Bir yakınımız yoksa kolay kolay yolumuzun düşmeyeceği yerlerdendir cezaevleri. Çoğu zaman merak bile etmeyiz oradaki hayatı. Araştırmayız, sormayız. Bildiklerimiz yalnızca dizi ve filmlerde gördüklerimizle sınırlıdır. Bir koğuş ağası vardır zihinlerimizde bir de heybetli ceza
infaz memurları. Ama kimileri bizden çok daha yakındır dört
duvar arasında yaşamaya çalışanlara. Ne hükümlü ne de hükümlü yakınıdırlar üstelik. Görevleri gereği cezaevini mesken edinmişlerdir.
Ceza infaz memurları, psikologlar, doktorlar, öğretmenler mesela...
Vaize Sümeyra Özkan ve Halime Yıldız da üç buçuk yıldır haftanın neredeyse yarısını
demir parmaklıklar ardında geçiriyor. Vazifeleri,
Bakırköy Kadın ve
Çocuk Tutukevi`ndeki mahkûmlardan talep edenlere din eğitimi vermek. Bazen
dersliklerde Kur`an-ı Kerim öğretiyor, bazen de koğuşlara girip sohbet yapıyor,
tefsir dersleri işliyorlar. Biz de onların cezaevindeki bir günlerine eşlik ettik, derse girip mahkûmları dinledik.
Uzun ve
soğuk koridorların verdiği kasvet Halime Hoca`nın ders işlediği sınıfa girince çok uzağımızda kalıyor. Derslikte ortalama yirmi kişi var. Aslında altmış beş mahkûm varmış programa katılan. Fakat mekân cezaevi olunca derslerde tam sayıyı tutturmak zor oluyor. "Kimi
tahliye olup gidiyor, kimi o gün psikolojisi iyi olmadığından gelmiyor." diyor Halime Yıldız.
Her biri farklı sebeplerle düşmüş dört duvar arasına. Ancak dertleri, akıllarındaki soru işaretleri ortak: "Nasıl düştüm ben buraya ve nasıl geçecek burada hayat?!" Belki de bundan, en çok ne şekilde tövbe edeceklerini soruyorlar. Bir de tövbelerinin kabul olup olmayacağını...
Sohbet günlerinde koğuşlar ev gibi!
Koğuşlardaki sohbet günleri dışarıdaki ev hanımlarının programlarını aratmayacak türden. Sınırlı imkânlarla yapılan hazırlıkları duyunca şaşırmamak elde değil. Koğuşlara gelen bezelye yemeğinin taneleri yıkanıp
salata oluyor, bisküviden, elmadan pastalar yapılıyormuş.
Kur`an ve sohbet dersleri, mahkûmlara göre haftada üç gün nefes aldıkları, yaşadıklarına sabretmelerine vesile olacak bir etkinlik. Yalnızca kendileri öğrenmekle kalmıyor kursa katılanlar, diğer koğuşlardaki arkadaşlarına programlar düzenliyorlar. Mahkûmlardan biri "İşe yaradığımızı hissediyoruz." diyor anlatırken.
Halime Yıldız ve Sümeyra Özkan ise onların hocası olduğu kadar dert ortakları da. Bazen onları dinleyen kardeşleri oluyorlar, bazen de ellerini tutup konuşmadan bile çok şey anlatan büyükleri. Dertleriyle dertleniyor, hükümlülerin daha sağlıklı bir ruhla yaşamaları için ellerinden geleni yapıyorlar. En çok da çocuklarından ayrı olan anneler üzüyor onları. Bir de ara ara başlarına gelen olaylar. Bunlardan birini şöyle anlatıyor Halime Hoca: "İlk zamanlarda koğuşun birinde kendimizi tanıtıp din görevlisi olduğumuzu söyleyince bir hanım geldi yanımıza. Elinde kalın bir defter vardı. Defterde tövbe duaları yazılıydı. Bize onları gösteriyor ve `Lütfen daha var mı, varsa yazın.` diye soruyordu telaşlı şekilde. Tövbe kapısını bu kadar çalıp hâlâ arayış içinde olmasından çok etkilenmiştim." Mahkûmların ilgilerinden ise oldukça memnunlar. Çok yoğun bir talep varmış derslere. Kur`an-ı Kerim`i öğrenmekte de çok gayretli olduklarını ve kısa sürede öğrendiklerini anlatıyorlar. Bir de tespitleri var: "İçeri girdiklerinde tutunabilecekleri tek mecranın din olduğunu anlıyor insanlar. Herkes dine sarılıyor."
Şükretmeyi öğrendik
Demir parmaklıkların ardında din eğitimi vermek vaize hanımlar için de farklı bir tecrübe tabii. Görevlendirildiklerini ilk duyduklarında tedirgin oldularını gizlemiyorlar. Hiç bilmedikleri, belki anlatılanlardan, gösterilenlerden dolayı yanlış tasavvur ettikleri o ortama girmek biraz düşündürmüş. Tedirginliklerinin üzerine çevrelerinden gelen "Nasıl gideceksin, etkilenmeyecek misin?" tepkileri eklenmiş. Ancak onlar ne iç seslerine ne de çevrelerine
kulak vermişler.
Düşünceleri tam da bir din görevlisine yakışır türden: "Acaba biz olsaydık ne yapardık duygusuyla hareket ettik. Oradaki insanlara suçlu değil, insan gözüyle bakıyoruz. Kimseye suçunu sormadık bile, kendi anlatırsa dinleriz. Bizim düşüncemiz şudur: Suç işlendiği anda vardır... Aradan beş-on yıl geçmiştir, o anda suçlu değildir o insanlar. Bir sürü tövbe pişmanlık aşamasından geçmiştir. O andan sonra biz onlar için ne yapabiliriz, onlara nasıl yardımcı olabiliriz duygusuyla hareket ediyoruz."
"Peki, bu süreç sizde neleri değiştirdi?" diyoruz. Hocalarımızdan aynı cevabı alıyoruz: "Gerçekten hamdı şükrü öğrendik. Biz dışarıdan geldiğimizde `Hava nasıldı anlat` derler. Her cezaevinden çıkışımızda bir derin nefes alır, şükrederiz. Dört duvar arasında bulunmanın nasıl bir duygu olduğunu anlıyoruz. İkincisi hayatı tanıdık. Saçıp savurduğumuz, ya da
ihmal ettiğimiz yaşamın ne kadar değerli olduğunu gördük.