahalleli varmış gibi.
Alışveriş merkezlerinde başı açıklar tarafından itilip kakılan, ne işin var senin burada denilerek saldırılan,
asansör kapılarında tehditler alıp sıkıştırılan başörtülü kadınlar ise tektip bir kültürü ve yaşam tarzını savunan bu çok homojen 'mahalleli yazarlar' tarafından cesaretlendirilmiyor mu gece gündüz?
İmam hatip mezunu bir bürokratın canlı yayında medyanın 'mahalle büyükleri' tarafından nasıl hakir görülüp özgeçmişini anlatmak suretiyle
hesap vermeye zorlandığını izlerken kapıldığım dehşeti unutamıyorum. Bu şekilde 'gazetecilik' yapanlar içlerindeki nefret duygusunu açığa çıkarmak üzere psikanaliz yaptırsalar belki daha hayırlı olurdu.
Sahi yine bu aynı 'mahalle büyükleri'nin eseri değil miydi, Umur Talu'nun sözleriyle "onca senede tek emirle atılan onca
manşet, tek emirle gizlenen onca haber, onca
manipülasyon ve otosansür, andıç emirlerinde hazır ol durmak, hükümetlere yaranmak için kovulanlar, manşetlerden linç edilenler, 'biat gazeteciliği'nin had safhası köşe sansürleri?"
LEYLA İPEKÇİ/ZAMAN