Son Saat, Yeni
İstanbul,
Vatan, Havadis, Akşam,
Milliyet,
Hürriyet,
Güneş, Milliyet… derken meslekte 50 yılı devirdi Hasan Pulur.
Gazetecinin bireysel tarihinin, yaşadığı toplumun sosyal-siyasal tarihiyle ne denli iç içe olduğunu iyi bilen bir başka
gazeteci Sefa
Kaplan, '
kavga' ile başlayan Hasan Pulur tanışıklığını yıllar sonra "Olaylar ve İnsanlar'ın Peşinde Bir Ömür" başlığında bir Hasan Pulur biyografisine dönüştürdü. Bir tarafta ilkeli bir gazetecinin sorgulayışı refleksi, diğer tarafta dört
darbe dönemini yaşamış, hayatından geçen nice yayını yönetmeni ve patron ile 50 yılı geride bırakmış 'hoca'nın tecrübesi olunca, kitap hem tarihi hem de bugünü okumak isteyenlere özel dipnotları veriyor. Geçmişe dönük her yazı insanın kendisiyle hesaplaşması, tarihle yüzleşmesidir. Doğru ve yanlışıyla bu da bir cesaret işidir…
* * *
Siyasetçi gazeteciye nasıl bakıyor?
Genelde nasıl kullanabilirim diye bakar. Şu 'abi' lafı araya girdiği zaman gazeteci ile politikacı arasındaki mesafe kayboluyor. Gazetecileri en iyi kullanan
Özal'dır. Keyifle anlatırdı... Bir konuyu
gündem getirecekse, ünlü bir gazeteciyi arar, o da ertesi gün köşesinde "
Başbakan beni aradı, şunları konuştuk" diye yazar, Özal işini yaparken, gazeteci de bunu kendinden bilirdi...
Büyükanıt'ın
Harp Akademileri konuşması üzerine bir hafta önceden o kadar çok yayın yapıldı ki... Gazetecileri, kamuoyunu yönlendirmede
araç olarak mı kullanıyorlar sorusunu akla getiriyor Özal örneği
Bunu bize kimse dayatmıyor, kendiliğimizden yapıyoruz. Bu meslek her zaman güçten yana tavır koymuştur. Bürokrasi de öyledir.
Anayasa Mahkemesi 12 Eylül'den sonra biat etti. 28
Şubat'ta Onuncu Yıl Marşı'nı kim söyledi.
BASIN DARBELERE TEPKİSİZ
Meslekte 50 yılı devirdiniz. Üç
modern, bir de postmodern darbeye
tanık oldunuz...
Birkaç
küçük gazete hariç Türk basını 27
Mayıs'ı 'hoş geldin' diye karşıladı. 12 Mart'ta basın tipik bir şaşkınlık içindeydi. Sıkıyönetimle geldiğinden kimse sesini fazla çıkaramadı.
Asker varken bizde kimse kahramanlık yapamaz... 12 Eylül'ün ilk günlerinde çoğunluk darbeyi 'can pazarından kurtuluş' olarak gördü. Sesini çıkartmayanlar daha sonra esip kükrer oldular.
28 Şubat...
28 Şubat'ı bunlardan ayıran 'ateşi maşa ile tutmak' tır. Onuncu Yıl Marşı modası çıktı. Hakimler, savcılar,
sivil toplumcular toplanıyor, yürüyüşler yapılıyor, marş söyleniyordu. Askere kimler biat etmedi ki? Sorunlar darbesiz de çözülebilirdi. Darbede askerler kadar siviller de suçludur. Büyük basın 28 Şubat'ın yanındaydı, ortamını da hazırlamıştı.
27 Mayıs'tan beri, darbelere ilk zamanlarında basının tepki gösterdiğini hiç görmedim.
Basın darbelerin hep içinde mi olur?
Bilerek veya bilmeyerek içinde yer alır. Basın sadece askerin değil siyasi süreçlerin de içindedir.
YETER Kİ İŞLERİM YÜRÜSÜN…
Siz darbelere
destek verdiniz mi?
27 Mayıs'a gönülden destek verdim, 28 Şubat'a ciddi bir desteğim olmadı, ama
iktidarın
laiklik karşıtı davranışlarını eleştirdim. Fakat "bizi ancak asker kurtarır" diye bir yaklaşıma girmedim. Benim 27 Mayısçılarla, 12 Martçılarla, 12 Eylülcülerle ciddi ilişkilerim oldu, ama 28 Şubatçılarla hiç ilişkim olmadı. Aralarında bir tek
Çevik Bir'i tanırdım. Onu da Evren'in yaveriyken tanıdım. Askeri yönetimlerin gazete
kapatma yetkisi oldukça, gazeteler onlara direnemez. 'Direnmek ister mi' dersen, o da ayrı bir mesele. Çok önemli bir gazete patronu "Benim için hiçbir şey ifade etmez. Komünistler gelirse onları da desteklerim. Yeter ki, gazetemi çıkartayım, işlerimi yürüteyim" derdi hep.
