Stratejik Boyut'tan Yetkin Yıldız'ın Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'la yaptığı çok çarpıcı röportajın özeti:
Önce Şırnak'ın
Beytüşşebap İlçesi'nde 12 vatandaşımız, ardından
Gabar Dağı'nda 13 askerimiz ve son olarak da Hakkari'nin
Dağlıca Bölgesi'nde 12 askerimiz şehit oldu. Yaşanan bu son olayları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu
eylemler bir yerden düğmeye basıldığını ve bilinçli olarak
terörün tırmandırıldığını gösteriyor. Tüm bunları ilk bakışta sadece bir
PKK eylemi olarak düşünebilir ve PKK'yı
hedef alan açıklamalar yapabiliriz; ancak daha dikkatli baktığımızda bu eylemlerin basit bir PKK eylemi olmadığını görüyoruz. Zaten PKK'nın geçmiş dönemdeki eylemlerine baktığımızda böyle kalabalık gruplarla, tabur basacak düzeyde büyük eylemlerinin olmadığını görüyoruz. Ayrıca
sivillere yönelik de çok fazla eylemleri yoktu.
BU SALDIRILARDA BİR İSTİHBARAT ZAAFİYETİ VAR MI ? HEM MİT'İN HEM DE GENELKURMAY'IN ?
Burada iki önemli nokta var. Birincisi;
evet, gerçekten çok ciddi bir istihbarat zafiyeti var. İkincisi de
Türkiye'nin
teröristle mücadele yöntemi son derece yanlış. Bunun ayrımını iyi yapmak lazım: 1) Terörle mücadele 2) Teröristle mücadele. Terörle mücadelenin boyutları daha farklı. O; sosyal,
ekonomik ve siyasi tedbirleri içeriyor. Ama bizim sözünü ettiğimiz hadise teröristle mücadele. Türkiye uzunca bir süreden beri bu işi yanlış yürütüyor.
GENELKURMAY'IN TERÖRLE MÜCADELE YÖNTEMİ YANLIŞ
Siz fino taşıttığınız askerle o mücadeleyi veremezsiniz. Biz bunları yazıp söylediğimiz zaman bizi neredeyse vatan haini ilan ettiler. Oysa bizim temel kaygımız, orada mümkün mertebe en az sayıda askerimizin şehit olması, esasen de hiç olmaması. Biz özellikle bunu sağlamaya yönelik yazılar yazıyoruz. Çünkü birileri bundan
ders çıkarsın ve yanlışlardan dönülsün istiyoruz.
Bu söyleyeceklerimi kamuoyu çok fazla bilmez ama devletin istihbarat
raporlarında yazılı: Orada şehit olan askerlerimizin bir kısmı boğazından kesilerek şehit edilmiş. Çünkü çoğu uykuda yakalanıyor. Ama bunları böyle ulu orta konuşamıyorsunuz. Fakat bunların konuşulması ve sorgulanması gerekiyor. O askerlerimiz neden uyuyorlar? Nasıl bir eğitimden geçiyorlar? Acaba
silah sesi duyduklarında silahı bırakıp ellerini havaya mı kaldırıyorlar?
Dağlıca saldırısı bu çerçevede belki çok lokal bir hadise gibi gözükebilir ama Türkiye'nin teröristle mücadele konseptinin yeniden sorgulanması açısından çok önemli bir hadisedir. Orada 200 civarında terörist elini kolunu sallayarak sınırdan geçiyor ve koca bir tabura
baskın yapma cesaretini kendisinde görebiliyor.
Askerlere "Teslim olun" çağrısında bulunabiliyor ve 8 askeri
esir alıp gidebiliyor.
Şimdi bunun içerisinde
ihanet var, istihbarat zaafı var, yanlış konuşlanma var.
Allah aşkına oradaki karakolun kurulduğu yere bir bakın. "Ben karakolu buraya kurdum, gelin beni öldürün" dercesine pozisyon almış vaziyettesiniz.
SANKİ DAVETİYE ÇIKARIYORSUNUZ?
Tabiki davetiye çıkarıyorsunuz. Yukarıdan iki
kaya atsanız 4 askeri şehit edersiniz. Bunun için çok ciddi bir planlamaya bile gerek yok. Mesela
Mete Sayar, o dönemde Şırnak'ta Tugay Komutanı. Belli bölgelerdeki karakolların tamamını boşaltmış. Niye boşaltmış biliyor musunuz? Çünkü o karakollar hedef durumundaymış.
