Hiçbir şekilde
laiklikten uzaklaşma yok.
Türkiye derin değişim süreçlerinden geçiyor. Yeni
sınıflar oluşuyor. Şehirleşme ve sosyal mobilite çok hızlı gelişiyor. Yeni gruplar güç kazandıkça, geleneksel elitlere meydan okumuş oluyorlar" diyor.
İŞTE YENİ ŞAFAK'TAN MEHMET GÜNDEM'İN ROPÖRTAJI
Prof. Dr. Elisabeth Özdalga: Güç kaybedenler rahatsız
Normalleşiyoruz aslında…
Devletin
topluma hükmetme stratejisi gelişti de, toplumu anlama stratejisi gelişmedi. Bu nedenle
yönetim tarzı ile toplumun sosyolojik yapısı ve sosyal gerçekliği arasında tezatlar oluştu. Baskı ve korkular da buradan besleniyor.
Bu 'kör noktada' seyreden din ve laiklik
tartışmaları da öteki 'acil ve gerçek' sorunların tartışılıp çözülmesine engel oluyor. Değişim kapıya dayandığında devlet statükoya sarılıyor,
halk is
e devlet ve aygıtlarını dönüştürme gücüne sahip yeni bir paradigma bekliyor. Siyasal kadrolar da bürokrasiyi aşacak gücü arıyor.
Biliyoruz ki, bu
ülkede ne din, ne de laiklik, ne kendi içinde ne de çapraz olarak derin bir problem yaşamıyor.
Problem devleti sahiplenerek, halkı da gütme psikolojisine kapılmış 'sorunlu' bir
azınlık zihniyetin varlığıdır. Bunlar hukuku açıkça ihlal ederler, ayrıcalık, imkan ve güçleri ellerinden gitme ihtimali belirdiğinde
kaos için çalışırlar, hatta darbelere ortam hazırlarlar.
Artık Türkiye'de elitler
siyaseti yerine, sosyolojik dinamiklerden çıkan, oradan beslenen kişilerin temsiline dayanan siyasetin imkan ve kabiliyeti belirmiştir. Bugünkü
kavganın nedeni de budur zaten…
Bütün dirençlere, hırçınlıklara rağmen yol açılmıştır. Her şey yerini bulacak, yönetmek keyfilikten çıkacak, sorumluluk yükleyecek onlara. Dinin aşkın hedefleri olduğu, devlete talip olmadığı algılanacak, laikliğin de din olmadığı görülecek…
Yeter ki, ideolojik seferberlikten çıkıp 'anlamak' için bakalım. Ezberlerimiz, düşüncelerimiz, algılamalarımız, kurumlarımız hızla normalleşiyor... Prof Dr. Elesabeth Özdalga normalleşme sürecine katkı sağlayan çalışmalara
imza atan az sayıda sosyologdan birisidir.
Saha çalışması yaptınız, başörtülü kızların kültür ve anlam dünyalarını incelediniz. Başörtülüler başlarını örterken ya da açmak zorunda kaldıklarında nasıl bir kimlik sergilediler; bireyci mi, cemaatçi mi?
Buna
cevap vermek zor. İnsan hem bireysel kimliğini koruyabilir, hem bir cemaatin parçası olabilir. Bu tutumlar arasında katı bir çizgi çekmek zor. Bir insanın kimliği bazen bireyci, bazen cemaatçi olabilir. İnsan hiç bir zaman tek boyutlu değil. Sonra bugünkü cemaatler tamamen içine kapanık değil.
Peki, bu ayrımın neden bu kadar çok üstünde duruluyor?
Çünkü başörtüsü bağlamında bireyci kimliği ağır basan kişiler daha kabul görebiliyor. Cemaatçi başörtülüler ise tehlikeli, onlardan kurtulmak lazım, diye düşünülüyor.
"Bu kızlar İslami bir rejime odaklanmıyor, aslında kişisel özgürlüklerini, onurlarını, mesleki hırslarını savunuyorlar" diyorsunuz...
Evet, dindarlardan korkanlara, başını örtmek isteyen öğrenciler ile diğer kadınların bizden farklı olmadığını nasıl anlatmak lazım?
Zor...
