Bir kere,
darbelerin
35. madde dayanak alınarak yapıldığını söylemek darbelerin aslında hukuksal temellerinin olduğunu iddia etmek demektir.
CHP’nin 27
Mayıs Darbesi’nin ürünü olan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi için harekete geçmesi ve hatta bir
teklif hazırlamış olması, herhalde gelmiş geçmiş tüm
darbecileri biraz şaşkınlıkla da olsa çok sevindirmiş olmalı. Çünkü darbecilik mertebelerinin ötesinde belki de ilk defa olarak “darbeleri 35. maddeye dayanarak yaptıkları” yönündeki
şakalara ciddi hukuksal yorum muamelesi yapıldığını görmüş oldular. Bir darbeci için bundan daha büyük bir “başarı” olabilir mi? Ortada bir ana
yasa ve sayısız yasalar üzerinde yükselen bir hukuk düzeni var. O hukuk düzenini alaşağı ediyorsunuz. Ve en alt sıralarda yer alan bir maddeye (35. madde) işaret ederek darbeyi hukuk düzeninin verdiği yetkiye dayanarak yaptığınızı söylüyorsunuz. Hadi buraya kadarki durum için “karargâh
hukukçusu“ olmayan herhangi bir hukukçu ortaya çıkıp rahatlıkla “çok şakacısınız paşam“ diyebilir ve karşılıklı gülüşülebilirdi. Ama asıl gülünç olan şey bundan sonra başlıyor. Birileri çıkıp, mevcut şaka ortamının kaldıramayacağı bir ciddiyetle “tabii ki paşam siz bu darbeleri 35. maddeyi dayanak alarak yaptınız. Bundan sonra darbe olmaması için bu maddeyi kaldıralım olur mu?” diyebiliyor ve herkese “uzlaşma” teklif ediyor!
Bu durumda önümüzde iki seçenek kalıyor. Ya darbeci paşalarla yaptığımız şaka yollu konuşmaların yarattığı eğlenceye devam etmek veya suratımızı biraz asıp kendimize ciddi bir görüntü vererek hemen diğer siyasi aktörlerle “darbeye karşı uzlaşma” yoluna gitmek. Tabii ki uzlaşma sürecinin bir anında kendimizi tutamayıp kahkahalarla gülmeye başlamaz isek...
Bence, her iki yolu da
tercih etmeden doğru dürüst bir
tartışma alanı açmak üzere üçüncü bir seçenek oluşturmak zorundayız. Bir kere, darbelerin 35. madde dayanak alınarak yapıldığını söylemek darbelerin aslında hukuksal temellerinin olduğunu iddia etmek demektir, teklif gerekçesinde aksini iddia etseler de durum değişmiyor. Yani şu denmiş olacak: Bugüne kadar yapılan darbeler 35. Madde’ye dayandığı için meşru idi. Ve 35. Madde olmasaydı ordu zaten darbe yapmazdı. Daha da kötüsü şu sıralarda görülen darbe yargılamalarının aslında yanlış olduğu, çünkü darbe hazırlıklarının 35. Madde’nin verdiği yetkiye dayanılarak yapıldığı ve yasadışı olmadığı
Meclis’e söyletilmiş olacak. Çünkü Meclis bu yasayı değiştirdiğinde, bu yasanın darbenin hukuksal gerekçesi olduğunu kabul etmiş olacak. Yasama iradesi bunu diyorsa artık herkes susmalı, değil mi?
Oysa 35. Madde ait olduğu hukuk sistemiyle birlikte, darbeye meşruiyet sağlayacak bir
kural olamaz. Eğer darbeci paşalar “yok kardeşim biz bu darbeyi Kara Avcılığı Kanunu’nun 7. maddesine dayanarak yaptık” demiş olsalardı -ki bunu da söyleyebilecek durumdalardı- bu kez bu madde de mi değiştirilecekti acaba? “
Cumhuriyeti koruma ve kollama” ifadesine bakarak darbe yetkisi türetmek mümkün ise, “Cumhuriyet” Savcılarının da darbe yapma yetkisi olduğunu kabul etmek gerekir. Hele hele Mahmut Esat
Bozkurt üstatlarının sözlerine bakılırsa mesele de kalmaz. Böyle bir hukuk yorumuyla
Türkiye’de her gün darbe yapmak, 70 milyonu bugün
hain, ertesi gün kahraman ilan etmek mümkün!
