"Davutoğlu başarısızlığını fatura edecek adres arıyor" başlığıyla bir analiz kaleme alan Bozkurt, "AKP hükümeti gibi, kendi bakanlığı ve dış politika konularındaki beceriksizlikleri de ‘paralel devlet’ yalanına hamletme gayreti içerisine girmiş bulunuyor." ifadelerini kullandı. Davutoğlu'nun bir sene önce yazılan bir yazıyı gündeme getirdiğini hatırlatan Bozkurt "hem bu yazıyı çarpıtarak anlattı hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin son derece önemli bir kurumu Dışişleri Bakanlığı’na ciddi bir sızma faaliyetini önemsiz gibi göstermeye çalışarak karartma yaptı." dedi. İşte Bozkurt'un o analizi...
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türk dış politikasında son dönemde yaşanan ve önemli ölçüde kendisinin öngörüsüzlüğü ile derinleşen başarısızlıklarından oldukça rahatsız olmalı ki, aynen 17 ve 25 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında günah keçisi arayan AKP hükümeti gibi, kendi bakanlığı ve dış politika konularındaki beceriksizlikleri de ‘paralel devlet’ yalanına hamletme gayreti içerisine girmiş bulunuyor.
Yapmış olduğu beyanlara bakılırsa, bunun için günlük İngilizce yayın yapan Today’s Zaman gazetesini hedef haline koymak gibi bir kolaycılıkla Türkiye’nin dış görünümündeki kötüleşen algısını fatura edecek bir mecra arayışı arasında olduğu görülüyor Sayın Bakan’ın.
Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Körfez ülkeleri ile gerginleşen ilişkiler, Ortadoğu’da Mısır gibi Arap ülkelerinin lideri konumunda olan bir ülke ile siyasi ilişkilerin kopmuş olması ve önemli bir ticaret ortağı olan Irak ile ilişkilerin bir türlü tamir edilememesi, bu hükümetin başarısızlığı olduğu kadar akademisyen Davutoğlu’nun bir diplomat olarak bu krizleri öngörememesi ve olayların gidişatına göre manevra yapma irade ve esnekliğini gösterememesi rol oynamıştır. Hamas’a yakın sürdürülen politikaların nasıl Filistin’de bölünmeyi daha da derinleştirerek El-Fetih’in elini zayıflattığı ve böylelikle İsrail’in işine yaradığı, Filistin Devleti’nin Ankara büyükelçisinin birçok konuda nasıl by-pass edildiğini, Türk pilotlarının kurtarılmasında anahtar rol oynayan Filistin’den bir teşekkürün bile anlamsız bir şekilde esirgendiğini en iyi Davutoğlu biliyor.
Çok övündüğü Balkanlar’daki Türk dış politikasında bile son dönemde ciddi kırılmalara yol açılmasının ardında maalesef yine bu öngörüsüzlük yatıyor. Balkanlar’ın kilit ülkesi konumunda olan Sırbistan ile Bosna-Hersek’i de içine alan üçlü zirve süreci, Başbakan’ın Kosova’da yaptığı konuşma sebebiyle tıkandı, bunu tamir etmek zorunda olan Davutoğlu’nun telefonda Sırp meslektaşına verdiği sözleri daha sonra yerine getirmemesi yüzünden de bu süreç askıya alındı. Sırbistan ile ikili siyasi ilişkiler bile donma noktasına geldi. Bulgaristan seçimlerinde gereksiz yere Türk toplumu bölünmeye çalışılmış ve yıllardır Türkleri temsil eden partinin, barajı bile aşamayan alternatif parti yüzünden iki-üç milletvekili kaybetmesine yol açılmıştır. Sayın Bakan, Bulgaristan’a yapacağı gezide cumhurbaşkanının randevu vermemesi sebebiyle geziyi son anda iptal etmiş, Bulgar makamlarını gereksiz yere rencide ederek, o dönemde sınırda kilometrelerce uzun kuyrukta bekleyen TIR’lar sorunu çözülebilecek iken konu bir sonraki sefere ertelenmiştir.