Türkiye'de otoriter ve dine dayalı rejim için şartlar müsait değil. Çok marjinal gruplar hariç kimse laik rejimi sorgulamıyor. İnsanların
demokrasiden şikayeti yok. Demokrasi eksik uygulanıyor diye yakınıyor insanlar. Demokrasiden şikayet edenler varsa, o şikayetler daha çok devlet ve devlete yakın çevrelerden geliyor.
Sürüp giden yasakçı tavırda "insan onuru" nerede?
Dikkate alınmıyor. Empati eksikliği var. Özgürlüklerin karşılıklı olması gerekiyor.
Alman filozof Immanuel Kant; “Gerçek özgürlük, sorumluluğa dayanan özgürlüktür” diyor. Karşı tarafa sorumlulukla yaklaşabilen insan gerçek anlamda özgür oluyor.
BAŞÖRTÜSÜ LAİKLİĞE KARŞI BİR SİMGE DEĞİL
Başörtüsü iddia edildiği gibi siyasal simge mi?
Türkiye'de siyaset demokratik kurallara göre yapılıyor. Siyaset deyince olumsuz, diktatörlüğe veya din devletine dayanan bir özlem kastedilmiyor. Onun için Türkiye'de başörtüsünün laikliğe karşı olmayan ama aynı zamanda siyasal bir simge olması pekala mümkün. Bu demek değildir ki, başını örtenler veya örtmek isteyenlerin aklı hep siyasetle, özellikle
AK Parti'yle meşgul. Türkiye'de sade vatandaş ne kadar siyasetle meşgul veya meşgul değil ise, başörtülülerin arasında da benzeyen bir durum sözkonusu.
Baykal, tesettürün yabancı bir üniforma olduğunu söylemişti. Tesettür yerli mi, yabancı mı?
Tesettür modası anlaması zor bir yöne doğru gelişti son yıllarda. 80'li ve 90'li yıllarda
türban, başın arkasında bağlanan, boynu ve
kulakları kısmen açık bırakan bir örtünme şekliydi. Çağdaş örtünme deyince bu kastediliyordu. Böyle bir türban daha çok öğrencilerin taktığı büyük, omuzları da kapayan eşarplara karşı alternatif, resmi çevrelerde çağdaş denen bir örtünme şekli idi. Bugün ise türban israfa kaçan bir
kıyafet ile birlikte takılan bir örtünme modelini temsil ediyor.
TESETTÜR SADEYDİ ŞİMDİ GÖSTERİŞLİ
Yani zaman içerisinde değişim ve anlam kayması oldu…
80'li ve 90'li yıllarda tesettürlü öğrenciler arasında sade, mütevazı ve
vücut hatlarına dikkat çekmeyecek şekilde giyinme ideali vardı. Bu ideal değişmiş görünüyor. Saç,
boyun ve kulak görünmemeli. Ama kıyafetin geri kalan kısmına gelince alabildiğine fantezi, gösterişli, bazen de dar ve hatta seksi kıyafetler olabiliyor. Böyle bir ortamda, saç, nerede ise negatif anlamda bir fetiş haline gelmiş gibi görünüyor. Bu da sorular getiriyor insanın aklına.
Ne gibi?
Bugünkü türban, yani baş örtme şeklindeki katılık, daha çok Hanbeli anlayışına uygun gibi görünüyor. Türkiye'de hakim olan Hanefi geleneği ise, daha çok insanın ruhu ve iç dünyası ile ilgili. Dolayısıyla Türk geleneği, fiil ve
eylem konusunda daha hoşgörülü, davranış kurallarına daha rahat yaklaşabilen bir tutumu temsil ediyor. O perspektiften bakınca, dediğim gibi son yıllarda açıklaması zor bir
giyim tarzı oluştu.
Bu durum tesettürün amacıyla ile bağdaşıyor mu?
O soruya tabii ki biz, hele hele devlet yöneticileri hiç cevap veremeyiz. O ancak hareketin icinde olanların iç muhasebesi ile ilgili.
Avrupa'dan bakınca Türkiye'nin laik görüntüsüne; başörtüsünü yasaklamak mı, özgürlük bağlamında görünür kılmak mı zarar veriyor?