Diğer yandan 35. madde içindeki “kollamak” sözcüğü, “korumak” sözcüğünün bir ayrıntısıdır ve kollamak sözcüğü kaldırılsa dahi “korumak” sözcüğü üzerinden aynı sonuçlara gitmek mümkündür. CHP’nin buna yönelik önerisi de zaten bu durumun içinden doğru dürüst bir biçimde çıkmayı sağlamadığı gibi daha da tehlikeli sonuçlar üretecek bir yasal metne dönüştürecektir. “
Kollama” kavramının yerine “parlamenter
demokrasi” ibaresini yerleştirir iseniz, kollama yapma görevine son derece somut bir anlam vermiş olursunuz ve daha tehlikeli sulara yelken açarsınız:
İlk olarak darbeyi hukuksallaştırır ve böylece meşrulaştırırsınız. İkinci olarak orduya, bu defa iktidarın parlamenter demokrasiye uygunluğunu ölçmebiçme, siyasi partilerin ve diğer devlet organlarının parlamenter demokrasi sınırları içinde mi yoksa dışında mı kaldığı değerlendirme imkânını sunmuş olursunuz. Herhalde bundan sonra “parlamenter demokrasiye aykırılık” nedeniyle yapılan darbeler çağını başlatmış oluyoruz! Yani kötü darbeler “out”, iyi darbeler “in”!
27 Mayıs’a “devrim”, 12 Eylül’e “darbe” diyenler için şaşırtıcı değil. Bu tür bir darbe karşıtlığına
şapka çıkarılır.
İnsanın aklına,
Anayasa Mahkemesi’nin
referandum paketini iptal etmemesinin yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle, Mahkeme’nin rolünün
Ordu’ya verilmek istendiği gibi bir acayip fikir gelmiyor değil. Yani bir bakıma 27 Mayıs ideolojisini sisteme yeniden yükleyelim hesabı.
Diğer yandan artık referanduma gideceği belli olan bir anayasa değişikliği paketi tartışmasının hemen üzerine gelen CHP’nin bu trajik “yasama performansı”nın mevcut değişiklik paketi tartışmalarımıza çok önemli ve verimli bir
gündem açtığı da tartışmasızdır. CHP, anayasa değişiklik paketinin birkaç madde hariç diğer tüm madde tekliflerinin bir “göz boyama” amacı taşıdığını
propagandasının ana unsuruna dönüştürmemiş miydi? Böyle bir propaganda yürüten bir partinin daha ciddi bir “yasama performansı” göstermesini beklememiz doğru olmaz mı? Geçici 15. maddenin değiştirilmesinin “hiçbir işe yaramayacağı”nı söyleyen CHP değil miydi? Böyle bir iddiaya sahip olan bir partinin “işe yarar bir yasa yapma pratiğine” girişmesini beklemek hakkımız değil mi? Peki bu yasama performansı ile CHP’nin sözlüğünde uzlaşmanın ne anlama geldiği konusunda ciddi ipuçları elde edilebileceğini söylesek ne dersiniz? Hiçbir siyasi tarafın ilgi ve alakasının konusu olmayan, hiçbir ciddi hukuksal mülahaza kıymeti bulunmayan, hiçbir tarihsel meseleye dokunma kapasitesi içermeyen bir noktada talep edilen uzlaşmanın bir “uzlaşma oyunundan” başka bir anlamı olabilir mi? Hayati önemdeki hiçbir konuda uzlaşmaya yanaşmadan uzlaşmacı görünmenin akla ziyan yolu da bu.
Mevcut Anayasa değişiklik paketini üstlenenlerin “yasal-anayasal performansları” ile CHP’nin yasalanayasal performansı arasındaki derin fark yalnızca bir hayal kırıklığına işaret ediyor. CHP’nin mevcut anayasa değişiklik paketine yönelik eleştirilerinin ne kadar temelsiz, karşılığı olmayan bir
itiraz olduğu ortaya çıkmaktadır. Mevcut paketi yetersiz ve dahası yanlış, antidemokratik, göz boyamacı ve hatta komplocu bulanların daha ilk yasama girişimlerinde bu kadar zayıf, yetersiz ve daha ötesi gülünç bir pratiğe dalmalarına gönlümüz razı değil.
