Belki Batı için geçerli olabilir dediği, ancak bizimkisi gibi hafızası zayıf toplumlar hep ve daima kendi ülkesinde yaşamaya mahkûmdurlar. Baksanıza, 1969 yılının tam da bu ayları, ne muazzam benzerlikler gösteriyor yaşadıklarımızla.
Bir kere şimdi
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması gündemde olan
iktidar,
Meclis’in yaz boyunca çalıştırılmasından yana ve anamuhalefet partisi
Cumhuriyet Halk Partisi
tatil girmesini ister iken, 1969 Haziran’ında tam aksi bir
manzara hakim
siyaset sahnesine.
CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü yaz boyunca Meclis’in çalışmasını istiyor fakat o tarihte iktidarda olan Süleyman
Demirel Meclis ve Senato’nun tatile girmesi için ter döküyordu.
Peki niçin ter döküyordu İnönü? Ve Demirel neden kapatmak istiyordu Meclis’i? Olayları biraz başa doğru sarmak lazım bunu öğrenmek için.
Malum 1961 Anayasası, 27
Mayıs darbesini yapan ekibi korumasına almış ve Demokratların yeniden siyasete girmesini engellemişti. Darbecileri koruyan ‘özel’ maddeler o tarihlerde kaldırılamazdı belki ama hiç değilse hâlâ
halkın kalbinde sevgisini koruduğu DP’lilerin affı ve siyasete dönmeleri neden mümkün olmasındı?
Bunun için ilk adımı Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay atmış ve
Kayseri’de
hapis cezasını çekmekte olan
Celal Bayar ve arkadaşlarını affetmişti. Ancak sorun sadece hapisten kurtulmak değildi. Bu affı, siyasi hakların iadesi takip etmeliydi ki, zaten Bayar’ın eski defterleri bir kenara koyup İnönü ile görüşmesinin hedefinde bu vardı. İki ezeli
rakip arasındaki bu yakınlaşma elbette siyasi hesaplarla alakalıydı.
İnönü’nün hesabı, biraz
Devlet Bahçeli’nin
türban konusunda
AK Parti’ye yönelik sıkıştırma stratejisini andırıyor. Hem Demirel’i, devamı olduğunu iddia ederek oylarını aldığı Demokrat seçmenlere hep
vaat ettiği fakat bir türlü hayata geçiremediği siyasi hakların iadesi konusunda köşeye sıkıştırmak, hem de
27 Mayıs’ı yapıp
Menderes ve arkadaşlarını idam eden ve halkın tepkisini alan darbecilerden farklı, hatta
özgürlük havarisi olduklarını ispatlamak üzerine kuruluydu strateji. Tabii yaklaşan seçimlerde daha fazla oy almak da vardı hesaplar arasında. Bir taşla birkaç kuş birden vuruyordu İnönü.
Bayar, ‘yeni Menderes’ olarak piyasa çıkan ve söylemlerinde gizli veya açık, DP’nin devamı olduğunu beyan eden Demirel’in siyasî haklar konusunda somut bir adım atmayışı karşısında AP içindeki adamlarını harekete geçirerek iktidar üzerinde
baskı kurmak istiyordu. Öte yandan biz desteğimizi çekersek Demirel düşer tehdidini aba
altından göstermeyi de
ihmal etmiyordu. Bu amaçla İnönü gibi bir ezeli rakibi Pembe
Köşk’te ziyaret edip desteğini istemişti.
Oyundaki üçüncü figür olan Demirel, Bayar-İnönü buluşmasıyla köşeye sıkışmıştı. Yıllar yılı Demokratlara haklarını iade edeceğini söyleyip oy alan ama bunu bir türlü gerçekleştirmeyen Demirel, CHP’nin kontratağı karşısında tam anlamıyla köşeye sıkışmıştı. İnönü, Meclis’e gelmesi halinde DP’lilerin affı lehine oy kullanacaklarını beyan etmiş, ‘Hodri meydan’ demişti. Bu durumda Meclis’ten kaçış imkânı kalmamıştı Demirel’in. 15 Mayıs 1969’da
oylama yapıldığında
Anayasa değişikliği için gerekli
parmak sayısına ulaşıldığı görülmüş, 309 oyla
kanun kabul edilmişti. Değişiklik
senatoda da kabul edildi mi, artık elindeki kartı kaybedecekti.
