Eski Emniyet
İstihbarat Dairesi Başkanı
Bülent Orakoğlu, 1997 yılında
Ergenekon'un
PKK'yı yöneten ayağına ulaştıklarını, işin üzerine gitmeye kalkınca da görevden uzaklaştırıldıklarını söyledi.
Bursa Cezaevi'nde yatan ve
örgütün cezaevleri sorumlusu
Sabri Ok'un Abdullah
Öcalan ile yaptığı
telefon konuşmalarını dinlediklerini dile getiren Orakoğlu, 28
Şubat sürecinde ilk defa siyasi iradenin ve MGK'nın dışında 28 Şubat'ın önünü açan cunta ekibinin
Avrupa'ya giderek PKK'nın yetkilileriyle görüştüğünü açıkladı.
KCK
operasyonunu çok önemsediğini vurgulayan Orakoğlu, Ergenekon'un PKK ayağının ortaya çıkacağına dikkat çekti.
Bülent Orakoğlu'nun ismi özellikle Refahyol hükümetinin ardından patlak veren 'köstebek' skandalıyla duyulmuştu. 'Devletin gizli belgelerini almakla' suçlanan Orakoğlu, askeri mahkemece tutuklanıp 56 gün
hapis yatmıştı.
CİHAN'a konuşan Orakoğlu, Ergenekon-PKK ilişkisi üzerine çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Operasyonların bir bütünün parçaları olarak değerlendirmesi gerektiğinin altını çizen Orakoğlu, devletin karar verici mekanizmalarının çok ciddi anlamda bu ülkede huzursuzluk ve
kaos yaratan odaklara karşı savaş başlattığını vurguladı.
Susurluk Komisyonu'na
Veli Küçük'ün çağrılmasına rağmen gelmediğini hatırlatan Orakoğlu, bugün
Genelkurmay Başkanı'nın savcılara ifade verdiğini söyledi.
KCK operasyonunun DTP içindeki PKK unsurlarına yönelik yapılmış gibi gözüktüğünü belirten Orakoğlu, "Ama
Abdullah Öcalan sonrası bir
takım isimler
Karayılan, Bayık, Sabri Ok gibi isimler ortaya çıkıyor. 1997 yılında Emniyet
İstihbarat Daire Başkanlığı döneminde, o zaman Bursa Cezaevi'nde yatan ve örgütün cezaevleri sorumlusu Sabri Ok ile Abdullah Öcalan arasında yapılan konuşmaları tespit etmiştik. Emniyet İstihbaratı 1997 yılında Ergenekon'un PKK'yı yöneten ayağına ulaşmıştı.
Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızmış, önemli görevlerde bulunan bir grubun, PKK'nın Avrupa sorumlularıyla gidip görüşme yaptığını ve bu görüşmelerde federasyon gibi, köy koruculuğunun kaldırılması gibi bir takım istekleri konuştuklarını; hatta artık bundan sonra PKK'nın
Türkiye üzerinde bir
Kürt devleti kurma tasarrufundan vazgeçtiği gibi önemli konular konuşuldu." diye konuştu.
Bülent Orakoğlu, "
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni idare eden veya çeşitli dönemlerde başbakan olan kişiler, bu ülkede iyi niyetle, kanı durdurmak amacıyla bu örgütle aracılar kullanarak temasa geçtiler. Biz de şöyle birşey var; 'güçlü devletler
teröristlerle muhatap olmaz' denir ama el altından böyle görüşmeler oldu. Bunlar tarihin sayfalarında yerlerini aldı. Ama ilk defa 28 Şubat sürecinde siyasi iradenin ve MGK'nın dışında 28 Şu
batı azmeden cunta ekibi, Avrupa'ya giderek PKK'nın yetkilileriyle görüştü. Bu bir ihanettir, suçtur." dedi.