Profesyonel ordu birkaç gündür sorgulanmaya başladı. Demek ki bazı şeyleri yanlış yapıyoruz. Düşünün; Dağlıca'da şehit olan askerlerin hepsi
piyade. Yanaşık düzen eğitimi almış askerle bir nevi gerilla savaşı yapan teröristlere karşı bu mücadeleyi veremezsiniz. Eğer bağrımıza taş basıp ortadaki yanlışları sorgulamazsak; ileride daha büyük acılar yaşayabiliriz. Hepimiz evimize
Türk bayrağı asıyoruz; öfkemizi, tepkimizi dışarı kusuyoruz. Ama bunlar sorunu çözmüyor. Elbette hassasiyetlerimizi ortaya koyacağız; fakat sorunu da tartışacağız ve tartışarak doğruyu bulacağız.
Geldiğimiz noktada şu bir gerçek: 23 yıldır sürdürülen, -belli dönemleri çıkartıyorum. Özellikle Doğan
Güreş'in
Genelkurmay Başkanı,
Tansu Çiller'in
Başbakan olduğu dönemdeki 2-3 yıllık süreyi cımbızla çekip bir kenara koyalım- teröristle mücadelenin büyük ölçüde yanlış yapıldığı ortada.
DOĞAN GÜREŞ DÖNEMİNDE PKK İLE MÜCADELEDEKİ STRATEJİ DOĞRU MUYDU? VE BU GENELKURMAY BAŞKANINDAN MI KAYNAKLANIYOR?
Evet. Onlar yöntem farklılığına gitmişlerdi. İki şey vardı. Birincisi, o dönemde nokta hedefler belirleyip onun üzerine gidiyorlardı. Mesela geçtiğimiz birkaç gün içinde PKK'nın Moskova'daki önemli bağlantı noktalarından birisini öldürdüler. Bunu bizim istihbarat elemanları mı yaptı yoksa başkaları mı yaptı onu bilmiyorum; ama belli ki bir hedef belirlenmiş ve o hedefi yok etmişler.
Türkiye, 1992-1995 yılları arasında, PKK'nın
finans kaynağı pozisyonundaki bağlantı noktalarını bu tür nokta
operasyonlarla çökertti ve teröristlere bu desteği sağlayanları ortadan kaldırdı. Az önce sözünü ettiğimiz hedef durumundaki karakolları boşaltma işi de o dönemde yapıldı. Askerler hedef olmaktan çıkartıldı ve dağdaki terörist gibi yemeye, onlar gibi dağda yaşamaya başladı. Çünkü bugünkü mevcut şartlarda sen hedefsin. PKK senin yerini biliyor ve tüm planlarını onun üzerine yapıyor. O zaman sende onlar gibi dağda dolaşmaya başladığın zaman PKK'lı teröristlerde tedirgin olmaya başlıyor ve her an nerde bir askerle karşılaşacağını bilmiyor.
Ancak yeni dönemde ortaya çıkan farklı bir durum daha var. Bölgede görev yapmış çok sayıda
subay,
astsubay ve askerle konuştum. Mesela PKK'lılar eskiden
mavi bereli gördüklerinde kolay kolay onlara saldırmazlarmış. Kendileri daha elverişli durumda olsalar bile. Çünkü onlara saldırdıkları zaman daha çok kayıp vereceklerini biliyorlarmış.
GABAR SALDIRISI ABD'NİN EĞİTTİĞİ PKK'LILAR MI YAPTI?
PEKİ ŞİMDİ NEDEN SALDIRIYORLAR?
