Davutoğlu, Çırağan'da konuştu

2010-2011 öğretim yılında ilk kez öğrenci alacak İstanbul Şehir Üniversitesince, Çırağan Sarayı'nda düzenlenen ''21. Yüzyılda Küresel Yönetişim ve Üniversiteler'' başlıklı ''Şehir Konuşmaları''nın ilk konuğu Dışişleri Bakanı Davutoğlu oldu.

Davutoğlu, Çırağan'da konuştu

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, artık Avrupa merkezli bir kültür hayatı olmadığını belirterek, ''Çin'in, Hint'in yeniden kendi özgün kültürleriyle yükseldiği, İslam kültürünün büyük bir devinimin içine girdiği, Afrika'nın da kendini yeniden keşfederek bir Afrika bilinci oluşturmaya çalıştığı bir keşif dönemi yaşanıyor'' dedi. Davutoğlu, toplantıda yaptığı konuşmada, İstanbul Şehir Üniversitesinin Türkiye'nin entelektüel ve eğitim dünyasına, yalnızca Türkiye'nin değil, küresel alanda da dünya kültürüne katkı yapacağı ümidiyle hayırlı olmasını diledi. Türkiye'nin son dönemde eğitim alanında, özellikle üniversitelerin yaygınlaşması anlamında çok ciddi atılımlar yaptığını, bu üniversitelerin kısa zamanda ulusal ölçekten çıkıp, uluslararası ölçekte çok önemli bilimsel çalışmalara öncülük edeceklerini ifade eden Davutoğlu, hep üniversite hayatında kalmayı planladığını, ancak kaderin insanın önünde başka alanlar açtığını kaydetti. Davutoğlu, ''Ben fiili hayatta şunu görüyorum ki teori ve pratik arasında öyle ince, zarif fakat özenle dokunulması gereken bir ilişki alanı var ki... Eğer o ilişki alanı doğru dokunursa toplumlar insanlık tarihinde çığır açan, öncülük eden yeni girişimlerin, yeni atılımların özneleri olurlar. Bu bağ kurulamazsa, ya pratikten, sosyal hayattan, tarihin akışından kopan soyut teoriler ortaya çıkabiliyor ya da hiçbir teorik arka planı olmayan, felsefi derinlikten yoksun, günlük politikalarla, konjonktürel tepkilerle tarihin yönlendirilmeye çalışıldığı, ama böyle bir arka plan olmadığı için de birbirinden kopuk bir pratik alan söz konusu oluyor'' diye konuştu. Tarihin akarken bir anda ortaya çıkan vakalarla şekillenmediğini ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Akademik hayatta yazdığım bir makalede 'sınırlı küreselleşme dönemleri' diye bir kavram kullanmıştım. Şimdi biz küreselleşmeyi bugün bütün kapsamıyla çok genel bir alan olarak görüyoruz. Geçmişte bunun aslında biraz daha sınırlı da olsa benzer örnekleri çok yaşandı. Toplumlar ilk defa iç içe geçmediler, mallar ilk defa bu kadar seri bir şekilde hareket etmedi ekonomik alanda, siyasi düzen ilk defa keşfedilmedi. Bugün yaygınlığı genişlediği için biz bunu yeni bir olgu olarak görüyoruz.'' Bir siyasal düzene merkezlik yapmış şehirlerin serüvenleri anlaşılmadan tarihlerinin anlaşılabileceğine inanmadığını söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti: ''Bir siyasal düzenin, ekonomik akışın merkezi olan şehirleri anlamak lazım. Persepolis'e gittiğimde gördüm, Pers imparatorlarını ziyaret ederek itaatte bulunan heyetlerin kabartıları var. Afrika, Yunan, Anadolu'dan, Kafkasya'dan... Düşünürsünüz ki Persepolis o zaman birçok kavmin uğrak yeri olmuş. Uçak, internet yok, belki bir Birleşmiş Milletler Genel Kurulu yok, ama kavimleri orada tasvir ederken, Persepolis'in bir merkez olduğunu hissediyorsunuz. Tek tek bütün ayrıntılarıyla onu gözlemeye çalıştım.'' -''BİZİM BU FELSEFİ ZEMİNİ TEKRAR İNŞA ETMEMİZ GEREKİYOR'' Davutoğlu, kültürler üzerinden taşınan tecrübelerin en kapsamlı niteliğine büründüğünü belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''İç içe geçmiş süreçlerle zihniyet üretilebilir hale geldi. Artık Avrupa merkezli bir kültür hayatı yok. Çin'in, Hint'in yeniden kendi özgün kültürleriyle yükseldiği, İslam kültürünün büyük bir devinimin içine girdiği, Afrika'nın da kendini yeniden keşfederek bir Afrika bilinci oluşturmaya çalıştığı bir keşif dönemi yaşanıyor. Artık edilgen değil bunlar. Etken Batı kültürünün, Avrupa kültürünün