"Baktığınız zaman bu, Ergenekon'un PKK ayağını yöneten
beyin takımına ulaşmak demektir. Biz bunu o zaman Sabri Ok ile Abdullah Öcalan arasında yapılan konuşmaları dinledik ve bu konuşmalardan bu sonuçları çıkardık." diyen Orakoğlu, "Zaten Emniyet İstihbarat'ın üzerine operasyon yapılmasının 2 nedeni vardır: Bir tanesi Emniyet İstihbaratı'nın o dönem
Batı Çalışma Grubu'nun
darbe belgesini bulmuş olmasıdır. İkincisi ise bu PKK ayağını deşifre etmiş olmasıdır. Bu bakımdan ben KCK operasyonunu önemsiyorum. Aracılık işlerini Selim Okçuoğlu adlı
HADEP yönetim kurulu üyesi
avukat bir kişi yürütüyordu. Görevden alınmadan bir hafta 10 gün önce Hanefi
Avcı ile durum değerlendirmesi yaptık. Bu şahsı alma kararı almıştık. Bu işin üzerine gidecektik ama biz görevden uzaklaştırıldık o süreç içerisinde." şeklinde konuştu.
"DEVRİMCİ KARARGAH PKK'NIN TAŞERONUDUR"
Türkiye'nin bugüne kadar darbelerle yüzleşme cesaretini gösteremediğini dile getiren Orakoğlu, ilk defa Türkiye'yi darbeye götüren ve darbe şartlarına zemin hazırlayan hem asker içinde kurulmuş hem de askerlerle birlikte çalışan, darbe şartlarını hazırlayan
sivil unsurların ortaya çıktığını belirtti.
Devrimci Karargah örgütünün de bu amaçla kurulduğuna dikkat çeken Orakoğlu, bu örgütün PKK ile ciddi bir
işbirliği içinde olduğunu kaydetti.
Devrimci Karargah'ın PKK'yı savunduğunu anlatan Orakoğlu, "Terör örgütünün taşeronu diyebiliriz. Bu örgütün kullandığı bubi tuzağı ile Dalan'ın arazisinde ele geçirilen bubi tuzaklarının aynı olduğu iddiası var." diye konuştu.
Ergenekon'un her dalgası sonrası işi sulandırmak isteyen çevrelerin bulunduğunu ifade eden Orakoğlu, operasyonun yok sayılarak Atatürkçülüğe, çağdaşlığa yönelik yapıldığı izlenimin verilmeye çalışıldığını vurguladı.
Bu yapılanmanın devletin içinde bulunup da deşifre edilemeyen unsurlarının hem bulundukları makamı hem de yetkilerini örgüt lehine kullanabileceklerine dikkat çeken Orakoğlu, "Ergenekon, analizci ve uzmanların tahminleri dışında gelişti. Kimse bu kadar mesafe alınacağını ummuyordu. Bu şöyle gelişti; Ergenekon yapılanması içindeki çözülme çok önemli. Cezaevinde veya bağlantılı olan dışarıda bulunan bir takım insanların gizli
tanık olma ihtimalini de gündeme getirdi. Bunun olmaması için Ergenekon'un dışarıda bulunan elemanları çok ciddi
psikolojik harekat uyguluyorlar. Ergenekon soruşturmasını bekleyen bana göre en büyük
tehlike; kamu kurum içerisinde deşifre olmamışların yetkilerini bu yapılanma lehine kullanabilmeleri. Yapılan operasyonlarda az delillerle bu tür olayları
Ergenekon davası içine almak, bu operasyonu hantallaştırabilir. O bakımdan ayrı ayrı operasyonlar yapılıyor." şeklinde konuştu.
Darbeler döneminde hep insanların "İhtilal öncesi kan gövdeyi götürüyordu. Siyasi
cinayetler işleniyordu. İktidar değişince neden
bıçak gibi kesildi?" sorusunu sorduğunu hatırlatan Orakoğlu, bunun cevabını Ergenekon soruşturmasıyla öğrenmeye başladıklarını söyledi.
DEMİREL'İN BU YAPILANMADAN HABERSİZ OLMASI İMKANSIZ
Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı yapmış Süleyman
Demirel'in bu odakları bilmemesinin mümkün olmadığını vurgulayan Orakoğlu, Demirel'in Ergenekon ile ilgili
"Bu operasyonları fazla büyütmemek lazım. Devleti sarsar, yaralar." açıklamasını hatırlattı.
Demirel ve onun gibi düşünenlerin
demokrasi karşıtları olduğunu savunan Orakoğlu, bu kişilerin "Biz olmasaydık, bu ülkede çok ciddi olaylar olabilirdi." iddiasını ortaya attıklarını ancak bunun tam tersi olduğunu savundu.
Batı Çalışma Grubu belgesini alan Demirel'in bunu siyasi çıkarları için kullandığını ileri süren Orakoğlu, belgeyi darbecilere vermesiyle Emniyet İstihbarat üzerinde operasyon yapıldığını kaydetti.
28 Şubat döneminde gerekli önlem alınması halinde mağduriyetlerin önlenebileceğini aktaran Orakoğlu, "O dönem devleti idare eden mekanizma, karar verici mekanizmaların bırakın bu yapılanmayı çıkarmayı; dışarı çıkarmaya çalışanların aleyhine bir takım kumpaslar veya birtakım tuzaklar kurduklarını görüyoruz." dedi.
"MESUT YILMAZ BİR CUNTA GRUBUNUN ATAMASI İLE BAŞBAKAN OLDU"
Mesut Yılmaz'ın bir cunta grubun atamasıyla Başbakan olduğunu dile getiren Orakoğlu, bu operasyonların kimin demokrat, kimin demokrat olmadığını, kimin siyasi parti lideri olup olmadığını çok açık gösterdiğini belirtti.
28 Şubat döneminde yargının çok ciddi anlamda cunta ekibi tarafından siyasallaştırılmak istendiğini anlatan Orakoğlu, onun sancılarının bugünkü operasyonlarda yargıda çok açık bir şekilde görüldüğünü vurguladı.
28 Şubat'ın Türkiye'ye inanılmaz zararlar verdiğine dikkat çeken Orakoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Milli
savunma refleksleri kırıldı. Darbeler yapılınca o iş bitiyordu. 28 Şubat döneminde darbe tam yapılamadığından dolayı bu süreç uzadı. Şu anki süreç o dönemin devamının da olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte Emniyet İstihbarat ve Türkiye'nin istihbarat birimleri, bu darbelere karşı nasıl savaşacaklarını biraz öğrendiler. En büyük faydası bu ülkeye o oldu."
"BU SİLAHLARLA MİTİNG ALANINI CEHENNEME ÇEVİRİRSİNİZ"
Bu ülkede huzur, rahatlık içerisinde yaşamak isteyenler yatıp kalkıp bu operasyonları yapanlara dua etmesi gerektiğini vurgulayan Orakoğlu, "Bu silahlarla ne yapılabilir ki?" dendiğini hatırlatarak "Bu silahlar ile miting alanını cehenneme çevirirsiniz. Biz ülkeler arası savaştan bahsetmiyoruz. Çocukça mazeretler üretiyorlar. Bu operasyon İtalya'yı geçebilir." diye konuştu.
Turhan Çömez ve
Bedrettin Dalan'ın gelmesiyle operasyonun daha vahim ayaklarının çıkabileceğine işaret eden Orakoğlu, bu şahısların 'özel yakalama ekipleri' tarafından acilen yakalanması gerektiğini ifade ederek siyasi,
iş dünyası ve medya ayağının eksik olduğunu söyledi.
Jitem ile ilgili iddiaların ardından
Tansu Çiller'in de isminin ortaya atılmaya başlandığına dikkat çeken Orakoğlu, birilerinin Çiller'i bu olayların içine çekmeye çalıştığını savundu.
Çiller'e ait belgelerin kalorifer kazanında yakılabilecekken alenen ortada yakıldığını hatırlatan Orakoğlu, ciddi provokasyonların yaşanabileceği bir sürecin yaşandığına işaret ederek Türkiye'nin her şeye hazırlıklı olması gerektiğini belirtti.
Yakılan belgelerden Çiller'in haberi olduğunu düşünmediğini kaydeden Orakoğlu, Çiller'in ilk çalıştığı dönemlerde kendisinin İstihbarat Daire Başkanlığı'na atanmasının arka perdesinde
Mehmet Ağar ve kadrolarının tasviye edilmesi olduğunu ileri sürdü.
(CİHAN)