Gabar'daki saldırıyı bu açıdan çok önemli görüyorlar. Eğer bu cesareti gösteriyorlarsa burada başka bir şey var. Orada ne olabilir noktasında ortaya atılan iddialardan bir tanesi; Pasifik'teki Guana Adası'nda
Amerika, kimine göre 3000, kimine göre 5000 civarındaki peşmergeyi eğitmiş. Onların içerisinde PKK'larında olduğu da söyleniyor. Bu son saldırıları da bu adada özel eğitimden geçirilmiş PKK'lıların yaptıkları iddia ediliyor. Ayrıca bunlar içerisinde Amerikalı,
İngiliz, Rus gibi değişik uluslardan teröristlerin de olduğu söyleniyor. Bunu söylediğimiz zaman gülüyorlar; ama çağımızda terör de
ihale ile yapılabilir hale geldi. Siz bir yerde bir hedef belirlediğiniz zaman anahtar teslimi bir şirketle anlaşıyorsunuz. Şirketler aracılığıyla
terörle mücadele edebiliyorsunuz. Tersi yönden baktığınız zaman da bir şirketle anlaşıyorsunuz, hedeflerinizi söylüyorsunuz, belli bir
ücret ödüyorsunuz; onlar da gelip eylemlerini yapıyorlar. PKK'nın da değişik uluslardan kişileri kiralayıp bu tür eylemlere yöneldikleri söyleniyor. Kaldı ki PKK zaten yapı itibariyle bir
Kürt örgütü olmaktan çıktı. İçerisinde değişik uluslardan da teröristler var.
ÖRGÜTÜN İÇİNDE DEĞİŞİK ULUSLARDAN TERÖRİSTLERDE VAR DİYORSUNUZ. BU ANLAMDA PKK KİMLERİN TAŞERONLUĞUNU YAPIYOR?
Şu anda öne çıkan iki
ülke var: Amerika ve
İsrail. Ancak Öcalan'ın yakalanmasından sonra PKK'nın lider kadrosunun da çok homojen olmadığını biliyoruz. Değişik istihbarat örgütlerinin PKK içindeki unsurları kullandıklarını duyuyoruz. Burada zaman zaman Almanya'nın, İngiltere'nin ve Rusya'nın müdahalesi olabilir. Mesela biz ortaya çıkan her eylemde PKK ile birlikte Amerika'ya kahrolsun diyoruz; ama bizim hiç hesaba katmadığımız
İran bile zaman zaman PKK içindeki bazı unsurları kullanıyor olabilir. İran'ın Türkiye'deki birçok
faili meçhul cinayete karıştığı istihbarat raporlarında mevcuttur. Örneğin Rahip Santaro Cinayeti ile ilgili Rusya'ya ilişkin bir
takım bağlantılar yapılmıştı. Dolayısıyla bu işlerde herkesin doğrudan ve dolaylı olarak bir şekilde parmağı olabilir. Çünkü Türkiye çok stratejik bir konumda.
Mahir Kaynak'ın bir yöntemi var. Ortaya çıkan bir eylem kime ne yarar getirir ve kime zarar verir? Bu soruyu sorduğumuzda ortaya çıkan tabloya göre yorum yapmak daha sağlıklı olabilir. Yeri gelir, Türkiye ile Amerika'nın ilişkilerinin bozulmasından yarar görenler bu işi yapabilir; yeri gelir, Türkiye'ye kendi projelerini dikte ettirmek isteyen Amerika devreye girebilir. Mesela şimdi Amerika ile karşı karşıyayız; ama Türkiye, İran ve
Suriye ile kol kola geziyor. Acaba bu son terör olaylarında bu ülkelerin dolaylı bir dahili var mı? Bilemiyoruz. Ancak Türkiye, birden fazla ülkenin üzerinde
hesap yaptığı ve cirit attığı bir ülke, bir coğrafya konumuna geldi.
DEVLET İÇİNDE PKK'NIN BİTMESİNİ İSTEMEYEN KÜÇÜK GRUPLAR VAR
PKK'nın uluslararası boyutunu bu şekilde özetledik. Peki Türkiye açısında değerlendirdiğimizde devletin içinde PKK'nın bitmesini istemeyenler olabilir mi?