Avrupa Birliği ile ilişkiler görülmemiş bir şekilde tahrip edilmiş ve ilk defa Türkiye’nin siyasi kriterleri, katılım müzakerelerinin başladığı 2005 yılından bu yana sorgulanmaya başlanmıştır. Trans-Atlantik ittifakı içerisinde ABD ile ilişkiler gerilmiş, ABD büyükelçisine yapılan ve yalanlar üzerine kurulmuş karakter suikastı sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu, öfkeli ABD mevkidaşı John Kerry’nin Paris’te basın mensupları önünde aşağılanmasına yol açmıştır. ABD’nin Ankara büyükelçisinin, Obama-Erdoğan telefon görüşmesi öncesi Türk muhataplarına “Fethullah Gülen meselesini gündeme getirmeyin, mahcup olursunuz.” demesine rağmen Erdoğan, bunu dile getirmiş, bununla da yetinmeyerek Obama’nın sözlerini çarpıtarak Türk kamuoyuna aktarmış ve ilk defa Beyaz Saray’dan bir yalanlama ile Türkiye karşı karşıya bırakılmıştır. 60 yıldır içerisinde yer aldığımız NATO askerî ittifakında, müttefik olarak Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları değerlerine bağlılığı sorgulanır hale gelmiştir.
Ankara’da diplomasi çevrelerinden duyduğum o kadar çok yanlışlar söz konusu ki, bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak benim konum, daha ziyade Davutoğlu’nun artan bir şekilde Today’s Zaman gazetesine yaptığı haksız eleştirilere kısmen cevap vermek. Sayın Bakan, geçtiğimiz hafta bir televizyon kanalına çıkarak ismimi vermeden benim yazdığım ve Today’s Zaman’da 30 Ocak 2013 tarihinde yayımlanan köşe yazısına atıfta bulunarak, hem bu yazıyı çarpıtarak anlattı hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin son derece önemli bir kurumu Dışişleri Bakanlığı’na ciddi bir sızma faaliyetini önemsiz gibi göstermeye çalışarak karartma yaptı.
“Bir yazar şu başlıkla yazı yazdı: “Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı’ndaki seks skandalı için özür dilemelidir. Bu İngilizce yayınlanıyor ve bu yaklaşık bir sene önce yayımlandı.” diyen Davutoğlu, yazının başlığını bile uydurmaktan geri kalmadı. Başlık, Bakan’ın ifade ettiği gibi değil, “Dışişleri’nde casus skandalı” olarak belirtilmiş ve İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen casusluk davasıyla ilgili savcılık tarafından hazırlanan iddianamede yer alan somut bilgilere yer vermişti. Bilindiği gibi bu iddianamede bir casusluk çetesinin, kadınları kullanarak tehdit ve şantajla devlete ait gizli bilgi ve belgeleri nasıl ele geçirdiği deşifre edilmişti. Askerî ve sivil kurumlar yanında Dışişleri’ne de sızdığını ve hassas bilgi, belge ve görüşme notlarının elde edildiğine vurgu yapılan bu dosyada, bu sızma faaliyetinin kabul edilemez olduğunu, bundan dersler çıkarılması gerektiğini ve bu sızma faaliyetinin bakanlıktaki karşı istihbarat birimlerinin etkinliğini sorgular hale getirdiğini belirttim.
Ele geçen belgeler arasında Davutoğlu’nun Ürdün Dışişleri Bakanı ile New York’ta yaptığı görüşme gibi yabancı meslektaşları ile yaptığı bazı ikili görüşmelerin içeriği de olduğu için, bu belgeler eğer iddianamede belirtildiği gibi sızmışsa bu küçük çapta bir ‘Wikileaks’ olayıdır dedim. Hatırlanacağı gibi 2010’da ABD Dışişleri Bakanlığı ve dünya genelindeki ABD büyükelçilikleri arasındaki ayrıntılı yazışmalardan sızması sonrasında (ki bu sızan belgelerin Washington dışında en büyük bölümü Türkiye üzerineydi) dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ilk olarak muhatabı Davutoğlu’ndan kamuoyu önünde Washington’da özür dilemişti. Ben de, Davutoğlu’nun sızan belgelerin içeriği dolayısıyla ilgili olan muhatabı dışişleri bakanlarından özür dilemek zorunda kalabilir şeklinde bir yorum getirdim.
Davutoğlu, çıktığı yandaş TV programında, böylesine vahim bir güvenlik zaafını önemsizleştirmeye çalışarak, “Dışişleri mensuplarımızdan ola ki bir hata yapmış olabilir de (her toplulukta olduğu gibi). Ayrıca hata yapılmamış.” dedi. “Ve onun üzerinden beni İngilizce bir yayında seks skandalı gibi bir lafla irtibatlandırarak özür dilemeye çağıran bir yazı yayınlıyorlar.” diyen Davutoğlu, “Bu mensuplarımız mağdur olarak mahkemeye çağrılmışlar ve sen bunu seks skandalı gibi son derece ahlakî bakımdan benim adımla yan yana konamayacak şeyi yazıyorsun. Ve ben buna sabrediyorum.” dedi.