Türkiye'de işler o kadar çok ideolojik-teorik değildir, daha çok pratiktir.
Basının askerlerle en fazla
işbirliği yaptığı darbe hangisidir?
27 Mayıs ve 28 Şubat. 12 Eylül'de
gönüllü olarak değil ama fiili olarak desteklenmiştir.
Asker, ortam hazırlamada medyayı mı kullanıyor?
Bu işi yapanlar o konularda çok iyi yetişmiş kurmaylardır. Psikolojik savaşın nasıl yapılacağını, medyanın nasıl kullanılacağını askerler ile
emniyet çok iyi bilir. Bugün üniversitelerde sosyolog,
psikolog olarak geçinenler bunların farkında bile değildir. 28 Şubat
psikolojik mücadelenin başarıyla uygulandığı bir süreçtir. Öyle ki 28 Şubat sivil ve askerlerin ortak eylemi haline geldi. Bir iki yayın organı dışında karşı çıkanı görmedim, görmüyorum. O gün kendilerine 'sivil başçavuş' lakapları takılanlar şimdi kahramanca liberal demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü savunuyorlar. Peki kışlalara gidip ağırlananlar kimdi?
GAZETECİNİN NE İŞİ VAR KIŞLADA?
Kimdi?
Gazetecileri alıp orduları tanıtma amacıyla kışlalara götürdüler. Kışlada yatırdılar gazetecileri ve geceleyin korksunlar diye de dışarıdaki nöbetçilere havaya ateş emri verdiler. Bunları bana
Çevik Bir anlatmıştı.
Medya desteği ol
masaydı 28 Şubat başarısız mı olurdu?
Basının rolü elbette çok büyüktür, ama askerler bir şeyi kafaya koymuşlarsa onu engellemek mümkün değildir. 28 Şubat'ı basın desteklemeyebilirdi. Sıkıyönetim, kapatılma tehlikesi falan yoktu, psikolojik
baskı vardı ama, işte
Aydın Doğan da askerlerden gelen baskıya direnebilmiştir. Gazetecileri savunan bir patronun olduğu görüldü. 28 Şubatçıların isteği ile
Mehmet Barlas, Canan Barlas, Mehmet Ali
Birand,
Cengiz Çandar Sabah'tan uzaklaştırıldılar. Aydın Bey'den de Milliyet'te bazı yazarların işine son verilmesi istendi. Aydın Bey, direndi, hiçbir yazarını
kurban vermedi.
Dinç Bilgin işsiz kaldı fakat 28 Şubat 'höt' deyince işten çıkarttıkları issiz kalmadı.
Andıç Sabah ve Hürriyet'te yayınlandı?
Andıçı yayınlamak başka benimsemek başka. Sadece andıç değil, bir de
manipülasyon haberler vardı.
Dinç Bilgin o haberlerin
Ankara'da nasıl hazırlanıp İstanbul'a
servis edildiğini anlattı...
ANKARA BÜROLARI ALET OLDU
Ankara büroları mı devrede?
Siyasilerle, askerlerle, bürokratlarla en yakın olanlar gazetelerin Ankara bürolarıdır. 28 Şubat döneminde de bürolardan insanlar çağrılıyor ve haberler yazdırılıyordu. Bunlar en büyük arızalarımızdır bizim. Asker kendi propagandasını yapıyor ama benim meslektaşım niye gidip ona alet oluyor? Bu meslekte hiç kimseye yaptığı yanlışın hesabı sorulmamıştır...
Dönemin Cumhurbaşkanı
Demirel de sürece hız verdi...
Süleyman o gün laikti, önde gidiyordu.
Mozart dinleyip 'işte çağdaş Türkiye" diye nutuk atıyordu. Bugün de aynı. Daha önce
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan'ın idamına '
evet' oyu veriyordu, grubuna dönüp vermeyen var mı diye sayıyordu. Bugünlerde, saygı duyduğum bazı insanlar da onun arkasına düşmüşler AKP'ye karşı ondan medet umuyorlar.
GAZETECİLİK GÖSTERİŞE DÖNÜŞTÜ
Lüks yaşayanlar habere koşar mı ki?
Erol Simavi, Zürih'te kendisinin pahalı diye girmediği bir otelden, bir gazetecinin ailesiyle birlikte çıktığını görünce şaşırmış. İş o hale geldi ki insan anlatırken utanıyor. 99 depreminde gazetenin yazarları Yalova'ya gidecekler, bazı yazarlarımız, "klimalı
araba yoksa gitmem" demişler.
Gazetecilik ilkelerine de pek fazla inanmıyoruz artık. Rüzgarla görüşlerini değiştiren çok insan vardır gazetecilikte.
Mehmet Yılmaz Milliyet'te yayın yönetmeni olunca ilk sizin odanıza gelmiş öyle mi?
Sanırım ilk ziyareti bana yaptı, "beraberiz" dedi. "Yaptıkların kabul edilebilir ama yöntemin biraz yanlış. Dozer gibi girdin araziye" dedim. Bu büyük bir tasfiyeyi Mehmet'in tek başına yapması mümkün değildi. Demek ki yönetimle anlaşmış. Babıali'nin en büyük tasfiyesini yaptı. Eski Milliyet'ten iz kalmasını pek istemedi, ama yaptığı gazete çok başarılı olamadı.