Devlet içinde terörün bitmesini istemeyen çok
küçük gruplar olabilir. Ancak bunun bir devlet politikası olduğuna ben inanmıyorum. Ama küçük gruplar olabilir ve o grupların özgül ağırlıkları fazla olabilir ve devletin resmi politikalarını etkileyebilirler. Nasıl etkilerler? Geçmiş dönemde
Susurluk olayı patladıktan sonra birçok şey ortaya çıktı. Ama biz o güne kadar bunların çoğuna ihtimal bile vermiyorduk. En somut örneklerden bir tanesi
Yüksekova Çetesi. Birkaç askerin de içinde bulunduğu çete. Bir astsubayın ifadeleri sonunda ortaya çıkartıldı. O, Susurluk Komisyonu raporlarına da yansıdı. Kutlu Savaş'ın hazırladığı
Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarında da var. O raporları incelediğimiz zaman yeri gelmiş bu devletin askeri helikopterleri ile uyuşturucu taşınmış; yeri gelmiş terörle mücadele için bölgeye gönderdiğimiz subayımız, astsubayımız bu tür pisliklere bulaşmış. Tespit edilenler, yargı önüne çıkartılanlar var; ancak çıkarılmayanlar da var. Ama bunların üzerine cesaretle gidemiyorsunuz. Çünkü gittiğiniz zaman maalesef Türkiye'de askerlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görülmez bir dokunulmazlığı var. Oysa siz sepetteki tüm elmaların sağlıklı kalmasını istiyorsanız, sepetin içindeki
çürük elmaları ayıklamanız gerekiyor. Ama TSK böyle bir çalışmaya açık olmadığı için sizin o çürük elmaların ayıklanması adına yapacağınız iyi niyetli girişimler, TSK'yı yıpratma çabası olarak algılanabiliyor. O zaman da AT İZİ İT İZİNE KARIŞIYOR. Ortaya çıkan kaosta kimse derdini anlatamıyor. O nedenle zaman zaman böyle Susurluk gibi hadiseler olsa da üstü kapanıp gidiyor. Keşke şeffaf bir
yönetim anlayışı
egemen olsa da bu çürük elmalar temizlense. O zaman TSK çok daha sağlıklı bir yapıya kavuşur ve Doğu ve Güney
doğu'daki terörle mücadele daha etkin bir şekilde yürütülebilir.
Öyle bilgiler geliyor ki… Şu son hadiseleri saymazsanız uyuşturucu trafiğinin Afganistan'dan başlayan ve Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya giden hat üzerindeki en kritik noktalarından birisi Hakkari'dir. Yüksekova civarıdır. Ve daha düne kadar o bölgede tek eylem olmazdı. Şırnak'ta olurdu, içerlerde olurdu; ama o noktada çok fazla eylem olmazdı. Çünkü bunun iki nedeni var: Birincisi; PKK'da orada eylem olmasını istemiyor. Çünkü uyuşturucu trafiğinin bizzat içinde. En ciddi gelir kaynaklarından birisi o. Eğer orada eylem yaparlarsa ve orada askeri yoğunlaşma olursa; o trafiğin zarar göreceğini biliyorlar. O nedenle de uyuşturucu trafiğini yönlendirdiği, yürüttüğü noktalarda pek eylemlere girişmiyorlar. Bu durum belki orada görev yapan bazı askerlerimizi de rahat ettiriyor. Çünkü eylem olmayınca onlarda orada rahatça görev yapabiliyorlar. İkinci neden: İçimizdeki bazı hainler, o bölgede PKK ile anlaşıp "siz bizi görmeyin, bizde sizi görmeyelim" gibi bir takım yazılı olmayan, yukarıya da bilgi verilmeyen gizli anlaşmalar yapabiliyorlar. Bu tür iddialar da söz konusu; ama bunları ispat etme şansımız yok. Ortaya koyduğunuz zamanda sizi ilişkin yapılacak değerlendirmeler zaten belli.
"İki hainden PKK'ya Mesaj" başlıklı yazınızda Dağlıca saldırısı ile ile ilgili "Başka ayrıntılar da var. Burada kesmek istiyorum. Çünkü; bölgede can siperhane görev yapan askerlerimizde moral bozukluğuna yol açmak istemem." demiştiniz. Neydi o yazmak istemediğiniz ayrıntılar?
Çok bilgi sahibiyiz bu konuda. Bizatihi bölgeye giden, orada konunun istihbarat yönünü araştıran, çalışan, katılan şahıslar var bana bilgi aktaran. Bunlar üçüncü şahıslar değil. Fakat az önce de belirttiğim gibi bu konuların ayrıntılarına girdikçe orada ne tür filmler döndüğü daha iyi ortaya çıkıyor; ama diğer taraftan da devam eden bir süreç var. Orada hakikaten teröristlerle fedakarca mücadele eden; canını, kanını ortaya koyan askerlerimiz var. Bazı kesimler, bunu kullanarak TSK'yı ya da bölgede savaşan insanların moralini bozmak için bunlar yazılıyormuş gibi bir hava yaymaya başladılar. Bende o nedenle çok fazla ayrıntıya girmek istemedim. Bunu sırf blöf olsun diye söylemedim. Nedeni o bölgedeki savaşan askerlerimizi yıpratmamak için.
