Zaman Gazetesi'nde yer alan Yorum-Haber'de de, eğitim gibi hassas bir konuda enine boyuna düşünülmeden vatandaşla istişaresiz alınan kararın yanlışlığına vurgu yapılarak, 'Şehirdeki belediye otobüsünün renginin ne olacağına bile müdahil edilen halk, çocukları ile ilgili yapılmak isteneni bilmeyecek mi?' şeklinde soruluyor.
Üzerinden çok uzun zaman geçmedi. Şubat 2011’de Bakırköy Adliyesi’nde tam 19 davada 23 gazeteci yargılandı.
Savcı, onlardan biri olarak hakkımda üç yıla kadar hapis istiyordu. Suçum, Albay Dursun Çiçek’in AK Parti hükümetini ve Fethullah Gülen’i bitirme yönünde hazırladığı ‘yok etme planı’na karşı haber yapmaktı. Bu milletin çocuklarının kaldığı evleri hedef almıştı Dursun Çiçek. Öğrenci evlerine silah konulacak, askeri savcılara ihbar edilip ‘dost unsurlar’ olarak görülen gazeteciler aracılığı ile haysiyet cellatlığı yapılacaktı. Plan deşifre olunca gördük ki, bir dönem anlam veremediğimiz ne kadar gelişme varsa hepsi bir planın ürünüymüş. Erzincan’da İlhan Cihaner adında bir savcı, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bakanlara, hatta Yeni Şafak Gazetesi’nin sahiplerine kadar herkesi dinlemeye almış; yok etme planını hayata geçirmiş meğer... Bu haberleri yazmakla yanlış mı yaptık? Hayır, asla… Bugün olsa yine yazarız.
Çocukları ilgilendiren bir konuda halkı bilgilendirmek gazeteciliğin gereği. Son tartışmalar mesela. Zaman Gazetesi, kör topal giden eğitim sisteminin sonucu olarak varlık gösteren dershanelerin kanun zoruyla kapatılmak istenmesinin belgesini yayımladı. Önce itiraz edildi, ‘yok böyle bir taslak’ denildi. Milli Eğitim Bakanı ve müsteşarı çok ağır ifadelerle gazetemizi yalanladı. Ama çok geçmedi. ‘Var, yok, öyle değil, böyle…’ şeklindeki savunmalar işe yaramadı. Çünkü mızrak çuvala sığmıyordu. Ani bir kararla konu Bakanlar Kurulu’na getirildi. Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, itirazları anlamaya çalışan gönül insanı olarak ‘paydaşları ile görüşülecek’ dese de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Biz kararımızı çoktan verdik.” ifadesiyle tüm savunmalara kapıyı kapattı. Kapıyı kapatmakla kalsaydı keşke… Halkın bir kesimini ‘karşı taraf’ diyerek ötekileştirdi. Geçmişte kimi ‘beyaz Türk’ün bizi ötekileştirmek isterken kullandığı mürteci, gerici, yobaz gibi kategorize eden sıfatlarımız vardı. Şimdi bir yenisi daha eklendi; ‘karşı taraf’ diye.
Birçok haberde olduğu gibi yine konuyu daha iyi anlamak için uzmanlarına soruyoruz. Zorla kapatma kararının ilk vuracağı çocuklar bu yıl lise üçte olanlar. O çocuklar AK Parti hükümetinin eğitim sistemi üzerinde yaptığı oynamadan en fazla etkilenen kuşak. Onlar orta 1, 2 ve 3’te deneme tahtasına döndüler. Kaderin garip cilvesine bakın ki, bu çocukların doğum yılı 1997. Kendi çocuklarını iyi bir lise ve sonrasında dershane takviyesiyle iyi bir üniversiteye gönderenlerin çok keskin yorumları oluyor. ‘Seneye benim çocuğum ne olacak?’ sorusu yöneltilince ‘ama sen de şunu dedin’ diyerek topu taca atıyorlar.
Bu sınav sistemi varken dershane takviyesinin şart olduğunu kimse inkar edemiyor. Varış noktasında üniversite bulunan bir yarışta; halkın devletten aldığı yürüyen aksamı bozuk aracı (sistemi) tamir ettirmek için para verip çağırdığı ustadır dershane. Bu durumda devletin, bozuk sistemi tamir etmek için halkın kendi imkanlarıyla bulduğu ustayı kovarak işe başlaması velilere yapılan haksızlıktır. Hayatında devlet okulunda bir kez olsun veliler toplantısına katılmayanlar, bütün çocukları ‘halk eğitim merkezlerinde’ toplamayı çıkış yolu olarak sunuyor. Bu çıkış yolunu bugüne kadar neden hayata geçirmediniz o zaman? Aileler tedirgin ve endişeleri büyük. Çocuklarının ‘eğitim zayiatı’ olmasını istemiyor. Şehirdeki belediye otobüsünün renginin ne olacağına bile müdahil edilen halk, çocukları ile ilgili yapılmak isteneni bilmeyecek mi?