Bu görüş tümüyle yanlış ve çarpıtılmış bir görüştür…
Biraz dürüst olmak gerek…
Herkes biliyor ki, Türkiye'de son yıl içinde toplumsal düzeyde hiçbir şekilde siyasileşen,
ülkeyi kuşatacak nitelikte bir
laiklik-
dindarlık gerginliği yaşanmamıştır. Tersine
AK Parti iktidarı bu tür bir çatışmanın önünü kesmiş, İslami duyarlılığı yüksek kesimleri seküler bir sistemin içine alarak, hatta değişimlerini harekete geçirerek temsil etmeye başlamıştır.
Bugün bu anlamda, toplumsal özellikler taşıyan bir
kriz varsa, o kriz İslami kesimin değil, “laik kesimin krizi”dir.
Evet ülkede yaşanan kriz bir tür “laiklik krizi”dir ancak, laikliğin tehlikede olmasından doğan bir kriz değil, kendisini “
saldırgan laiklik anlayışının tacizleriyle baş gösteren bir kriz”dir.
Saldırgan laiklik bu ülkede hala merkezin toplumsal, siyasal ve
ekonomik tekel altında tutulmasını ifade etmekte, tam haklara sahip vatandaş olabilmenin sembolik kriterlerini oluşturmaktadır. Bu kriterleri yerine getirmeyenler yasal haklarından faydalanamamakta (üniversite okuyamamakta,
cumhurbaşkanı olamamakta), “zenci” muamelesi görmektedir.
Kriz işte bu düzenin krizidir…
Doğal
baskı araçları denetime yetmeyince, cumhurbaşkanlığının AK Parti'ye geçmesiyle sistemin
kontrolu elden çıkıyor endişesi baş gösterince, bu düzen bir sonraki aşamaya, fiziki ve sembolik şiddet aşamasına geçme sinyalleri vermiştir.
O zaman şu açıktır:
Kriz toplumun değil, sistemin, devletin, askerin krizidir…
Onların ürettiği bir
demokrasi krizidir…
Nitekim bir anayasal sürecin tam ortasında krizi başlatan da, derinleştiren de
askeri müdahale davetiyesi ve askeri müdahale olmuştur…
Askerin 27
Nisan 2007 tarihinde yaptığı bu müdahalenin diğerlerinden öz itibariyle hemen hiç farkı yoktur.
Diğer müdahaleler gibi, bu müdahalenin de temel gerekçesi, askerin “resmi devlet görüşü” olarak belirlediği çerçevenin ciddi bir şekilde delinmesi ya da askerin çizdiği sınırları aşan toplumsal ve siyasal gelişmelerin ülke v
e devlet hayatına
egemen olmasıdır.
Şu aşamada asker, devlet-
siyaset ayrımına dayanan bir
yönetim anlayışının, bunun temel aracı olan iki başlı yürütme modelinin çökmesini cebren, tehditle engelleyerek bir anlamda kendi siyasi rolünü ve askeri
vesayet düzenini koruma girişiminde bulunmuştur.
Bu durumda tartışılması gereken de “siyasi iktidar” ve “siyasi iktidarın eylemleri” değil, “siyasi
itiraz” ve “itirazcıların girişimleri”dir. Dikkat kesilmek gereken, bir kısmı
doğal olarak siyasi iktidarla da ilgili olan “toplumsal umutsuzluklar, güvensizlikler, endişeler” değil, bunları siyasallaştıran ve kontrol altına almaya çalışan, gizlenen “para-militer ve militer anlayış”tır.
Özet şu:
Ülkede olup biteni toplumsal nitelikli aktif bir laik-İslamcı çatışması ve kutuplaşmasıyla açıklamak, bırakın zekice olmayı, en azından ahlaki bile değildir.
Değildir zira militerleşmeyi maskeler, hatta doğrular…
ALİ BAYRAMOĞLU-YENİ ŞAFAK