İSRAİL ASKERİ KAÇIRILINCA GENELKURMAY BAŞKANI GÖREVDEN ALINDI
Dağlıca Baskını İsrail'de Yaşansaydı..?
1984
Eruh Baskını ile başlayan PKK ile mücadelede tam 23 yıl geçti. Ve biz hala PKK'yı bitiremedik. Size göre
Ordumuz PKK ile mücadelede başarılı mı? Bunun sorgulanma vakti gelmedi mi? Çünkü biz gerilla taktiği uygulayan teröre karşı 23 yıldır düzenli ordu ile mücadele ediyoruz.
Kocaman birliklerle dağda terörist arıyoruz.
Geldi de geçiyor bile. Çünkü her geçen gün orada birkaç şehit demek. Eğer siz gerekli tedbirleri almazsanız ve teröristle mücadelede doğru hedefleri ve doğru yöntemleri ortaya koymazsanız bu tür acıları yaşamaya devam ederiz. Bazen şunu söylüyorlar. Diyorlar ki “8 askerimiz kaçırıldı; ama Türkiye hiçbir şey yapmıyor, yerinde duruyor. İsrail iki askerini kaçırdığı zaman Lübnan'ı yerle bir etti” diyorlar Ve bundan dolayı da siyasi
iktidarı suçluyorlar. Fakat gözden kaçırdıkları bir detay var. Lübnan'da iki İsrail askeri kaçırıldığı zaman İsrail
Genelkurmay Başkanı görevden alındı. Orada İsrail'in 3 askeri ölmüş, 2 askeri kaçırılmıştı. Onlar ne yaptılar? Burada askeri yönetim zaafı var diye genelkurmay başkanını görevden aldılar. Ben size çok açık birşey söyleyeyim: Eğer Dağlıca baskını İsrail'de yaşansaydı genelkurmay başkanı o gün görevden alınırdı. Ama siz bunu Türkiye'de konuşamıyorsunuz. Konuşamazsanız da sağlıklı çözüm yollarına ulaşamazsınız. Bu memlekette iki tane
tren kazası oldu diye Devlet Demir Yolları genel müdürü ve ulaştırma bakanının istifasını istedik. Peki bu son hadiseler tren kazasından çok daha basit hadiseler mi? Ama hiç kimse bunu telefuz etmedi.
Türkiye'de en korumasız olan siyasilerdir. İstediğiniz gibi küfredebilir, istediğiniz gibi kızabilir, ağzınıza gelen herşeyi söyletebilirsiniz. Parlamentoyu, siyasileri, iktidarı herkesin yıpratma hakkı vardır; ama sivil ve bürokratik elit kesime karşı söyleyebileceğiniz hiçbir şey yoktur. Onların görünmeyen, adı konmayan dokunulmazlıkları vardır. Ve Türkiye malesef ona yaslanmıştır. 23 yılda bu mücadeleyi iyi yapmadığımız ortada. Türkiye yaklaşık 6 yıldır profesyonel orduyu tartışıyor. Mesela diğer taraftan bizim genelkurmaya şunu sormak istiyorum: 6 yıldır bu işi konuşurken 6 yıldır bu işi neden sonuçlandırmadınız? Eğer bütün projelerinizi hazırladınız ve siyasi iktidar size engel olduysa çıkın bunun kavgasını verin. Vereceğiniz bu kavgada ben inanıyorum ki Türkiye'nin tamamı, TSK'nın yanında ve arkasında olur. Ama siz hem ruh olarak hem de fizik olarak böyle bir savaşa hazır olmayan insanları bölgeye göndererek bu savaşı sürdürmezsiniz.
LEYLA ZANA'NIN DERİN DEVLETLE İRTİBATI VAR MI?
Son dönemdeki çıkışlarına da baktığım zaman görüyorum ki
Leyla Zana, acaba devletin derin dehlizlerinde irtabat kurduğu isimlerden biri mi? Bunu Leyla Zana'yı
İmralı ve Kandil'den bağımsız düşündüğümüz zaman... Çünkü ne zaman bu ülke karıştırılmak istensense Leyla Zana figürünü görmeye başladık. O nedenle de kafamda Leyla Zana ile ilgili çok fazla soru işareti var.