Eğer üniversiteler diyorsanız, zararı tabiî ki yasaklamak veriyor. Türkiye'de olup biteni takip eden insanlar yasağı anlamakta zorluk çekiyor zaten.
AKP'nin siyasal tarzı Türkiye'deki modernleşmeyi nasıl etkiliyor?
AK Parti 2002'de iktidara geldikten bu yana Türkiye'yi modernleşme yolunda ileriye götürdü. Özellikle AB konusunda başarılı reformlar yaptı. Gerçi 22 Temmuz seçimlerinden bu yana bir durgunluk yaşanıyor…
Türkiye laiklikten uzaklaşıyor mu?
Tam tersine,
demokratikleşme süreci ilerlediği ölçüde laikliğin sağlamlaştığını düşünüyorum.
Muhafazakârlaşıyor mu?
Türkiye her zaman muhafazakar bir ülke oldu. İktidara gelen partiler her zaman ağırlıklı olarak muhafazakar partiler.
Muhafazalık laikliğin karşıtı halinde mi algılanıyor?
Katı laikçi çevre maalesef öyle sanıyor.
KAVGA NEDENİ DERİN DEĞİŞİM
Türkiye'de dine karşı olan tavrı anlamakta güçlük çekiyor musunuz? Neden başörtüsü ile ilgili bu kadar yoğun bir tartışma-çatışma var?
Başörtüsü tartışması, bir toplumsal çekişmenin, hesaplaşmanın görünen
küçük kısmı diye düşünüyorum. Yani aysbergin tepesi.
Aysbergin gövdesi nedir, o zaman?
Türkiye derin değişim sürecinden geçiyor. Yeni sınıflar oluşuyor. Şehirleşme ve sosyal mobilite hızlı gelişiyor. Yeni gruplar güç kazandıkça, geleneksel elitlere meydan okuyorlar. Güç kaybedenler rahatsız. Önemli fay hatları söz konusu:
Kültürel, yani din; etnik, yani
Kürt sorunu; sınıf, yani gelir eşitsizliği; siyasi, yani devlet-toplum ilişkisi. Bugün Alman filozof Hegel'in gölgesi ağır basıyor Türkiye'de.
Hegel'in hangi yönü ağır basıyor?
Tarih yazımında diyalektik metoda yol açan Hegel değil, ama devlet olgusunu yücelten Hegel. Türkiye'de devlet geleneği çok kuvvetli.
Osmanlı beş asırdan fazla iktidarını koruyan güçlü devlet yapısına sahipti. O sayede Türkiye modern milli devlete nispeten kolay geçiş sağlayadı. Cumhuriyetin ilk dönemlerde bir avantaj olan güçlü devlet geleneği, bugün modernleşme ve demokratikleşme süreçlerinde ayak bağı olmaya başladı. Ecevit'in 1970'lerdeki başarısızlığı, kısmen devlet bürokrasisinin teşkil ettiği engellerin aşamadığı içindir.
Özal da bir dönem önemli reformlar yaptı, ama sonra bir durgunluğa uğradı. Siyasi ve toplumsal vizyonlar, halk desteği, bunlar çok önemli, ama yeterli değil.
Vizyon ve halk desteğinin yanında ne gerekiyor?
Siyasi iktidarın devlet bürokrasisini kontrolü altında alabilmesi lazım. Bunu yapmak zor. Özal yakaladığı dinamiği devam ettiremedi ve
cumhurbaşkanı seçilip başbakanlıktan ayrıldı. Sıra AK Parti'de. Bakalım çok başarılı bir beş yıllık döneminden sonra reform hızını sürdürebilecek mi? Yoksa onun da girişimleri, tıpkı Ecevit'in veya Özal'ınki gibi devlet bürokrasisine ve güçlü devlet geleneğine takılacak mı?
CHP kendisinden başka kimseyi temsil etmiyor
Doktora çalışmanız CHP üzerineydi, "Atatürk'ün İzinde" başlığını taşıyordu...
Doktora tezim 1970'li yılların
CHP'si üzerinde idi. Ecevit yeni lider seçilmişti. Özgürlükçü ve reformcu bir demokratik sol ideolojiyi temsil ediyordu. Önemli bir toplumsal güce dayanarak iktidara gelmişti.
Baykal'ın CHP'si?
Bugünkü CHP bir halk ve toplum partisi olmaktan çok uzak. Daha çok devlet ile özdeşleşti. Toplumsal tabanını ve desteğini büyük ölçüde yitirdi.
CHP BURJUVAZİYLE DE TERS DÜŞTÜ
CHP neden Avrupa solunu yakalayamıyor?
70li yılların başında demokratik sola dönen CHP'nin sıkıntıları 70'li yılların sonuna doğru kendini belli etmeye başlamıştı. Halkın desteğini alarak Meclis'te çoğunluğa yakın bir temsil sağlayabildi. Ama iktidara geldikten sonra bocalamaya başladı, vizyonunu gerçekçi bir reform programına dönüştürmekte başarılı olamadı. Halk ile iktidarın arasında sıkıştı kaldı. Sonra 12
Eylül geldi. Parti bölündü. Ecevit yoluna DSP'de devam etti. Türkiye'nin geri kalan ortanın solu veya ılımlı sol hareketi de kendini yenileyemedi. CHP bugün kendisinden başka pek kimseyi temsil etmiyor. CHP'ye oy veren bir çok insan kerhen veriyor. Onun için bu parti devletin altına sığınmak zorunda kaldı. CHP'nin bugün sahip olduğu otoriter ve anti-liberal devlet anlayışı, modern ve dünyaya açılmak arzusunda olan bir burjuvazinin arayışlarına bile ters düşüyor. CHP bu dinamiklerin bile dışında ve gerisinde kaldı.
İdeolojik seferberlik var
Türban ile ilgili yasal değişmelerin toplumsal karşılığı, karşı çıkanların sınıfsal konumlarını etkiliyor mu/etkileyecek mi?
Kendilerini devletin sahibi olarak gören bir kısım yargı mensupları ve üniversite yöneticileri bugün başörtülü veya başını örtmek isteyen öğrencilere karşı ideolojik bir seferberlik sürdürüyorlar. Onlar için kıyafetin çok önemli olduğunu zannetmiyorum. Asıl
davaları devleti korumak. Fakat bunu yaparken otoriter ve modernlikle hiç bağdaşmayan bir toplumsal sürece
destek vermiş oluyorlar. O nedenle, asıl çağdışı eğilimi bu kesim temsil ediyor.
Kılık kıyafet ombudsmanı lazım
Başörtüsünü 'rejim dayatması' olarak algılayanlar var…
Bir dava kazanmak için haklı olmak yetmez. Dava hakkında akıllı bir yol izlemek gerekiyor. Yani, iyi bir
savunma şart.
O perspektiften bakınca başörtüsüyle ilgili son süreçler pek iyi gelişmedi. Yeni
Anayasa teklifinin bir parçası olarak sunulsaydı belki daha iyi olurdu. O çerçevede muhalefete güven verici önlemler de alınabilirdi. Mesela bu konuda bir ombudsman kurumu oluşturulabilirdi.
Ombudsman...
Bir bağımsız kamusal denetim organı olarak ombudsman. Bu aslında
İsveç kökenli bir
uygulama. Ombudsman parlamento tarafından atanan bir ya da birkaç kamu görevlisidir. Hükümete karşı olduğu kadar parlamentoya karşı da bağımsızdır. Yönetimin ve uygulamanın
mağdur ettiği bireylerin şikayetleri üzerine harekete geçer. Geniş bir
soruşturma ve araştırma yetkisi vardır. Yapılan haksızlıkları ortaya koyup, takdir yetkisinin kötüye kullanılmasını engellemekle görevlidir. İsveç'te değişik konularda ombudsmanlar vardır. Türkiye'de neden bir kılık kıyafet ombudsmanı olmasın?
Olabilir mi?
Böyle bir kurumun amacı, hem örtünenler, hem örtünmeyenlerin kıyafet konusundaki şikayetlerini değerlendirmek ve gerekli tedbirleri yerine getirmek olabilirdi. Böyle bir
düzenleme muhalefetin endişelerini de bir parça giderebilirdi. Neticede AK Parti, başörtüsü davasında bu sefer daha hazırlıklı olabilirdi ve daha iyi avukatlık yapabilirdi…
MEHMET GÜNDEM- YENİ ŞAFAK