Gazetelerden biri dinlenen kişi sayısını 3 bin diğeri 7 bin olarak verdi. Başsavcı Hadi Salihoğlu da yaptığı yazılı açıklamada telefonu dinlenen ve kayıt altına alınanların 2 bin 280 kişi olduğunu açıkladı. Fakat bu rakamları reddeden soruşturmayla ilgili savcılar sadece 40-50 kişinin mahkeme kararıyla dinlenildiğini söyledi.
Hürriyet Gazetesi’nin hukukçu yazarı Taha Akyol bugünkü yazısında iddialara açıklık getirdi. Akyol’a göre püf noktası “adli” ve “istihbari” dinlemeler arasındaki fark.
İşte o yazı:
Püf noktası
Başsavcı Hadi Salihoğlu’na göre telefonu dinlenen ve kayıt altına alınan 2 bin 280 kişidir.
Fakat soruşturmayla ilgili savcılar Adem Özcan ve Adnan Çimen bu tür büyük rakamları reddediyorlar. Selam örgütü için savcılığın talebi üzerine mahkeme kararıyla sadece*“40-50 kişi”*nin dinlenildiğini söylüyorlar.
Hangisi doğru?
Kanunlar açısından ikisi de doğru gözüküyor! 40-50 kişinin dinlenildiğini söyleyenler *“adli dinleme”*den bahsediyorlar... Yaklaşık üç bin kişi diyenler *“istihbari dinleme”*den bahsediyor olmalılar. Püf noktası*“adli” *ve *“istihbari” *dinlemeler arasındaki farktır.
ADLİ DİNLEME
CMK’ya göre, örgütlü suçlarla ilgili *“kuvvetli suç şüphesi” *varsa ve telefon dinleme dışında delil bulunamayacaksa, Emniyet savcıya başvurur. Dikkat, inisiyatif savcıdadır. Savcı mahkemeden dinleme izni alır, TİB dinlemeyi başlatır. Belirli süreler sonunda suç delili tespit edilirse ceza davası açılır. Suç unsuru görülmezse, dinleme yapılan kişiye *“Seni dinledik, suçunuz yok, özür dileriz” *diye resmi yazı gönderilir. Dinleme kayıtları da savcı tarafından imha edilir.
İmha etmemek suçtur. (CMK, 137) Nitekim BDP’li Sebahat Tuncel, savcılıktan kendisine böyle bir yazı geldiğini açıkladı.
Görülüyor ki *“adli”* dinleme savcının gözetimindedir. Sonunda suç çıkarsa dava açılır, suç çıkmazsa dinlemeler imha edilir, kişilere bilgi verir.
İSTİHBARİ DİNLEME
İstihbari dinlemeler CMK’ya göre yapılmaz, savcının hiçbir rolü yoktur, hatta çok defa haberi bile olmaz. Bu dinlemeler CMK’ya göre değil, MİT Yasası’na ve Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’na göre yapılır.
Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT, savcıya haber vermeden dinleme iznini doğrudan hâkimden alırlar! Dinlemeyi yine TİB yapar. Belirli süreler sonunda dinleme kayıtları yine imha edilmelidir, fakat “adli” dinlemenin aksine, ilgili kişilere bilgi verilmez. Hem savcı devrede bulunmadığı için, hem dinlenilen kişiye sonuçta bilgi verilmeyeceği için,*“istihbari” *dinlemeler üzerinde hukuki denetim yoktur! Sadece Emniyet ve MİT içinde yapılacak teftişlerde idari denetleme yapılabilir. Fakat*“İstihbarat”* kapalı bir faaliyet olduğu için bu iç denetimin ne kadar etkili olduğu belirsizdir.
Sanıyorum son telekulak skandalında büyük rakamlar verilirken bu iki tür dinlemedeki doğrudan ve dolaylı toplam kişi sayısından bahsediliyor. Fakat ortada ciddi bir sorun var: İki ayrı tür dinleme aynı klasörlerde nasıl toplandı! Soruşturulması gereken kritik konu bu görünüyor.
HUKUKUN ÖNEMİ
Şu da son derece önemlidir:*“Adli” *dinlemelerde yetki aşımı ve görevin kötüye kullanılması muhtemeldir ve çok tehlikelidir, fakat hukuki denetimi mümkündür. *“İstihbari”* dinlemelerde ise hukuki denetim olmadığı için, kötüye kullanılmaya çok daha açıktır. Emniyet ve MİT yönetimleri ancak hukuk devleti konusunda çok duyarlı olurlarsa istihbarat skandalları liberal demokrasilerdeki düzeylere indirilebilir.
Hukuk özeni yeterli olmayan ellerde istihbarat ve dinleme yaygın toplumsal huzursuzluklara sebep olur. Türkiye bir yandan yasadışı dinlemelerin, öbür yandan kitabına uydurulmuş dinlemelerin kaosunu yaşıyor. Bütün şüphe ve iddialarda nihai kararı bağımsız ve tarafsız yargı vermelidir.
BAŞBAKAN’A NOT
Başbakan, benim Doğan Grubu’nun iş takipçisi olduğumu söylemiş! Ben; Başbakan’dan, bakanlarından, genel müdürlerinden, belediye başkanlarından, iktidarla ilgili hiçbir makamdan Doğan Grubu’nun ticari işleriyle ilgili hiçbir talepte bulunmadım, hiçbir görüşme yapmadım. Başbakan; kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti gibi konularda yaptığım akademik eleştirileri önemsiyorsa, buna aynı düzeyde cevap vermeliydi; halbuki karalama yolunu seçmiştir. Her şeyden önce şunu belirteyim: Benim gözümde evrensel hukuk bütün siyasi fikirlerin üstündedir.
Sayın Erdoğan hapisteyken, gerçekten mağdurken, partisi kapatılmak ve hükümeti darbeyle devrilmek istenirken bütün yazılarımda, görüşmelerimde ve konuşmalarımda nasıl özgürlükçü demokrasiyi ve basın hürriyetini savunmuşsam, kendisinin iktidarında da bütün yazılarımda, görüşme ve konuşmalarımda aynı ilkeleri savundum. Keşke böyle bir zorunluluk çıkmasa, gelişmiş demokrasiler düzeyinde bir demokrasimiz olsaydı ve bizler de o ülkelerdeki meslektaşlarımız gibi başka konulara öncelik verebilseydik.