MİT KÜÇÜK İŞLERLE UĞRAŞIYOR
İstihbarat Türkiye'de yeniden yapılandırılmalı mı?
Kesinlikle yeniden yapılandırılmalı. Türkiye'de MİT'in yapılandırılması iç istihbarat şeklinde. Oysa sadece iç istihbarat olarak
hizmet etmesi, temel gayesi değildi.
Yurtdışı ayakları zayıf. Hem içeride hem de dışarıda MİT'in operasyonel gücü olması lazım. Geçmişte zaman zaman
ülkücü kesimden
Abdullah Çatlı gibi isimleri kullandılar ama bunu çok fazla geliştiremediler.
Amerika'da iç istihbarat daha çok FBI aracılığı ile yürütülür. CIA ise dışarıya dönüktür. İsrail'de MOSSAD dışarıya dönüktür. MİT'in yeniden yapılandırmaya ihtiyacı var. İkiye ayrılabilir ya da ilave bir kuruluş oluşturularak biri iç istihbarat, diğeri de dış istihbarat olarak görev yapabilir. Yani CIA ve FBI gibi bir
model oluşturulabilir. Sanırım bu yapılanmaya da ihtiyaç var gibi gözüküyor. Bir de MİT'de, yıllardır iç istihbarata ağırlık veren,
öğretim üyelerini, gazetecileri ve siyasetçileri takip eden bir anlayış vardı. Küçük iç siyasetle uğraşıyorlar.
Siz bir yazınızda PKK'yı ve İmralı Sakinini Türkiye'nin başına bela eden zaten istihbarat kuruluşlarımız içindeki kimi vatanseverler değiller mi diye sormuştunuz? Burada kimi kastettiniz?
Abdullah Öcalan'ın 1980 öncesinde, siyasal bilgiler fakültesinde öğrenci olduğu dönemde teşkilatla irtibatlı olduğu konusunda birçok görüş ortaya çıktı. Bu artık neredeyse deşifre oldu. Öcalan'ın ilk karısı olan Kesire'nin babasının MİT'te çalıştığı artık biliniyor. Hatta o kadar çok iddia var ki? Bu iddialardan birisinde
sıkıyönetim döneminde Kesire'nin Diyarbakır'da bir hastaneye getirilip
doğum yaptığı söyleniyor. Eğer doğum yaptıysa Abdullah Öcalan'ın bir oğlu ya da kızı var. Tabi bu iddilar ne derece doğru onu bilmiyorum. Ama Öcalan'ı ağırlıklı olarak CIA ve MOSSAD kullanıyor. Tabi zamanında biz de kullandık.
Terör örgütünün içinde bizim çok sayıda elemanımızın olması gerekiyor. Fakat bu olmadı. Öcalan'a bir-iki defa suikast girişimi oldu; fakat başarılı olmadı. Birisi
Mehmet Eymür zamanında yapılan meşhur mercedes operasyonuydu. Demek ki yeterince içeriye sızamıyorlar. Eğer başınızda bu denli büyük bir terör sorunu varsa istihbaratınızın da iyi olması gerekir.
MİT sınır ötesi operasyon konusunda ne düşünüyor? Bu konuda bir bilginiz var mı?
Sınır ötesi operasyon konusuna MİT'in çok sıcak bakmadığını düşünüyorum.
Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse Başbakan Yardımcısı Çemil Çiçek ve hükümetin bakanları, terörle ilgili sorularda devletin tüm kurumlarının bu konuta tam bir mutabakat içinde olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de böyle mi? Hükümet-asker-MİT arasında tam bir mutabakat var mı?
Mutabakat yok ama iyi niyet var. Özellikle tezkereden sonra tezkerenin kullanımı konusunda hükümet ile askerin tam bir görüş birliği içinde olduğunu düşünmüyorum.
Neden?
Sanıyorum askerlerin beklentisi, tezkeredeki yetkinin tamamen kendilerine devredilmesi zamanını ve zeminini kendilerinin belirlemesi yönündeydi. Ancak hükümet bu duruma "siyasi otorite benim, ben karar veririm" dedi.