Ermeni Kilisesi lideri I. Aram'ın binlerce Ermeni'nin, Lübnan'daki Antilyas Kilisesi avlusunda yaptığı "
Ankara ile
Erivan arasındaki ittifakın değil; Ermeni halkının birliği, beraberliği ve bu ittifakı engellemek hususundaki mücadelesi kalıcı olacaktır. Bundan sonra sadece soykırıma değil, tazminata da
evet diyeceğiz." açıklamaları, Kilise-Ermeni
diasporasının
diyalog ve uzlaşmayı
desteklemek yerine barış umutlarını yeniden canlandıran bu süreci baltalamak için harekete geçtiğini göstermiştir.
Diaspora,
Ermenistan'ın SSCB'den ayrılmasından itibaren bu
ülkenin
ekonomik ve siyasi gücünü ipoteği altına almış, 800.000
genç olmak üzere nüfusun dörtte birini ülkeyi terk etmeye zorlamış ve ülkeyi güçlendirmek yerine kendisine bağımlı kılmaya çalışmış; daha ötesi uluslararası platformlarda Erivan'ın sözcüsü rolüne soyunmuştur. Bu açıdan yaşanan gelişmelerde şimdiye kadar diasporanın yönlendirmesinden kendisini kurtaramayan Erivan'ın bağımsız bir hareket kabiliyeti kaz
anmak istemesinin, dolayısıyla
Sarkisyan'ın rüşdünü ispat etmesi, kendisini daimi fikir babası olarak gören diasporanın öfkesini daha da artırmıştır. Anlaşılan odur ki hem I. Aram hem de diasporanın tepkisinin arkasında yatan asıl neden son gelişmelerle birlikte güç ve etkinliğini, Sarkisyan lehine kaybetmesinden duyduğu tedirginlik yatmaktadır.
Diasporanın tavrı değişir mi?
Aslında diasporayı öfkelendiren ve stratejilerini altüst eden gelişme, yıllardan beri Erivan ile olan ilişkilerinde şimdiye kadar tereddüt eden, tezlerini gündeme getirmeyip büyük bir hukuksal, siyasal ve stratejik boşluk doğmasına neden olan Ankara'nın son üç yılda mazinin esiri olmaktan kendini kurtarması ve tarihsel düşmanlıklara son vermek için adım atması olmuştur. Nitekim, 2015 yani Ermeni olaylarının yüzüncü yılını
hedef olarak belirleyerek en geç bu süreye kadar dünyanın önde gelen devletlerinden destek arayışına giren diasporanın hesapları Ankara'nın beklenmeyen hamlesiyle suya düşmüştür. Bu açıdan Türkiye'nin Ermenistan'ı ikna ederek masaya çekmesi büyük bir stratejik başarı elde etmesi Ermeni lobilerini çileden çıkartan bir başka etken olmuştur.
"Unutmayacağız, unutturmayacağız" sloganlarıyla
mağdur rolüne bürünen
Ermeni diasporası, 2000 yılında Washington'un devreye girmesiyle kurulan TARC'ta (Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu) barışın sağlanmasına bir adım kala komisyonda görevli Ermeni delegeleri tehdit ederek çalışmaları sekteye uğratmıştı. Bugün aynı tehditlerin sonuç getirmemesi ve barış gemisinin, diasporanın istemediği bir limana yanaşması Ermeni lobisinden yükselen seslerin daha da sertleşmesini beraberinde getirmiştir. Geçtiğimiz günlerde
Beyrut Ermeni Üniversitesi'nde "Haigazian"da "soykırım ve uluslararası hukuk" başlığı altında düzenlenen toplantıda, gazetecilerden ve akademisyenlerden oluşan Türk heyeti tarihsel, siyasal ve hukuksal açıdan 1915 olaylarının soykırım olmadığını ortaya koymayı başarmıştır. Ülkemizin daha önce yok saydığı bu tür toplantılara doğrudan
katılım sağlaması ve anti tezlerini masaya sürmesi değişen Türk dış politikasının diasporanın hamlelerini sekteye uğratan başarıları arasında görülmelidir. Bütün bu gelişmelerin sonucunda Ermenilerin yoğun bir şekilde yaşadığı Beyrut'un "Burc Hammud" semtinde yıllar boyunca yakılan Türk bayraklarının yerini; Ermenistan Devlet Başkanı
Serj Sarkisyan ve Zürih'te diyalog masasına oturan
Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan'ın kuklaları almıştır. Bununla birlikte bazı ılımlı Ermeni grupların müzakerelere açıktan destek vermemekle birlikte söz konusu
protesto eylemlerine katılmaktan da kaçınması, diaspora içinde görüş ayrılıklarının parçalanmalara kadar gidebileceği endişelerini de beraberinde getirmiştir.
Diasporanın özellikle son on yıl içerisinde hız verdiği Erivan'ı başta
Rusya,
Yunanistan ve
Kıbrıs Rum Kesimi olmak üzere pek çok ülke ile stratejik
işbirliği içerisine sokarak Türkiye'yi çember içine alma planları, Ankara tarafından hem de bizzat diasporanın önde gelen destekçileri ABD,
Fransa,
İsviçre ve Rusya'yı da bu çabaya ortak edilerek kırılmıştır. Pek çok Batılı başkentten soykırımın tanınması hususunda destek alan, hatta İsviçre gibi bir ülkede soykırımın inkârının suç olarak sayılmasını sağlayan diasporanın bu hamleleri karşısında Ankara'nın Zürih'i yanına çekmeyi başarması ve son olarak
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu imza atarken ortaya çıkan tabloda dünün diaspora destekçisi bugünün arabulucusu dünyanın önde gelen dört gücünün barış masasının arkasında yerlerini almaları Türkiye'nin söz konusu girişimi ile birlikte ne denli büyük bir başarıya imza attığını göstermektedir.
Ocak 2007'de hayatını kaybeden Ermeni kökenli gazeteci Hrant Dink'in uğradığı saldırının aydınlatılması için gösterilen devlet ciddiyetinin arkasında Dink'in etnik kökeninden ziyade "Ölenlerin değil kalanların üzerinden konuşalım" söylemi çerçevesinde iki
toplum arasında barış ve sevginin filizlenmesini amaçlayan bir kişi olması da etkili olmuştur. Hem Dink hem de Ermeni kökenli
Türk vatandaşı olan ve diaspora tarafından mağduriyeti siyasi bir malzeme haline dönüştürülen Komitas'ın ölümünün aydınlatılmasının, yaşanan husumetlerin ortadan kaldırılması açısından sağlayacağı katkı inkâr edilemez. Kanaatimiz şudur ki kendisini Ermenistan'ın hamisi olarak gören ve kendi çıkarı için her şeyi mubah sayıp kullanmaktan çekinmeyen diaspora bu tavrını gözden geçirmeli ve Erivan'ın gösterdiği cesareti örnek alarak Ankara'yla diyalog kurmanın yollarını aramalıdır.
ZAMAN-PROF. DR. SAMİR SALHA