Milliyet'te neden istikrar oluşmuyor?
Abdi Bey'den sonra adı 'satılığa' çıktı. Dümende çok adam değişti. Çoğu Milliyet'i
atlama taşı olarak gördü. Aydın Bey de
satış konusunda sabıkalıdır, Korkmaz Yiğit'e sattı.
MESUT YILMAZ OPERASYONUYDU
Milliyet'i neden sattı Aydın Doğan?
Milliyet'in satılışı bir
Mesut Yılmaz operasyonudur. Ne övgüler yazıldı yeni patron için o gün... İlk günden dolar üzerinden
transfer parası alanlar olmuş. Çakıcı'nın kasetleri ortaya çıkınca millet cesaretlendi. Ecevit de Aydın Bey'i aramış; "Cumhuriyetin yetmiş beşinci yılına sizin de bir katkınız olsun, Milliyet'i geri alın" demiş. Kimisi sevinirken, kimisi de "ulan ben birtakım haltlar yedim, şimdi ne diyeceğiz patrona" hesabı içindeydi.
Onlardan hâlâ Milliyet'te olan var mı?
Birkaç tanesi var.
Yatak odası işini müesseseleştirdiler
"Nasıl
köşe yazarı olunur" yazınızda '
yatak odası' göndermeniz eleştirildi?
Bir kız çıkıyor birden bire star olmuyor,
dergi ve gazetelerde köşe yazarı oluyor. Sonra kız anlatıyor ki, bütün bunları şunun bunun tezgahından geçerek yapıyor. Falanın koynundan çıktım diye kendisi yazıyor, 4 ay peşinden koştum şimdi iki yıldır beraber yaşıyoruz diyor. Eski dönemde barlardan takılan meslektaşlarımız vardı, bunlar da onun başka türlüsü.
Münferit bir olay mı, müesseseleşmiş bir yapı mı bu?
Müesseseleştirilmiş.
Gazeteler bu açıdan
taciz altındadır.
Bazı kadın yazarlar için bu müessese işliyorsa, erkekler hak ederek mi oralarda duruyorlar?
Kadınları o hala getirenler erkekler zaten. Meslekte bütün kadınların böyle olduğunu söylemiyorum, zaten kendini bilen kadın yazarlar üzerlerine alınmadılar. Kastım zaten belli.
Hıncal Uluç, "benim köpekliğim uzun sürmesin" diyor. Ne seviyedir bu? Ölçümüz kalmadı. Mankenler omuzlarında dolaşıyor. Bir politikacı sırtında mankenle fotoğraf çektirse adama yapmadığımız kalmaz. Bizim meslekten birisi de, hadi onurdan vazgeçtim, hiç değilse bir politikacı kadar ciddi olmalı. Bir politikacı
İstiklal Caddesi'nde sıradan bir karıyı koluna takarak dolaşır mı? Ama bizimkiler o tür kadınlarla kokteyllere geliyor.
Haşmet Babaoğlu'nun yazısını nasıl buldunuz?
Böyle bir nesilden bunu bekliyordum. Bana yakışmadı, ama tahammül edilemez hale geldi, söyledim. Konsey'e şikayet etmişler. Dedim ki, ne uzlaşma
teklif ediyorum, ne de özür diliyorum, şu yazıları okuyun.
Bunca yılın sonunda geriye doğru baktığınızda ne diyorsunuz?
Değer miydi diye bir soru geliyor aklıma. İnsanı derin bir muhasebe bekliyor.
Bilgin parayı kimlere dağıttı?
Dinç Bilgin'in ifşaatları size ne diyor?
Anlattıkları onun yapısına çok uygundu. İktidar ve para insanın aklını başından alıyor ve kendinde birtakım güçler vehmettirmeye başlıyor. "Ben kazandığım kadar dağıttım" diyor. Kime dağıttı onu merak ediyorum. Gazeteciler para kazansınlar ama hak ederek. Bu mesleği para kazanılır hale getiren Cüneri Civaoğlu'dur.
Asker telkiniyle hiç yazı yazdınız mı?
Açıktan olmadı, ama asker zamanında öyle şeyler anlattı ki hepsi telkin olarak kaldı. Bu işleri iyi yaparlar.
Yayınlayamadığınız yazı oldu mu?
Çekerim tehdidi yaptığım oldu. Yaz işleri ile yazar uyumlu çalışmalı. "Yazıma dokundurtmam" lafı olmaz. Ertuğrul'un dediği gibi köşeler babamızın malı değil, ama biz de babalarının yazarı değiliz.
Gazetelerde patronun iktidarla ilişkilerini yürüten özel 'gazeteciler' olur mu?
Her zaman olur. Ama bu işe akıllı bir genel yayın müdürü kendisi girmez. Muhtemel iktidarlarla ilişkiyi götüren arkadaşlarımız vardır.