edilgen dünyayı şekillendirmesi yok. Modernleşme dediğimiz süreç artık çok yönlü işleyen yeni bir süreç. Artık modernleşmeyle Batılaşma arasındaki açı gittikçe açılıyor. Artık modernleşme içinde Çin'i de Hint'i de Japon'u da, Afrika'yı da barındırıyor. Hepsi modernleşmenin bir parçası. O zaman bizim bu felsefi zemini tekrar inşa etmemiz gerekiyor.'' Üç ay önce Finlandiya'da bazı AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla Avrupa'nın geleceğini konuştuklarını kaydeden Davutoğlu, şunları söyledi: ''Onlar şu soruyu sordu; 'Nasıl oluyor da Türkiye son dönemde böyle aktif dış politikayı yapıyor ve AB olayları geriden takip eden durumda kaldı?' X ülkesinde kriz çıksa, benim karar alma sürem yarım saat. Bunu teyit etme sürem bir yarım saat daha. Uçak havaalanında beklediği için o ülkeye gidip 3 saat içinde bu kararı uygulamaya başlarım. Aynı kararı 27 AB ülkesi kendi içinde görüşecek, karar alacak, bu kararlar birbiriyle çelişecek. Hiçbirini rahatsız etmemek için aslında karar almama kararı çıkacak. Bu süreç bir hafta sürecek ve o sırada başka bir kriz çıkacak. Tarihin artan hızına ayak uyduracak aktörler çok sağlam kurumsallaşma ve seri kararlar alan aktörler olacak.'' -''GEÇMİŞTE OLAN BİRİKİM YENİDEN HARMANLANMALI''- Davutoğlu, geçmişte olan birikimin yeniden harmanlanması, bunun üniversitelerde yapılması gerektiğini söyledi. Teknoloji ile eğitim düzeni arasındaki ilişkinin bugün farklı bir boyutta yaşandığını belirten Davutoğlu, ''Kimi zaman hayatımızı kolaylaştıran kimi zaman kendi kendimize kalmamıza izin vermeyen bir teknolojik hegemonya doğuran bir yapı. Cep telefonu hiç olmadan bir gün geçirmeyi gerçekten çok özledim, 24 saat olabilse'' dedi. Dünya ve kültürlerinin iç içe geçtiği bir dönemde eğitimin statik kalamayacağını aktaran Davutoğlu, eğitim kurumlarının bütün insanlık birikimini kuşatması gerektiğini dile getirerek, ''Eğer yetiştireceğimiz öğrenci Birleşmiş Milletler'de, çok uluslu bir şirkette görev alacaksa, Türk Dışişleri Bakanlığında çalışacaksa, artık biz o öğrencilerimize bütün insanlık birikimini aktarmamız lazım'' şeklinde konuştu. -''AYDIN KİŞİ KENDİ KÜLTÜRÜNÜ BİLMELİ''- Aydın kişinin kendi kültürünü de bilmesi gerektiğine dikkati çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: ''Sınırlı küreselleşmeyi yaşamış coğrafyadan çıkan insanlar olarak bizim dünyaya söyleyecek sözümüz olmalı. Birileri söyleyeceğimiz sözden rahatsız olabilir. Eğer söz özgünse, mutlu ettiği insan kadar, mutsuz ettiği insan çıkmıyorsa özgünlüğü tartışılıyor demektir. Özgünse her zaman özgün kalır. Özellikle de statükoyu, alışkanlıkları sarstığı için özgün düşünceler bu alışkanlıklara hapsolmuş zihinleri de rahatsız eder ve edecek. Bu rahatsızlık bence büyük bir doğum sancısıdır. Türk toplumu -bundan da yine kimse Osmanlıcılık çıkarmasın, sadece tarihi bir tespit olarak söylüyorum- yaşayan son kadim düzenin temsilcisidir. Sömürgecilik öncesi yaşayan en son kadim düzen ki, bu kadim düzen İskender'e kadar giden kadim düzendir. Yerleşik kadim düzenin son temsilcileri şu İstanbul'da bulundular. Ve o kadim düzenin son sokakları İstanbul'da yaşandı camisiyle, kilisesiyle... İstanbul, mahalle mahalle bu kadim kültürün yansıdığı son şehirdi, ondan sonrası yok. Hiçbir başka şehirde İstanbul'dan sonra bir kadim kültür bu derece beraber olamadı. Küreselleşmeyi bizden daha iyi anlayabilecek ikinci bir toplum düşünemiyorum. Bunu da iddialı bir şekilde söylüyorum. Bir Çinli'nin küreselleşmeyi bizim kadar hissetmesi mümkün değil. Çünkü Avrupa'ya bu kadar yakın değil. Hiçbir Latin Amerikalı, Çinli bunu bizim kadar hissedemez. Ama bizim neye ihtiyacımız var? 'Tarihte biz varız' diyecek bir öz güvene, 'Bundan sonra da sözümüz var' diyecek bir öz güvene ihtiyacımız var.''
<< Önceki Haber Davutoğlu, Çırağan'da konuştu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER