Türkiye’de artık herkes ayaklarını 12 Eylül’deki
referandum sonuçlarına göre uzatıyor. MHP Genel Başkanı
Devlet Bahçeli hariç, eskisi gibi siyasilerde
öfke nöbeti pek gözlemlenmiyor.
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdardoğlu, başarısızlık söylemleri ve olağanüstü kurultay çağrılarına rağmen, ‘siniri alınmışlık’ hâlini fazlasıyla koruyor. İlk
Avrupa ziyaretinde dile getirdiklerinin sahiciliği ileriki dönemlerde netleşecekse de en azından bugünlerde umutlandırıyor. Ancak bir yakasında 6 oklu rozeti taşıyan Kılıçdaroğlu’nun diğer yakası bundan böyle “CHP acaba Sosyalist Enternasyonal’den dışlanmışlığını, bu hamlelerle ‘bertaraf’ edebilecek mi?” sorusunun sahiplerince sıkı sıkıya tutulacağa benziyor.
Avrupa Birliği (AB)’nin merkezi Brüksel’de 27
Mayıs 1960 darbesini eleştiren ve darbecilerce astırılan dönemin Demokrat Partili (DP) başbakanı Adnan Menderes’in kabrini şartların müsaitliğine göre ziyaret edebileceğini belirten CHP lideri, bir sonraki durağı Berlin’de
Almanya’nın sosyal demokratlarıyla görüşürken de ‘ezber bozma’ gayretini sürdürüyordu. Şu sözler ona ait: “Bugün için laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Eğer tehlikede dersek bunun altını doldurmak lazım, askıda kalır, gerekçelendiremem. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerektiği de görülüyor.” Kılıçdaroğlu, başörtülü üniversite öğrencilerinin üzerindeki her türlü baskının ortadan kaldırılması gerektiğini de söylüyordu.
Alman
Yeşiller Partisi
Eşbaşkanı Cem
Özdemir’in, aynı görevi paylaştığı
Claudia Roth ile birlikte ağırladığı Kılıçdaroğlu’na söyledikleri de çok manidar: “Biz Türkiye’de AKP’ye değil, seçilmiş hükümete
destek veriyoruz. Bundan sonra gelip mitingler yapabiliriz.” CHP, hakiki bir sosyal demokrat partiye dönüşür mü?
AK Parti, ‘
yaşam alanına müdahale’ korkularını bitirebilir mi?
Kürt problemi nasıl aşılabilir? Temelde bu konulara dair sorular yönelttiğimiz Özdemir, CHP’nin Avrupa’daki sosyal demokrat hareketle çıkış ve varılan nokta itibariyle ‘kökten’ ayrıştığını vurguluyor. İşçi hareketinden gelmediğini hatırlattığı CHP’ye özünde iki ilaçlık bir reçete öneriyor: “
Cumhuriyet elitleri kendi
halkına açılmalı”, “Parti yüzünü yoksullara döndürmeli.” AK Parti’ye de mühim tavsiyeleri var Özdemir’in. Yeşil reçetenin detayları aşağıda.
-Türkiye’deki son referandumun sonuçlarını ve AB sürecine muhtemel etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Referandum sonuçlarını çok yönlü değerlendirmeye çalışıyorum. Sonucu genel olarak olumlu karşılıyorum. Bu değişiklikler Türkiye’yi Avrupa’ya yaklaştıracak. Bu sonuçla
demokratikleşme sürecinde ilerleme sağlanmış oldu ama daha fazlasına ihtiyaç var. Cumhurbaşkanı Gül ve
Başbakan Erdoğan’ın yeni anayasanın toplumun tüm kesimlerinin dâhil olduğu bir süreçte hazırlanacağı taahhüdünde bulunmasını çok önemsiyorum.
-Sizce halk ne gibi
mesajlar verdi bu oylamayla?
Bu referandum pek çok
seçmen açısından AKP’ye hayır ya da
evet referandumu anlamına geliyordu. Bunun hakkında sükûnetle düşünmek lazım. Çok sayıda seçmen anayasa referandumu ile ilgilenmiyordu, bunu “AKP’ye hayır demek için” bir vesile olarak gördü. Bu derin güvensizlik nereden geliyor? Bunun tarihî nedenleri var. Kimi politik tavırlardan ve söylenen sözlerden de kaynaklanıyor. Açılım girişimlerinde hatalar var, kimi kesimlerin ise dışlanıyoruz korkuları var. Mesele sadece
laiklik meselesi de değil. Birkaç örnekle anlatmak isterim. Solcu
Alevilerin bir kesiminin sempatisini toplayan EDP evet derken; niye Alevi çoğunluk hayır dedi? Kürt çoğunluktan farklı olarak
Sünni Zazalar genellikle evet derken, Alevi Zazalar Dersim’de çok farklı davrandı. Batılı hayat tarzının
egemen olduğu sahil şeridi ve Aleviler AKP’ye büyük güvensizlik duyuyor. Mesele şu: Çok farklı kesimler kendi hayatlarına, inançlarına, kültürel kimliklerine müdahale edilmesinden korkuyor. Bu korku, başka dönemlerde, şimdi AKP’ye oy veren seçmen kitlesinin önemli bir kesimi için de söz konusuydu.
-Peki, BDP’nin boykotunda ne gibi mesajlar gizli?