Gelelim olay Sayın Bakan’ın ifade ettiği gibi sadece bir mağduriyet mi? İddianamede Dışişleri’nde merkez ve taşra teşkilatlarında görevli diplomat, meslek memuru ve sekreter gibi çalışanlardan, casusluk çetesinin hangi bilgileri kimlerden nasıl sızdırdığı ayrıntılı olarak yer alıyor. Bu arada, bu konuların sadece Today’s Zaman’da değil, Türkçe yayımlanan bir sürü gazetede de yer aldığını hatırlatalım.
Pandora adlı veri tabanında kayıtlı, Dışişleri Bakanlığı’nın, Uzan ailesinin Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açtığı 165 milyar dolarlık tazminat davasının savunma ve değerlendirme notları yer alıyor. Bunların sızmasının Türkiye’nin elini AİHM’de nasıl zayıflatacağını tahmin etmek zor değil. Ayrıca yine AİHM’de Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nı konu alan dava notları da yer alıyor. Türkiye, bu davayı kaybetmiş ve 105.000 avro tazminata mahkûm edilmişti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın Rus yetkililer ile olan yazışmaları ve Kıbrıs belgeleri St. Petersburg’da görev yapan bir Türk diplomat üzerinden sızdırıldığı da kaydediliyor. Belgeler arasında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Sırbistan ülkelerinin cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanlarının ziyaretlerine ilişkin bilgilerin olduğu dosya da yer alıyor. Erdoğan adına düzenlenmiş dosyaların da yer aldığı iddianamede, Başbakan’ın Ekim 2009’da Türkiye-Irak Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısında yapacağı konuşma, Suudi Arabistan veliaht prensi Sultan bin Abdülaziz el Saud ile görüşmesinde istifade edebilecekleri konuşma notları yer alıyor. Tunus, Mısır, Libya, Körfez, Bahreyn ve Yemen hakkında İngilizce olarak düzenlenmiş belgelerin yanı sıra İranlı yetkililerle görüşmelerde kullanılmak üzere hazırlanan konuşma notları da var çetenin elinde.
İddianame, suç örgütünün hedefine aldığı kişilerle ilgili çeşitli çalışmalar yaptığı, isimleri tespit edilen eskort kadınlar ve örgüt adına faaliyet gösteren sivil memur kadınların özellikle kadın zaafı olan kişileri hedeflerine koyduğu, bu kişilerle birliktelik yaşadıkları, karşılığında bilgi ve belge getirmelerinin temin edildiği, bu birlikteliklerin gizli kameralarla kayıt altına alınarak, bilgi ve belge getirmek istemeyen kişilere karşı şantaj unsuru olarak kullanıldığı gibi tespitler var.
Sayın Bakan, bu vahim iddiaları önemsiz gibi göstermeye çalışacağına ve doğruları yazan ve uyarıda bulunan araştırmacı gazetecilere ‘hain’ yaftası yapıştıracağına, kendi bakanlığı içerisinde dönen bu sızma, güvenlik ihlali ve casusluk faaliyetlerini öncelikle engellemeye ve sorumluları cezalandırmaya baksın. Ama görüyoruz ki, bu iddianamede isimleri geçen ve belge sızdırdığından şüphelenilen kişilerden bazıları hâlâ Bakanlıkta hem de Bakan’ın son derece yakın ekibinde yer almasına ne demek lazım bilemiyorum.
Sayın Bakan, sadece yandaş gazetecilerle konuşarak ve onlarla seyahat ederek, Meclis soru önergelerinden ve eleştirel basının sorularından kaçarak algı yönetimi yapabileceğini zannediyorsa yanılıyor. Türkiye’de gerçekten neler olduğunu sadece Today’s Zaman değil, bir dizi yerleşik yabancı gazeteci yazıyor ve diplomatlar başkentlerine raporluyor. Türkiye’yi terör finansörü ülke gibi göstermek istiyorlar diye yandaşlara şikâyet edeceğine, 29 yaşındaki bir İranlının elinde oyuncak haline gelmiş ve istifa etmek zorunda kalmış üç bakanın rüşvet ve kara para aklama fezlekelerinin tartışılmasına katkı sağlasın. Kenya ve Tanzanya, OECD bünyesinde faaliyet gösteren ve kara para aklama ile terörün finansmanıyla mücadele edilmesi için kurulan Mali Eylem Görev Gücü’nün (Financial Action Task Force-FATF) gri listesinden yakın zamanda çıkarken Türkiye neden hâlâ o listede kalmaya devam ediyor, bir de bunu sorgulasın.