Erdoğan 2008
Ben, kurnazlık ederek başarıya ulaşabilmiş kimseye rastlamadım bugüne dek.
Kendini herkesten
akıllı sanarak, olduğundan başka görünerek, kimsenin fark etmeyeceğini sandığın oyunlar hazırlayarak insanları kandırmaya çalışanların, amaçlarını elde ettiklerine hiç şahit olmadım.
Başkalarının hayatlarından çalarak, hak ettiğinden fazlasına göz dikmek pek hayırlı bir sonuç vermez.
Bence, ne olduğunu, ne yaptığını, ne düşündüğünü açıkça söylemek, bunların bedellerini ödemeye razı olmak her zaman kazandırır insana.
Zaten akılla kurnazlık arasındaki en büyük fark da budur.
Kurnazlık, hiçbir bedel ödemek istemez.
Akıl, ödenecek bedelleri bilerek hareket eder ve hedefine o bedelleri ödeyerek varır.
İnsanlar, sevdikleri, değer verdikleri birinin kurnazlıklarına bir zaman göz yumarlar ama son günlerin moda lafıyla söylersek “sabrın bir sınırı” vardır.
Başbakan Erdoğan,
Aktütün meselesinden sonra bizim gazeteye gönderilen binlerce maili görebilseydi eğer “o sabrın sınırını” ne kadar zorladığını da anlardı.
Onu çok seven insanlar bile “ona kırıldıklarını, bir zaman sabredeceklerini ama bu davranışı da unutmayacaklarını” söylüyorlardı.
Anayasa Mahkemesi’ndeki
kapatma davasından sonra Başbakan Erdoğan’da çok ciddi değişimler olduğu görülüyor.
Ülkeyi değiştirmek, özgürleştirmek, hukuku sağlamlaştırmak istediğini söyleyerek, bir
sivil anayasa sözü vererek, askerlerin muhtırası karşısında dimdik durarak girdi seçimlere.
Kapatma davasından sonra bütün sözlerini unuttu sanki.
Şimdi fevkalade devletçi, milliyetçi, şoven, şiddete
prim veren, göstericilere “pompalı
tüfek çekenleri” çok şaşırtıcı bir biçimde “sabrın bir sonu” var diye neredeyse öven biri duruyor karşımızda.
Güneydoğu’ya gidip “ya sev ya terk et” diyebiliyor.
Sadece kendilerini bu ülkenin sahibi sanan ve kendilerine benzemeyen herkesi kovmak isteyen sahte “ev sahiplerinin” arasına karışmış gibi konuşuyor.
Kim, kime “sevmiyorsan git” diyebilir?
Bu ülkenin bir sahipleri, bir de her an kovulacak yanaşmaları mı var?
Nasıl bir konuşma biçimi bu?
Erdoğan, “kovulanların” temsilcisi olarak seçildi seçildiği yere.
Ankara ile
İstanbul’un elele vererek kovmaya uğraştığı Kürtlerin,
türbanlıların, varoşların,
Anadolu sermayesinin sözcüsüydü.
Şimdi ne oldu?
Sanırım açıkça söylemediği ya da söyleyemediği
ittifaklar içine giriyor.
Ya da o ittifakları çoktan kurdu.
Şemdinli’de denediğini bir kez daha denemek ister gibi gözüküyor.
Aslında
Özal hariç neredeyse bütün politikacıların zihinlerinde gizlice beslediği o saf hayalinin peşine düştü o da.
“Askerle anlaşırım,
iktidarımı sağlama alırım.”
Süleyman
Demirel bunu çok denedi.
Her seferinde bu kurnazlığını, anlaşmaya çalıştıkları tarafından devrilerek ödedi.
Erdoğan da bunu Şemdinli’de denedi, arkasından muhtırayla karşılaştı.
Umarım bugün bunu bir daha denemiyordur.
Ama denerse, “umduğu” sonuca ulaşamaz.
Çünkü bizde ordu “hukukun ve demokrasinin” içinde durmuyor.
Halk tarafından kendisine verilmeyen bir iktidarı elindeki güce dayanarak kullanıyor.
Bu düzeni savunmak için orduyla anlaştığınız anda “hukukun ve demokrasinin” dışına çıkarsınız.
Hukukla demokrasinin koruyucu sınırlarının dışına çıktığınızda da hukuksuz bir alana girersiniz.
Hukukun olmadığı yerde
silah her zaman galip gelir.
Silahı olan, silahı olmayanı yener.
Hukuk dışında yapılan her ittifak, silahı olana yarar.
Hep de yaramıştır.
Hiçbir politikacı böyle bir kurnazlıkla ayakta kalamamıştır.
Erdoğan, son zamanlarda yaptığı konuşmalarla muhafazakârları, Kürtleri, solcuları, demokratları karşısına alıyor.
Bir ara barışmaya çalıştığı Alevilere de çoktan sırtını döndü.
Peki, bir politikacı kendisine oy verecek insanları neye güvenerek kırar?
Bu konuşmalarıyla Güneydoğu’dan oy alabilecek mi?
Diğer partilerin
Avrupa Birliği’ne tümden karşı olmaları, hukuku ve demokrasiyi kararlılıkla savunmamaları, Erdoğan’da bir “rakipsizlik ve tek olma” duygusu yaratıyor olabilir.
Avrupa Birliği yolunda AKP ve Erdoğan gerçekten tekti ve alternatifsizdi.
Ama orduyla anlaşarak, milliyetçi nutuklar atarak diğer partilere benziyor.
Eğer orduyla anlaşacaksa, yeni bir anayasa yapmayacaksa, AB’ye girmek için uğraşmayacaksa, bu ülkenin ezilenlerine
özgürlük getirmeyecekse,
inanç ve fikir hürriyetini savunmayacaksa...
Diğerlerinden ne farkı kalır?
Hiçbir farkı kalmaz.
Erdoğan önümüzdeki seçimlerde Güneydoğu’yu kaybetse de gene birinci parti çıkabilir.
Bütün özgürlükleri birarada savunmak yerine onların arasından sadece türban özgürlüğünü seçerek bu meseleyi bir çıkmaza soksa da, hâlâ muhafazakâr kesime en yakın duran politikacı o.
Muhafazakâr oylar onu bir süre daha iktidarda tutar belki.
Daha doğrusu onu iktidar koltuğuna oturtur ama o, yargının ve ordunun esiri olarak orada, onların istediklerini tekrarlayarak kalır ancak.
Ve onu destekleyen muhafazakârların sabrı da bir yerde biter.
Kurnazlık hiç kimseye yaramaz.
Daha fazlasını isterken elindekini de kaybeder insan.
Bugün Hasan
Cemal’in eleştirdiği,
Ertuğrul Özkök’ün de övdüğü bir yerdeyse Erdoğan, “ben ne yapıyorum, neredeyim,” diye bir sormalı kendisine...
Belki de geçen seçimde ona oy verenlerin “sabrının” sınırındadır.
AHMET ALTAN-TARAF