Zaman, sürekli akış halindeki “an”ların kesintisiz bir şekilde peş peşe dizilişi... Kıymetini bilemediğimiz, gerekli şekilde değerlendiremediğimiz ilahî
nimet… Meydana gelen hadiselerin esas alınması ile gerçekleşir zaman algısı... Öncesi, sonrası ve geleceği ile... Tasavvurumuzda muhteremdir zaman… Şüphesiz, tüm zamanları kutsamayı öğrenecektir öğrenmeye açık olan...
Akıp giden zamanın önemli durakları olan ve milletimizin ayrı bir değer verdiği ‘eşhûr-u selase'nin (
üç aylar) bu lütuftan aldığı paye de Receb,
Şaban,
Ramazan...
Muharrem'deki Alak, Şevval'de bir bebek olarak karışır aramıza… Doğuma doğru son on günler birer kadir geceleridir, şafakla beraber ihram'ından çıkar bebek...
Ve… Muharrem, tarih kitabının Fatihası; Muharrem bir ‘tekrarlanan onikili'...
Muharrem: Hürmete Layık
Muharrem,
Kurban Bayramı ve hac ibadetinin kendisinde gerçekleştiği
Zilhicce'den sonra gelen,
Sevgili Peygamberimizin “Şehrullah: Yani,
Allah'ın Ayı” diye nitelendirdiği kutlu ay...
Yine geldi savaşın yasaklandığı, barışın yeşerdiği barış ayı...
Bu ay; ‘eşhur-u hurum' “Haram aylardan biri.”
Rabbimiz buyuruyor:
“Şüphesiz, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü
haram aylardır. İşte bu, Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyiniz.” (Tevbe, 36)
Veda haccı esnasında
Efendimiz Mina'da irad ettiği hutbede şöyle sesleniyordu:
“İşte zaman, hakikaten Allah Tealanın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekliyle akıp gitmektedir. Yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haramdır ki; üçü birbirinin ardınca gelen Zilkade, Zilhicce, Muharrem, biri de Cemaziyelahir ile Şaban arasındaki Recep'dir” (Buharî, “Tefsiru Sure”, 9, “Edahî”, 5; Müslim, “Kasame”, 29)
Gönlümüz sevinç dolu, yüreklerdeki
pusula barışı gösteriyor…
Bize böyle belletti
ilahi öğreti... Barış olmalıydı...
Savaşa son verilmeliydi... Kan dökülmemeliydi… İnsanlar kucaklaşmalı, her halde kardeş olduklarını hatırlamalıydılar. Aynen Müminlerin emîri Hz. Ali (r.a)'nin buyurduğu gibi... “Ya dinde kardeş... Ya yaratılışta...”
Ve nitekim öyle de olmuştu... O şanlı
rehber Rasûlullah (s.a.s.)'ın bütün söz ve filleri de buna canlı tanıktı...
İslam'ın gelişi ile barış genel bir prensip, savaş ise saldırıya maruz kalma ve tebliğe engel olunması hallerine has, zorunlu bir durum haline geldi…
Öyle bir aydı ki mah-ı Muharrem; o aya
Mekkeli müşrikler dahi bir yere kadar hürmet ediyor, o zaman diliminde biraz olsun savaşa ara veriyorlardı...
Muharrem, haram kılınmış, hürmete layık… Hürmetle başlayan bir
pilot-zaman…
Muharrem: Yepyeni Bir Yıl
Muharrem, kamerî ayların ilki… Yepyeni bir yıl... Hicrî yıldönümü... Tevhit inancının kalplerde kökleştiği, kalplerden ve gönüllerden, bir toplumun bütün hayatına nüfûz etmeye adım attığı
mübarek bir ay...
Veda tepesinin ufkunda son
peygamber ve arkadaşı göründüğünde takvimler hicrî tarihin ilk Muharrem'ini gösteriyordu…
Tarih Muharremdi… Hürmetin zamana kazınmış adıydı... Allah Rasulünün 1 Muharrem'de başlattığı
ıslah tüm Yesribliler'i Ensar'a dönüştürüyor, dostluk ve kardeşliğin, millî birlik ve bütünlüğün en güzel timsalini oluşturuyordu…
Yesrib,
Medine oluyor, şehirler doğuran, diyarlara kol atan, kıtaları bağrına basan bir inanca
yurt oluyordu.