Ancak ne olduysa bu sırada oldu ve 17 Mayıs tarihli “Cumhuriyet” gazetesi, “
Ordu Anayasa değişikliğine hayır dedi” manşetiyle çıktı. Komutanlar Sunay başkanlığında
Çankaya Köşkü’nde toplantı üstüne toplantı yapıyordu. Nihayet Sunay’ın
19 Mayıs mesajı bardağı taşıracak, o da Anayasa değişikliğine karşı olduğunu açıklayacaktı. Kanunun hiç değilse Senato’dan geçmemesi için baskı yapılıyordu.
Anlayacağınız
Türkiye tam bir darbe havasına girmişti. Nitekim Demirel iki defa MİT başkanıyla görüşecek, CHP MYK üst üste toplanacak, İnönü ise geri adım atmayacağını ilan edecekti. Gerçekten samimi miydi değil miydi, tartışıladursun, İnönü’nün askerî darbe yanlılarına tokat gibi verdiği şu
muhtıra, bence
demokrasi tarihimize altın harflerle yazılacaktır:
“Biz tam kadro olarak Senato’ya gidip oy kullanacağız… İsterlerse gelip bizi parlamentodan alsınlar.”
Nitekim 20 Mayıs’ta CHP’nin zoruyla toplanan Senato, af kanununu AP’lilerin engellemesi yüzünden görüşememiş ve dağılmıştır.
Manzara son derece ilginç bir hal almıştır. Demokratların devamı olduğunu söyleyen Demirel, askerden tehdit gelince kanunun çıkmaması için elinden geleni yapmakta, buna mukabil CHP, özgürlükleri savunan ve neredeyse 27 Mayıs’a karşı hareket eden bir parti kimliğine bürünmüş, saflar yer değiştirmiştir.
Demirel ne kadar geri çekilirse, onu köşeye sıkıştıran İnönü, boşalan mevzilere sızıyor ve işi, Cumhurbaşkanı’na
mektup yazmaya ve darbe tehditlerine karşı çıkmaya kadar götürüyordu. Nitekim 2
1 Mayıs tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde İnönü’nün bizzat Sunay’ı ihtilali kışkırtmakla suçlayan ve dolayısıyla darbe heveslilerini mat eden tarihî mektubu yayınlanacaktı. Bu mektubu, bir başka mektubun takip etmesi gecikmedi. İnönü’nün 15
Eylül 1961 günü
Cemal Gürsel’e idamların
infaz edilmemesi için yazdığı mektup, 29 Mayıs’ta basında yayınlanacak ve Milli Şef’in o günkü tavrını aslında 27 Mayıs’ın hemen arkasından da takındığı ilan edilecekti. Ne var ki, aynı gün Demirel’in baskısıyla Meclis ve Senato tatile girecek ve af konusu da dahil olmak üzere Türkiye’nin acil çözüm bekleyen meseleleri seçimden sonraya bırakılacaktı.
1969 seçimlerini müteakip toplanan senato, DP’lilere siyasi haklarını iade eden kanunu çıkaracak fakat bu defa da bildik bir engele takılacaktı. Askerin İnönü’yü ezip geçemediği görülünce bu defa
Anayasa Mahkemesi devreye girecek ve tıpkı geçtiğimiz günlerde olduğu gibi Anayasa değişikliklerini usul değil, esas yönünden
denetleme yetkisine sahip olduğunu iddia ederek, yani yetkisini aşıp bir hukuk darbesi yapacaktı. Halbuki Mahkeme’nin sadece ‘uygunluk’ yönünden Anayasa iradesini denetleme yetkisi vardır, yerindelik yönünden bile yoktur. Ama her darbe kendi hukukunu hazırlamakta mahirdir.
1969’dan bu yana 39 yıl geçmiş. İnönü rolünü bugün kim oynuyor, Demirel rolü kimin üzerinde, siz karar verin artık.
MUSTAFA ARMAĞAN - ZAMAN