15 yıl önce eşi karakola götürülen Dilber Bulut, iki çocuğu ile hâlâ umutlu bir bekleyiş içinde. "Devlet vatandaşını kaybeder mi?" diye soruyor.
1994 yılının
Mayıs'ında 2,5 yıllık evli olan Bulut
ailesinin kapısı çalındı. Dilber Bulut'un eşi Mustafa, amcası ve kuzenleri ile Kabakkaya köyünde gözaltına alındı.
Askerî araca bindirilerek
Lice'ye götürüldüler. Biri 40 günlük, diğeri de 1 yaşında iki çocuğuyla ortada kalan Dilber de peşlerinden gitti. Karakolun önünde saatlerce ağladı, yalvardı. PKK'ya
yardım etmekle suçlanan eşinin masum olduğunu yeminlerle anlattı. "Şimdi evine git. Kocan 3 saat sonra serbest bırakılacak." denilince rahatladı. Ancak o 3 saat bir türlü dolmadı. Çalmadık kapı bırakmayan Dilber, eşinin adını verdiği oğlu Mustafa ile birlikte 15 yıldır kocasının yolunu gözlüyor. Acılı eş, "Devlet vatandaşını kaybeder mi, bu nasıl vicdan?" diye sorarken gözyaşlarına boğuluyor.
Dilber Bulut,
terörün
Güneydoğu'yu kasıp kavurduğu 1990'lı yılların başında hayatının baharında
genç bir kızdı. Ancak ne terör, ne milliyetçilik... Onun için varsa yoksa gönül verdiği amcasının oğlu Mustafa vardı. Olup bitenden habersiz sıcak bir yuvanın hayalini kuruyordu. Sonunda babasının rızasını aldı ve 1991 yılının ortalarında Mustafa'sıyla evlendi. Aradan 2,5 yıl geçti. Terör gemi azıya almış, Güneydoğu ateş çemberine dönmüştü. 1994'ün Mayıs'ında ansızın kapıları çalındı. Gelen
jandarmaydı ve Dilber'in kocası Mustafa'yı gözaltına aldı. 24 yaşındaki Mustafa, amcası ve 3 kuzeni ile birlikte askerî araca bindirilerek Lice'ye götürüldü. Biri 40 günlük, diğeri 1 yaşında iki çocuğuyla ortada kalan Dilber de peşlerinden gitti. Jandarma karakolunun kapısında saatlerce ağladı, yalvardı. PKK'ya yardım etmekle suçlanan kocasının masum olduğunu yeminlerle anlatmaya çalıştı. "Şimdi evine git. Kocan 3 saat sonra serbest bırakılacak." denilince rahatladı. Ancak o 3 saat, o gün bugündür bir türlü dolmadı. Dilber Bulut, 15 yıldır kocasının adını verdiği oğlu Mustafa ile birlikte hâlâ eşinin yolunu gözlüyor. Yaşadığı kâbusu kelimelerle ifade edemeyen acılı eş, "Devlet vatandaşını kaybeder mi? Bu nasıl vicdan? Nasıl götürdülerse getirirler düşüncesiyle yıllarca bekledim. En son bir hafta önce kocamı rüyada yaralı olarak gördüm." derken gözyaşlarına boğuluyor.
Türkiye, 90'lı yıllarda büyük acılar yaşadı. Özellikle 1991 ile 1995 arası Güneydoğu için adeta kâbus oldu. Faili meçhul
cinayetler, kayıplar, köy boşaltmalar birbirini izledi.
Takvim sayfaları 1994'ün Mayıs ayını gösteriyordu.
Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Yolçatı köyünün yakınlarında çatışma çıktı. Köylünün terör örgütüne yardım ettiğini düşünen jandarma, çevredeki köylere
operasyon düzenledi. Listede Kabakkaya köyünde ikamet eden Mustafa Bulut'un da ismi bulunuyordu. Mustafa ile birlikte onun akıbetini soran amcası Fahri, ardından kuzenleri Ali,
Ramazan ve Ekrem peş peşe derdest edildi. Askerî araca bindirilerek Lice'ye götürüldüler. Ve sırra kadem bastılar.
Kemikler Diyarbakır yolunda kayboldu
Mustafa Bulut'tan hiçbir haber alınamasa da amcası ve kuzenlerinin öldürüldüğü kesinleşti. Gözaltına alındıktan sonra Lice'deki yatılı
ilköğretim bölge okulunun bodrum katında sorgulandıkları, ardından da yakılıp toplu mezara gömüldükleri ileri sürülmüştü. Bu iddia, 2003 yılında kısmen doğrulandı.
Kulp ilçesi
Bağcılar köyünde ortaya çıkarılan bir toplu mezarda kemikleri bulundu.
Adli Tıp'ta yapılan DNA testinde, kemiklerin Ali, Ramazan ve Ekrem Bulut'a ait olduğu belirlendi. Fatiha okuyacak bir mezarları olsun diye kemikleri isteyen aile, ikinci bir skandalla sarsıldı.
Adli Tıp, kemiklerle dolu 32 kiloluk çuvalın Kulp Başsavcılığı'na gönderildiğini söyledi. Ancak
torba, başsavcılığa ulaşmamıştı.
Eşi Ali Bulut'un mezarı başında dua edip
gözyaşı dökmeyi hayal eden Kamile Bulut, kemiklerin kaybolduğu haberini duyunca ikinci kez yıkıldı. Çocukları Halime,
Yaşar, Maşallah ve Şerivan'la birlikte Diyarbakır'da oturan Kamile Bulut, gözyaşları içinde şunları söylüyor: "Yıllarca her kapı çaldığında 'O mu geldi?', her
telefon çaldığında 'Acaba o mu?' diye ayağa fırladım. 2003 yılında kemikleri bulununca dünyam yıkıldı, dizlerimin bağı çözüldü. Sonra, 'Fatiha okumak için bir mezarımız olsun' diyerek kemiklerini istedik. Şimdi kemikleri de yok diyorlar. Bu nasıl vicdandır? Allah'tan korkmuyorlar mı?"
ZAMAN