Hicret bir miladdı... Bu kutlu
yolculuk, hicretten 17 yıl sonra Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Hz. Ali'nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul ediliyor, Muharrem de bu takvimin ilk ayı oluyordu…
Hicret; Allah'a ve O'nun Peygamberine candan bağlılığın ifadesi... Kardeşliğe açılan yolculuğun öyküsü… “İyiliği emredip, kötülüğü nehyetme” eylemini gerçekleştirebilme… Gönüllerde başlayıp gönüllerde biten bir duygu iklimi…
Kötülüklerden, fenalıklardan ne zaman uzaklaşıp Rabbimize hicret etmeyi başarırsak işte o zaman hicret takvimimiz işlemeye başlayacak…
10 Muharrem:
Aşure Günü
Aşure… Muharrem ayının onuncu günü...
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah'ın değer verdiği ay olan Muharrem ayında tutulan aşure orucudur…” (Müslim, “Sıyam”, 202)
“Aşure günü orucunun, bir önceki yılın günahlarına keffaret olmasını Allah'tan umarım.” (Tirmizî, “Savm”, 48)
Hazreti Aişe (r.ah) İslam öncesinde, Mekke halkının oruç tutmakta olduğu aşure gününde peygamberimizin de oruç tuttuğunu bildirmekte... Allah Rasulü Medine'ye hicret ettikten sonra da bu orucu tutmuş ve müminlere de onuncu günü ile birlikte, bir gün öncesi veya sonrası ile oruçlu olmalarını
tavsiye etmiş... (
Ahmed b. Hanbel, VI, 244)
Aşure günü tarihte bazı olayların meydana geldiği rivayet edilir:
Nuh (a.s.)'un gemisinin tufandan kurtulup
Cudi dağının tepesine oturması ve inkarcıların da bütünüyle yok olup gitmesi, Hz. Adem (a.s.)'in
tevbesi, Hz. İbrahim (a.s.)'in ateşten kurtulması ve Hz. Yakub (a.s.)'un oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Musa ve
İsrail oğullarının Firavun'un zulmünden kurtulması vs. (Umdetü'l-Kari Şerhi, Sahih-i Buharî, 9, 191;
Yavuz, Yusuf Şevki, “Aşure”, DİA, IV, 24-26)
Ortak Tat: Aşure
Muharrem ayına mahsus güzelliklerden birisi de, uzun yıllardır yaşattığımız aşure
tatlısı geleneğidir. Milletimiz komşularına, dost ve akrabalarına yılda iki defa güzellik dağıtır: Birisi
kurbanda et, ikincisi de aşurede tatlı…
Aşure paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesi…
Aşurenin bu mecazî anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem taşımakta… Bilindiği üzere Hz. Nuh'un gemisinde her canlıdan bir çift vardır. Bunların her biri ötekinden farklılığını ortaya koyarak asgari müşterekte birlikteliğe ve bütüne katkı sağlayarak tufandan kurtulur; tıpkı aşure aşında bir araya gelen farklı
bakliyat,
meyve, tatlı ve tuzluların farklılıklarının aynı vasata-ortak tada katkı sağlamaları gibi…
Farklılıklarıyla “ortak ideal ve istikbal lezzeti”ne katkı sağlayıp bir çeşni kattığımızda ve farklılıkları bir kültürel zenginlik olarak gördüğümüzde; bakliyatın “heterojen”liğinden aşure aşının “homojen”liğine bin yıldır katkı sağlayan, insanlığın farklı tecrübelerini, geleneklerini, değer ve anlayışlarını bağrında barındıran ve bunları nesilden nesile taşıyan milletimizin bu kültürel zenginliğini hiçbir oyun bozamayacaktır.
Ancak eğer, nasıl ki fasulye aşuredeyken diriliğini korumaya devam etmek için direnir de, pişmemekte inat ederse aşure içinde sırıtır, lezzet çatışmasına sebep olursa, farklılıkların birbirini itmesi de barış içinde birlikte yaşamaya engel olacaktır.
Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü gelenekle bugün de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”, “birlik” gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam ettirme bilinci ile “Buğday, pirinç, su,
şeker, fasulye, nohut, badem,
ceviz, fındık,
üzüm,
kayısı,
incir,
karanfil, zencefil” gibi birbirinden farklı tatları aynı kazanda kaynatıp,
Muhammedî muhabbetten birkaç damla gülsuyu katarak aşure aşı yapmaya, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken muhabbeti paylaşmaya devam etmektedir.
Muharrem: Hüseyn-i
Kerbela'yı Elvan Eden Gün
Yıllardan 680, aylardan Muharrem...