‘Oyumu istiyorsan beni görmezden gelme’ tavrı bu. Çok etkili olduğunu kimse inkâr edemez. Hakkâri’de boykot oranı yüzde 93. Bir gazeteci ‘bu bir kopuştur’ diyor. Olayı, siyasi
rakip olarak ‘BDP ile mücadele’ yahut ‘
PKK terörü ile mücadele’ diye görürseniz, bu kopuş hızlanacak. Referandumun bir sonucu da bu.
Kürt meselesi gündem edilmek isteniyor. Bundan kaçınamazsınız. Uygun biçimlerini bulup Kürt meselesini herkes ile birlikte gündem edebilmek lazım. Tartışma ve çözüm arayışlarına toplumun tüm kesimlerini dâhil etmek lazım. Bir de konuyla bağlantılı olarak mutlaka belirtmek isterim: Her planlanan görüşmeyi, Ankara’da yapılacak her görüşmeyi, atılacak her adımı, her
tartışmayı
mayın patlamalarına endekslerseniz, provokatörlerin işi kolaylaşır o zaman. Güneydoğu’da, Doğu’da çok yol var, çok köy yolu var. Patlat mayını, boz siyasi çözüm arayışını. Siyaset barış karşıtlarının işini kolaylaştırmamalı. Barış arayışı ancak bombaya, mayına inat başarılı olabilir.
-Günümüz dünyasında sosyal
demokrasinin geçerli ilke,
kural, anlayış ve felsefesi hangi temeller üzerine oturmaktadır? Sosyal demokrasinin din, vicdan, ifade ve teşebbüs hürriyetiyle bir problemi olabilir mi?
Tarihsel olarak bakıldığında sosyal demokrasinin Batılı toplumların sekülerleşmesine çok büyük katkı yaptığını görmeliyiz. İşçi hareketleriyle kitleler kilisenin yörüngesinden çıktı. Sosyal demokrasi 19. yüzyılda kadınların oy hakkını, eşit oy hakkını savunuyordu. Geri kalmış ülkelerde, sömürgelerde sosyal demokrasi özgürleştirici ve sekülerleştirici rol oynadı. Bunlar daha Yeşil Hareket ortaya çıkmadan olan bitenler. Almanya’da sosyal demokratlarla
koalisyon yapan Yeşil hareketin bir
siyasetçisi olarak ise şöyle söyleyebilirim: Din, vicdan, ifade ve teşebbüs hürriyeti ile tabii ki problemimiz yok. Seküler toplumdan geri adım atılmasını ise hiçbir şekilde düşünemeyiz. Artık din ve vicdan hürriyeti yanında
çocuk hakları, kadın hak ve özgürlükleri, eşcinsellerin özgürlüğü gibi konular da çağdaş medeniyetin olmazsa olmaz parçası.
-Avrupa’daki sosyal demokrat anlayışla, bunu Türkiye’de temsil ettiklerini ifade eden siyasi partilerin -bilhassa CHP’nin- sergilediği politik davranışları kıyaslayabilir misiniz? Daha doğrusu ikisi arasındaki en belirgin fark nedir? CHP, gerçek manada sosyal demokrat bir yaklaşıma sahip mi, söylemlerini dikkate aldığımızda?
Gördüğüm kadarıyla Türkiye mozaiği içerisinde derin güvensizlikler var. Türkiye yaşam tarzından etnik kimliklere, dinsel inançlardan ideolojilere kadar, konuşulan ana dillerine kadar tam bir mozaik. Bazı partiler bu mozaiğin bir kesiminin temsilcisi gibi, bir şeylerin adına hareket ederlerse diğer kesimlerden oy alamazlar. Elbette sırf oy almak için kimsenin kendi prensiplerinden vazgeçmesi söz konusu olmaz. Ama bu mozaik içinde güvensizlikleri aşan, bir başka deyimle çok farklı kesimlere güven verebilen siyasetler başarılı olacak. Bunu Avrupa sosyal demokrasisi ile karşılaştırmak da çok doğru değil. Avrupa’da sosyal demokrasi zamanında
işçi hareketinin dışına da açıldı, oy tabanını genişletti. Bunu Türkiye’de bire bir aramanız filan mümkün değil. Bilindiği gibi CHP işçi hareketinden gelmiyor. Yoksullar ise AKP’ye oy veriyorlar. Meseleyi Cumhuriyet elitlerinin kendi halkına açılması ve bunun yanında yoksullara yönelme olarak ortaya koymak daha doğru olur. AKP hükümeti
açılım politikaları ile başarılı-başarısız kendisine uzak kesimlerle bir
masaya oturuyor. CHP de bunu yapabilir. Tüm Türkiye bunu yapmalı. Hatta açılım kelimesi içeriğine bakılmadan kötü yorumlanır oldu. Bunun yerine yuvarlak masa toplantıları diyelim, güvensizlikleri aşma toplantıları diyelim. Bu toplantılarda herkes kendisi için ne istediğini söylesin, bana zorla bir şey yaptırmayacağı konusunda güven versin. Çok farklı kesimler kendi hayatlarına, inançlarına, kültürel kimliklerine müdahale edilmesini istemediklerini anlatsınlar, örneğin ana dilinde eğitim gibi, ne istediklerini anlatsınlar. Başkalarına müdahale etmeyecekleri yönünde de güven oluştursunlar. Hepsi bu. cemevlerinin
ibadethane sayılması, anadilinde eğitim, İslami dinî eğitim... Bunlar özgürlüklerdir. Zorunlu din dersi ise özgürlüğe müdahaledir.