Mevlam görelim neyler
Daha önce de yazdık. Hatta birkaç defa.
Seyretmekte olduğumuz ulusalcılık / sözde vatanseverlik tiyatrosunun, Türk tarihinde karşı karşıya kalınan en büyük 'örtülü operasyonlardan' biri olduğunu.
Biz bunları anlatmaya başladığımızda, henüz kalabalık katılımlı insan toplulukları ‘
Cumhuriyet mitingi’ adı altında, toplantılar yapmaya başlamamışlardı.
Mitingler ve sonrasında yaşananlar, önceki endişeleri maalesef haklı çıkardı.
OLAN BİTENE YAKINDAN BAKALIM
Meydanlardaki fotoğraflara çok yukarıdan, yüksek binaların tepesine konulan kameraların yansıttığı açılardan bakıldığında, mitingleri ‘kalabalık
halk kesimlerinin iktidara
sivil eleştirisi’ olarak görmek/göstermek mümkün. Bu bağlamda al bayrağımızla örtülenen görüntüleri,
temiz duygularla hayra yoranlar mazur karşılanabilir.
Ancak miting alanına indiğinizde yada kalabalıklardaki tekil karelere zoom yaptığınızda, çok farklı gerçeklerle karşılaşıyorsunuz.
Türkiye'de son 25 yılda gerçekleştirilen bu en geniş katılımlı organizasyonlar, iyi planlanmış, iyi örgütlenmiş bir
psikolojik harekatın parçalarıdır. Operasyonun fonundaki kalabalıkların çok ama çok büyük bir bölümü, dahil oldukları toplulukların fotoğraflarını
kayıt altına alanların, bunu ne amaçla kullanacaklarından bütünüyle habersizler.
Hatta daha ötesini de söyleyelim. Kürsüye çıkıp konuşanların, sosyalizm kokulu şarkılar - türküler söyleyenlerin önemli bir bölümü bile bu işin sonunun nereye vardırılmak istendiğini bilmiyor.
TÜRKİYE'Yİ İSTİKRARSIZLAŞTIRMA OPERASYONU
Bu süreç Türkiye'nin faydası için başlatılmadı ve ülkeye zarar verme konusunda da amaçlarına ulaştı.
Örneğin bu mitingler
Atatürk’ün "ilalebed payidar kalacaktır" dediği
Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve berbaberliğine gölge düşürdü. ‘
Cumhuriyet mitingi’ olarak adlandırılan bu toplanmalardan sonra, Türkiye tarihinde belki de ilke kez, toplumsal anlamda bir laik-anti laik kamplaşmasından bahsedilmeye başlandı.
Bu mitingler sivil toplumun
özgürlük talebini dile getiren 'demokratça' çıkışlar da değil. Çünkü geniş katılımlı toplantıların hemen ardından ülkede ‘darbenin işaret fişeği’ şeklinde yorumlanan bir
muhtıra yayınlandı.
Mitinglerin Türk
siyasetine olumlu yönde bir katkısı da olmadı. Meydanlardaki kalabalıkları gören sağın iki partisi, alanların demografisini ve vizyonunu yanlış yorumlayarak, zoraki bir evlilik yaptı ve sağın iki güçlü markası (Anavatan ve DYP) yok oldu.
Ayrıca solda da ancak
seçime kadar devam edeceği söylenen ama seçimden sonra Türk solunu belki de bir daha bir araya gelemez hale getirebilecek bir 'hülle nikahı' kıyıldı.
Ve yine bu süreçte halkın seçtiği meclis içinden bir
cumhurbaşkanı çıkaramadı, konu
mahkemeye intikal etti, mahkeme bugüne dek var olmayan bir uygulamayı seçim için gerek - şart gördü. Bu karar kamuoyunda ciddi tartışmalara sebep oldu. Geniş halk toplulukları
adalet mekanizmasına olan güvenlerini sorgulamaya başladı.
Özetle bütün bu yaşananlar sivil toplumun, laikliğin, hukukun, demokrasinin, siyaset mekanizmasının dolayısyla Türkiye'nin işine yaramadı.
Öyleyse sorulması gereken soru şu:
BU SÜREÇ KİMİN İŞİNE YARADI?
Ak Parti
mağdur oldu; oyu arttı,
CHP Ecevit’in mirasını yedeğine aldı; güçlendi, laikliğe dair sloganlar atıldı;
sistem korundu, halk sokaklara döküldü; sivil iradenin varlığı görüldü vs. gibi ufuksuz çıkarımları bir yana bırakalım.
Milyonları ayağa kaldırarak, ülkenin havasını -toplumun tamamını içine alacak biçimde- böylesine gerecek bir süreç, belki de Türk tarihinde daha önce hiç yaşanmadı.
Öyleyse bunun arkasından yine görülmemiş bir şeyler gelecek demektir.
Ne diyelim; bekleyelim ve görelim.
Mevlam görelim neyler
Neylerse güzel eyler…