Bunun sonu nereye varır?

Org.İlker Başbuğ ile ilgili ortaya çıkan fotoğraf savaşları kızıştı. Hürriyet ve Akşam gazetelerinin dünkü iddialarına Vakit Gazetesi'nden cevap geldi.

Bunun sonu nereye varır?

Musevi âdetinde ‘cesur ol’, İslam’ın emrinde ‘endişeleri gider Devlet gazetesinin genel yayın yönetmeni, kanlı bıçaklı olduğu Akşam gazetesi ile birlikte kendilerine servis edilen bir fotoğrafı yayınlayıp, dün şöyle yazdı: “Al işte fotoğraf. Hem Ağlama Duvarı’nda, hem Mescid-i Aksa’da. Hem Yahudi’nin kutsal mabedinde, hem Müslüman’ınkinde. Birinde eli duvarda, ötekinde iki eli Allah’ına doğru açılmış. Şimdi sorsam: ‘Utandın mı?’ Nerede o yüz... Al işte fotoğrafı, al ama iş bitiyor mu? Asıl meselemizi, asıl haksızlığımızı, asıl suçumuzu affettirebiliyor muyuz? Bu ülkede Yahudiliği, Yahudi inancını hâlâ insan yıpratmak için malzeme olarak gören bu kafa, bu Nazi kafası olduğu sürece, hiçbirimiz insanlık huzuruna gönlümüz ak olarak çıkamayacağız.” Evet; devlet gazetesi ile Pamukbank’ı hortumlayan patronun gazetesi Akşam, aynı gün yayınladıkları bir fotoğraf ile, Vakit’e sözümona cevap verdiler.. İlker Başbuğ’un, Mescid-i Aksa’da namaz kılarken değil de, orada ellerini çekingen bir şekilde açmak üzere iken çekilmiş bir fotoğrafını yayınlayarak, Ağlama Duvarı’nın fotoğrafını önemsizleştirmeye çalıştılar. Halbuki el açıp dua etmek, her dinde olan bir davranış. Ama Ağlama Duvarı’na el koymak sadece Musevilikte, namaz kılmak da sadece İslam’da olan bir davranış... Dolayısı ile Ağlama Duvarı’nın karşısında bir örnek verilecek ise, o örnek; çekingen bir tavırla el açmak değil, namaz kılmaktır. Bunu da ilk günden beri hatırlatıyoruz. Her neyse, İlker Başbuğ üzerinden Hürriyet gazetesi ile tartışmak hiç de hoş bir şey değil. Başbuğ, kendisini savunmaktan aciz değil herhalde. çıkar, açıklamasını yapar, biz de biliriz; “yanlış olan nedir, doğru olan nedir!” Biz dönelim, Hürriyet’teki utanmazlarla, kendi yazıları üzerinden tartışmaya.. Bakın; bu adamlar ne kadar utanmazdırlar, sadece iki yazılarından bölümler verip size ispatlayayım... Bu zevat, işlerine gelince, siyasilere “Halkın çoğunluğunun görüşlerine, eleştirilerine kulak vermeyin, cesur olun” diye, kendi akıllarınca nasihatte bulunurlar.. Ama işlerine gelince de, halkın çok küçük bir kısmının bile itirazını, “Halka kulak verin, endişeyi giderin” takdimi ile desteklerler.. Konu İsrail ile ilgili ya.. Edebiyat yapmadan, laf cambazlığına girmeden, hemen örnek iki yazıyı size sunayım.. Dünkü yazısı ile Vakit’e saldıran utanmaz genel yayın yönetmeninin 3 Mayıs 2005 tarihli yazısı: “Başbakan Tayyip Erdoğan İsrail gezisi sırasında soykırım müzesine girerken başına kipa takmamış. Kipa yerine başka bir şey takmayı da reddetmiş. Ben de soruyorum: Bir şapka giyseydi ne olurdu. (..) Eminim takmamasının nedeni, bir inanç zorlamasından çok, ‘Siyasi rakiplerim ne der’ korkusudur. Haksız da değil. (..) Ne yazık