2010 Türkiye’sinde CHP’nin demokrasiyi içselleştirmesi, onun AKP’den daha derinlikli, daha demokratik, daha militarizm karşıtı, kısacası daha “sol” bir programla ortaya çıkmasıyla mümkündür. AKP’nin atmadığı
demokratikleşme adımlarını atarak yapabilir, örneğin Yüksek
Askerî Mahkemelerin tamamının kaldırılmasını talep edebilir, hiçbir önkoşul olmaksızın tüm renklerin temsiline imkân sağlayacak resmi ideolojisi olmayan bir anayasa yapım süreci için çalışma başlatabilir, Yüksek
Yargı’nın ideolojik kararlarına, HSYK’nın ideolojik
silah görüntüsüne AKP’den önce tepki koyabilir, geçmişiyle hesaplaşabilir, yargının demokratikleşmesi için atılan adımları yetersiz görerek, neden daha ileri bir adım atılmadığının hesabını sorabilir. Her şeyden önce darbe karşıtı olduğunu iddia ederken, tüm darbeci ve militarist akademik, yargısal ve politik kişiliklerle arasına mesafe koyabilir, bu saydıklarımız batıda “sol” düşüncenin alfabesi niteliğindedir. Yalnızca “aş” ve “iş” söylemiyle “sol” olunsaydı,
Avrupa’daki aşırı sağcı ve
Neonazi partilerin tamamı “sol” partiler olurdu. Darbecilerin savunduğu tüm etnisist, militarist, totaliter ve şoven tercihlerini sahiplenirken, diğer yandan “darbeye karşı” gibi durmanın gülünç olduğunu görmelidir.
Hadi bunlar zor diyelim. Sırf darbeye zemin hazırladığı varsayılan yasal düzenlemelere ilişkin biraz daha anlamlı şu adımları atarak, teklif metnini buna göre güncelleyebilir:
211 Sayılı TSK iç
hizmet yasasının benzer içerikli 2. Maddesi değiştirilebilir, yalnızca “vatan
savunması” ibareleri bırakılabilir.
35. Maddesini “Yurdu,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne mutlak sadakat içinde savunmak” biçiminde değiştirebilir.
39. Maddesini “Demokratik Cumhuriyete sadakat ve yasalara ve Anayasa’ya mutlak itaat” biçiminde değiştirebilir.
43. Maddedeki “her türlü siyasi tesir ve düşüncenin dışında ve üstünde” ibarelerinden “üstünde” ibaresini çıkarabilir.
Ve tüm bu önerilerin, “darbeci, darbe yapmadan önce kanunları açıp bakmaz“ kuralı nedeniyle “
komik“ kalmaması için, şu adımları atabilir:
1.Genel Kurmay Başkanlığının
Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasını,
2.Ordunun yapılanmasının ve
teknik nitelikte olmayan tüm karar süreçlerinin
sivil denetime açılmasını,
3.Askerî ve
kurmay eğitimin Avrupa standartlarında demokratik itaat bilincini yaratacak şekilde değiştirilmesini,
4.Onları toplumdan soyutlayan, toplumdan
yabancı bir gerçeklik üretmelerine imkân sağlayan
lojman ve
sosyal tesis uygulamalarına son verilmesini, bu bağlamda askerî alanlar dışında üniformayla dolaşılmasının yasaklanmasını,
5.Demokratik iradenin dışında “özel gündem ve politikalar” oluşturabilmelerinin engellenmesini,
6.Tayin ve terfilerin objektif kriterlere göre yapılmasını, ideolojik gerekçelerle ayrımcılık yapılmamasını ve militarizmi sonlandıracak daha nice adımların atılmasını isteyebilir, istemek zorundadır da.
Bir de Anayasa Mahkemesinin dahi “Cumhuriyetin niteliklerine “uygun” gördüğü Anayasa değişiklik paketine, 27 Mayıs’a dönüş arzusu dışında neden “hayır” dediğini halka açıklamak zorundadır.
Türkiye’nin “şaka”larla geçirecek zamanı yok zira.
Osman Can
Demokrat Yargı Derneği
Eşbaşkanı