“Yıllar geçiyor ki ya Muhammed, Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi, Eyvah o da leyl-i matem oldu.”
Mehmet Akif doksan sene önce yazdığı, “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” isimli şiirine bu beyitler ile başlar.
Alvarlı Efe Hazretleri de:
“Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.
Bu gün eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.
Hüseyn-i Kerbela'yı elvan eden gündür.
Bu gün Arş-ı muazzamda olan ali divan ağlar..” diyerek hüznünü ifade eder.
Muharrem... hüzün gecesi… Kerbela… Hz. Hüseyin'in şehadeti… Onun siyasî ihtiraslar uğruna acımasızca şehit edilmesi, peygamberimizi ve onun ehl-i beytini seven müminleri derinden yaralamış, mümin kalpler yanmış, asırlar geçse de bu
yangın ve gözyaşları dinmemiştir…
Fırat'ın yanı başında... Suyun akış sesini duyup dururken... Kuşatılmışlık içinde
susuzluk çeken mazlum bir
kafile...
Hazret-i Hüseyin… Hazret-i Ali ile Hz. Fatıma'nın
küçük oğlu; Rasulullah (s.a.s.) Efendimiz'in sevgili torunu... Peygamberimiz'in, ağabeyi Hasan'la beraber dünyanın iki çiçeği, ahirette de, “
cennet çocuklarının efendileri” diye övdüğü (Buharî, “Menakıb”, 22) ve “Allah'ım, ben onları seviyorum, Sen de sev!” diye haklarında dua ettiği, (Tirmizî, “Menakıb”, 31) adını bizzat kendisinin koyduğu ciğerparesi…
Ve yakınları... Kadınlar, çocuklar... Bir şiddet günü ki, asırlardır yürek kanatır. Aylar ve yıllar geçtikçe daha çok yaktı bağırları Hz. Hüseyin'in aşkı… Çocuklara, ona olan sevgiyle Hüseyin adı verildi.
Hattatlar onu yazdı,
kalem ağladı,
mürekkep ağladı. Nakkaşlar yazılanları
renklerle taçlandırdılar. Fırça ağladı, renk ağladı. Ve onun kan damlalarıyla sulanan topraklarda insanlar mekan tutmaya başladılar. Çöller hayat buldu, Hüseyin aşkıyla yeşillendi, imar oldu. Çöl ile birlikte gönüllerdeki sevgi de çoğaldı ve Kerbela önce bir
kasaba, sonra Hüseyin sevgisiyle ruh ve kültür oldu. O aşk ki, Kerbela'nın taşına, tuğlasına şekil verdi, kubbesine, yapısına
estetik oldu. Meşhedü'l-Hüseyn'e Mimar Sinan'ın usta çizgileri ve Matrakçı Nasuh'un bakışı yansıdı... Camisini, Sultan III. Murat'ın valisi Ali Paşa yaptırdı, türbesini
Necip Paşa eliyle Sultan Abdülmecid onarttı. “Hadikatü's-Suada” adıyla kitabını Fuzulî yazdı, ağıtını Kazım Paşa…
“Düştü Hüseyn atından sahra–yı Kerbela'ya
Cibrîl var haber ver Sultan-ı Enbiyaya.”(Cebrail! Var Nebiler
sultanına tez haber ulaştır ki, Hüseyin atından düştü, bedeni Kerbela toprağına bulandı.)
Hz. Hüseyin şehit oldu… Onun şehadetini anlatan, bu hüznü dile getiren, ehl-i beyt sevgisi ile dolu gönüllerden süzülüp gelen duyguların kağıda dökülmüş manzumeleri olan, “Maktelü'l-Hüseyin”adında nice mersiyeler yazıldı. (Bkz. İlyas Üzüm, “Hz.Hüseyin”, DİA., XVIII, 522-524; Mustafa Uzun, “Kerbela “,DİA, XXV, 274,275; Şeyma
Güngör, “Maktelü'l-Hüseyin”,DİA., XXVII, 456-457) Gözyaşını kullar döktü ve kumlar kuruttu...
Yıl 2009 ve aylardan yine Muharrem... Kerbela'da kan, Kerbela'da
gözyaşı…
Yetim çocuklar ve acılı kadınlar…
Yaşanmış ve geri dönüşü olamayan bu müessif hadiseyi yeniden düşünmek gerek… Muharremi yeniden anlamak ve anlamlandırmak gerek…
Ortak tadımızı bozacak, pişmiş aşımıza su katacaklara tek yürek olarak direnmek gerek...
Diyanet.gov.tr