ki, Türk siyaseti hâlâ böyle ilkel mücadele yöntemleriyle maluldür.” Demek ki Ertuğrul özkök’e göre nasıl olmalı imiş? TayyipErdoğan cesur olup, kipa bile takabilmeli imiş! En azından, başına bir şapka takmalı imiş! Rakipleri, halkın büyük çoğunluğu bu tür bir davranışa onay vermese bile, o cesur olmalı imiş. İlkel mücadele yöntemlerinden korkmamalıymış! “Kipa hayranı genel yayın yönetmeni”nden, başörtü yasağında da, “Rakiplerinin ilkel yöntemlerinden çekinme. Atatürkçülük diye sana baskıda bulunanlardan korkma. Cesur ol, başörtüyü serbest bırak” demesini beklersiniz değil mi? Daha çok beklersiniz.. Aynı genel yayın yönetmeni, türban yasağı kaldırılırken olaya nasıl yaklaşıyordu, aktarayım da, siz de görün. Bu da 31 Ocak 2008 tarihli yazısından: “Dün sabahtan itibaren çevremden gelen tepkilere baktım. Yazı işlerinin çoğunluğuna hâkim olan hava, okurlarımıza ve çevremize de hâkim. İnsanlar Başbakan Erdoğan ve çevresine inanmıyor. Evet ne yazık ki böyle. çünkü önlerinde ‘nereye kadar gideceği belli olmayan’, hatta laik rejimin temellerinin sarsılabileceği bir gelecek görüyorlar. Arkalarında ise seçim meydanlarında verilip, sonra tutulmayan sözler. Mesela cumhurbaşkanlığı seçimi. Mesela ‘Türbanı uzlaşarak çözeceğiz’ vaatleri. İşte bu yüzden insanlar güvenemiyorlar ve haklılar.” Gördünüz mü ahlaksızlığı!.. Başbakan’a kipa/şapka takmasını tavsiye ederken, beyefendi hiç düşünmüyordu, “Bunun sonu nereye varır.Yarın birisi de çıkar, Ağlama Duvarı’nda elini duvara sürer. Sonra bir başkası, gider Musevi ile birlikte ibadet eder. Sonra gelirler, Türk halkını da Musevileştirmeye kalkışırlar..” gibisinden.. Hiç aklına gelmiyordu, “sonra.. sonra..” edebiyatı yapmak ! “Tak gitsin kipayı, en azından şapkayı” diye nasihatte bulunuyordu!.. Ama başörtünün serbest bırakılmasına sıra gelince... Orada ise, tam tersi tavır sergiliyor: “Bak insanlar endişe ediyorlar. Onları dinle. Onların endişelerini gider. Başörtüyü serbest bırakma” diyor. Başbakan şapka takıp, sözde soykırım müzesine gitmesi sözkonusu olduğunda, halkın kafasında oluşacak olumsuz soruların hiç önemi yok. Hatta inadına inadına, halkın zıttına o eylemler cesurca yapılmalı imiş! Ama başörtü serbest bırakılacağı zaman, aynı genel yayın yönetmeni bu sefer, halkın içinden üç tane önyargılı vatandaşın endişesine bile kulak verilmesini istiyor. Olayın özetini verirsek: Utanmazların ortak âdeti şudur: Yahudinin âdeti tekrarlanırken, “Cesur ol, yap” derler. Müslümanın inancını yaşamasına sıra gelince, “Başka inançta olan insanların endişeleri var, yapma” derler. Müslümanın inancını yaşayabilmesi için serbestlik tanınacağı zaman sorarlar: “Bunun sonu nereye varır? Bu verilecek haklar, nerede durur?” Musevinin âdetlerini tekrarlamaya gelince, hiç sormazlar, “Nerede durur bu taklit?” ALİ İHSAN KARAHASANOĞLU/VAKİT
<< Önceki Haber Bunun sonu nereye varır? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER