Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi (
ÇOMÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dekanlığı görevini de sürdüren Tatar, yaptığı açıklamada,
Türkiye'deki deprem kuşaklarının belirlenmesinde aktif ve diri fayların konumunun esas alındığını belirtti.
Tatar, aktif fayların, son 10 bin yılda bir deprem üretmiş olup, halen üzerinde enerji biriktiren ve gelecekte üzerinde bir deprem olma potansiyeli bulunan faylar olarak tanımlandığını ifade ederek, bu fayların üzerinde yılda belli bir hızda hareket olduğunu bildirdi.
Kuzey Anadolu Fay Zonu'nda yılda 2,5 santimetrelik bir kayma hızı kaydedildiğini, Doğu Anadolu Fay Zonu'nda ise biraz daha az, 10-15 milimetreyi bulan bir kayma hızı bulunduğunu kaydeden Tatar, bütün aktif faylar üzerinde belli bir hareket hızının olduğunu belirtti.
Tatar, Türkiye'de 1. derecede deprem kuşaklarının tanımlanmasında,
bölgelerin, yerleşim yerlerinin ve alanların aktif fay zonlarına yakınlığının dikkate alındığına işaret ederek, Türkiye'deki 1. derece deprem kuşaklarının dağılımına bakıldığında Kuzey'de,
doğudan batıya doğru giden bir hattın bulunduğunu bildirdi. Bunun
Bingöl Karlıova'dan başladığını, Yedisu,
Erzincan, Refahiye, Gölova, Reşadiye,
Niksar ve
Erbaa üzerinden daha batıya doğru ilerleyerek, batıda
Bolu civarında iki kola ayrıldığını anlatan Tatar,
Marmara Denizi içerisinden,
Tekirdağ açıklarından Saros Körfezi'ne giden fay zonunun kollarının,
Biga Yarımadası'nda özellikle Etili, Çan civarında da olduğunu kaydetti.
Tatar, Doğu Anadolu Fay Zonu'nun ise Karlıova, Bingöl,
Elazığ üzerinden Kahramanmaraş'a doğru uzandığını,
Türkoğlu civarında ise bir başka fay zonu ile birleşip oradan da daha güneye giden bir
sistem olduğunu belirterek, bu iki bölgenin dışında Ege Bölgesi'nin de önemli
deprem bölgesi olduğunu vurguladı.
Buradaki fayların uzunluğu ve derinliğinin diğer fay zonlarına göre daha düşük olduğunu, bunlar üzerinde meydana gelen depremlerin de büyüklüğünün genelde Kuzey ve Doğu Anadolu Fay Zonları üzerinde meydana gelen depremlere göre düşük olduğunu anlatan Tatar, Ege bölgesindeki normal faylar üzerindeki yıkıcı depremlerin genellikle 6 ve üzerinde olduğunu söyledi.
“Ters fay etkisi ve
sürpriz deprem”
Tatar, bu 3 ana bölgenin dışında kalan ve
Van depreminin meydana geldiği yerin kuzeyinde bir bölge daha olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
“Çaldıran Muradiye civarındaki bir bölge. Burada da yine Bingöl Karlıova civarında son bulduğunu düşündüğümüz Kuzey Anadolu Fay Zonu'nun uzanımına paralel, yani Kuzeybatı-
Güneydoğu uzantılı, daha kısa uzanımlı doğrultu atımlı birtakım faylar var. 1976 Çaldıran depremi bunlardan bir tanesi üzerinde meydana geldi. Ama Van'ın güneyinde kalan bölgede, bizim 'ters fay' diye adlandırdığımız, bir sıkışma sonucunda meydana gelen faylar var.
Güneyde
Arabistan, kuzeyde de
Avrasya plakası var. Bu iki plaka belli bir hızla birbirine yaklaşıyor ve bölgede sıkışma ile ilişkili deformasyonlar oluşturuyor. 23 Ekimde meydana gelen Van depremini oluşturan fayın böyle bir sıkışma etkisi altında oluşan bir ters faydan kaynaklandığını görüyoruz. Bugüne kadar MTA'nın hazırlamış olduğu Türkiye Diri Fay Haritası üzerinde gözükmeyen bir fay. Bu sürpriz bir deprem. Kuzeyinde birtakım aktif fay zonları var ama depremin merkez üssü olan Van'ın kuzeyindeki Tabanlı köyü civarında, yani Erçek Gölü'nün olduğu kesimde bu depremi meydana getiren fayın yüzeyde izini göremiyoruz.”
“Küçük depremlerin izlenmesi çok önemli”
Prof. Dr. Tatar, bir bölgedeki “mikrosismik aktivite” diye adlandırılan çok
küçük boyuttaki depremlerin izlenebilmesinin önemli olduğuna dikkati çekti.
Bunun bölgeye kurulan sismik ağların yoğunluğu ile mümkün olacağını belirten Tatar, Türkiye'de bu istasyonları
Boğaziçi Üniversitesi
Kandilli Rasathanesi ve
Deprem Araştırma Enstitüsü
Ulusal Deprem İzleme
Merkezi ile
AFAD'ın işlettiğini kaydetti.
Tatar, Türkiye'nin her yerinde bu iki kurumun işlettiği birçok deprem
kayıt istasyonunun bulunmasına rağmen, coğrafyanın genişliği ve aktif fay zonlarının yoğunluğu dikkate alındığında halen iki ve daha altındaki büyüklükteki depremleri ölçebilecek ölçüde bir sismik kayıt cihazı dağılımının her yerde bulunmadığını belirterek, şunları kaydetti:
“Halen birçok yerde 3 ve üzerindeki depremleri ölçebiliyoruz. Deprem olduktan sonra bölgeye geçici sismik ağlar kurarsanız, -Van örneğinde olduğu gibi- çok daha küçük depremleri de görebiliyorsunuz. Hiç deprem olmadığını düşündüğümüz bölgede bile aslında 2 veya altı büyüklüklerde mikro deprem diye adlandırdığımız küçük depremler olduğunu göreceksiniz. Bu da bize şunu söyleyecek; burada deprem oluyorsa demek ki bunu üreten aktif bir fay var. Ama bu aktif fayın izini biz yukarıda, yüzeyde göremiyoruz. Bu derinlerde var olan aktif bir fay. Dolayısıyla bu fayın üzerinde birtakım mikro depremler meydana geliyorsa, 'Bu gelecekte büyük bir depremi oluşturabilecek bir enerjiyi biriktirebilir' diye yorum yapmanız mümkün. Bu anlarda mikro sismik aktiviteyi
izlemek çok önemli.”
Van'da meydana gelen depremden bu yana bölgede bine yakın artçı sarsıntının meydana geldiğini hatırlatan Tatar, vatandaşları özellikle bölgede
hasar tespiti yapan
teknik elemanların görüşünü almadan hasarlı binalara girmemeleri konusunda uyardı.
“Depremden sonra sürekli fayı, depremi konuşmayalım”
Tatar,
ülkenin bir ve ikinci derecede deprem kuşaklarının tümü irdelendiğinde, Türkiye'nin büyük bir bölümünün şu veya bu boyutta bir deprem riski altında bulunduğunu vurguladı.
“Türkiye, deprem riski taşıyan bir ülke konumunda. Bu bilinen bir şey. Dolasıyla artık bir depremden sonra sürekli depremi, oluş nedenlerini konuşmak ötesinde neler yapılabiliri konuşmak gerekiyor” diyen Tatar, afet yönetiminin ve afet öncesi yapılacak çalışmaların önemine dikkati çekti.
Tatar, risk yönetiminin, afete
hazırlık ve planlama çalışmalarının çok iyi yapılması gerektiğini ifade ederek, bunlar yapılabildiği zaman afetlere hazırlık açısından çok daha iyi yerde olunacağını belirtti.
AFAD'ın kurulması ile bu alanda büyük bir boşluğun dolduğunu ve çok ciddi çalışmalar yapıldığını anlatan Tatar, 2012-
2023 Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı'nın yürürlüğe girdiğini hatırlattı.
Prof. Dr. Tatar, Türkiye'nin 81 vilayetinde İl
Afet ve
Acil Durum Müdürlüklerinin bulunduğunu, bu kurumların yetişmiş eleman ve gelişmiş ekipmanları ile afetlere müdahalede yetkin bir duruma geldiğini kaydederek, Türkiye'nin
doğal afet sonrasında müdahale yeteneğinin geliştiğini, ancak afet sonrası
kriz yönetimi kadar, afet öncesi risk yönetiminin de afetlerden en az zararla çıkabilmek açısından çok önemli olduğunu sözlerine ekledi.