Tuncay Özkan'a yöneltilen bir soru, ümitlerimi artırdı. Bunlar soruldukça sis bulutlarının dağılacağına inanmaya başladım. Çünkü sadece bir soru yöneltmek, rakamlar, istatistikler ve tespitlerle süslenen anlatımları bir noktaya kilitlemeyi başarıyor:
İyi de çare nedir?
Ya da "Anlattıklarınıza iştirak etmemek mümkün değil. Bu durumda bizden ne istiyorsunuz? Neler yapmalıyız?"
***
Tuncay Bey,
Anadolu'yu dolaşıyor. Eğer bir isim koymak gerekirse "Biz kaç kişiyiz?" toplantıları yapıyor. Daha evvel de aynı yolu deneyenler olmuş, çalışmalarını milletvekilliği ile noktalamak istemişti.
Bunlar güzel şeyler.
Fildişi kulelerden inip, insanların arasına karışmak gayet güzel. Onların nabzını tutmak, isteklerini öğrenmek, vekâletlerini alıp, mücadelesini
Meclis çatısı altında sürdürmek isteyene kim ne diyebilir?
"
Problemleri çözebilecek insan benim." diyen herkes bu yolu yürümek zorundadır. Tuncay Bey de
siyaset yolunun yokuşlarını ve kıvrımlarını geçtikçe kim bilir neler görecek, neler düşünecek?
"Çarıklı erkan-ı harbin" aslında her şeyi fark ettiğini ama vekaletini gönül rahatlığı içinde verecek temsilciler bulmakta zorlandığını görebilmek başka türlü mümkün değil.
***
Evet, vatandaş birçok şeyin farkında. Ekranlardan, meydanlara kurulan kürsülerden mahrum olduğu için o da kendi imkânları ölçüsünde bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Arkadaşlarımdan biri geldi. Tuncay Bey'i dinlemiş. Duyduklarını benimle de paylaşmak istemiş. Verilen rakamlara, ortaya konulan problemlere bakınca ümitleri kırılmış.
Konuştuk. Anlattıklarını müzakere ettik.
Tuncay Bey, memleketin AKP iktidarıyla nasıl bir kötü sona doğru gittiğini anlatmış. Dış borçların nerelere vardığını rakamlarla vermiş. Ardından birinci problem olarak
depremi gördüğünü söylemiş. Tedbir alınmadığı takdirde can ve mal kaybı olarak depremle önümüze çıkacak maliyeti çıkarmış. Bazılarının depremi birinci sıraya koymasını yadırgadığını da ifade etmiş.
Rakamlar korkunç...
Ardından işsizliğe girmiş; orası da korkunç.
İşsizlik problemini daha da derinleştirecek bir konuya girmiş Tuncay Bey. Duyunca hayret ettim. Herhangi bir durumda doğudan ve güneyden yani
Irak ve İran'dan
Türkiye topraklarına üç buçuk milyon insanın göç edeceğini söylemiş.
Dicle ve
Fırat boylarında dört yeni
kent kurup, bu insanların o kentlere yerleştirilmesini
teklif etmiş. "Toprak
reformu yaparak geçinme imkânı verebiliriz." demiş.
Kurulacak dört yeni kentin maliyetinin bir kısmının öz kaynaklarımızdan, bir kısmının da yurtdışından borçlanarak temin edilebileceğini anlatmış.
***
Arkadaş, öğrendiği bilgilerin uyardığı dehşetle soruyor:
"
Borçların artmasından şikâyet ederken bile yine dışarıdan borç alarak iş yapmaya kalkıyoruz. Bu işin içinden nasıl çıkılır?"
Bense başka bir yerdeyim. Üç buçuk milyon göçmene dört yeni kent kurmaya takılıyorum.
Göçmen değil, kalıcı üç buçuk milyon yeni nüfus yani!
Tuncay Bey Anadolu insanıdır;
arazi yapısını bilir. Toprak reformuyla ne kadar çözüm bulunur ki? Dağları mı parselleyeceğiz? Zaten
miras yoluyla bölünen topraklar mevcudu doyurmaya yetmiyor. O yüzden batıya göçü durduramıyoruz. Bir de üç buçuk milyon yeni insan!..
***
Sorular art arda geliyor. Bu bilgiler karşısında susulur mu?
Zaten dinleyiciler de susmamış. "Bize düşen nedir? Geçim derdiyle boğuşan insanlarız. Yapabilecek ne var? Söyleyin." demiş.
Cevaplar tek noktada toplanıyor: AKP iktidarından kurtulmak...
Ya sonra?
Vatandaş sonrasını da sormaya başlayacak. Sorular gösterecek ki, problemlerden dağlar örmek, sadece önümüzü daha fazla kapatıyor. İktidara taşımıyor.
Çare yıkmaktan değil, vatandaşa yapabileceği olumlu şeyler söyleyerek vatanı ve evlatlarının geleceği için faydalı olma hazzını tattırmaktan geçiyor. O zaman "Biz kaç kişiyiz?" sorusu da manasını yitirir zaten. Çünkü bu millet faydalı olanları hiçbir zaman yalnız bırakmadı.
HAMDULLAH ÖZTÜRK/ZAMAN