Yüreğiniz yetiyorsa...
İnsanlar kendi
tercihlerinde hürdür ve o temel
özgürlük içinde yönetime katılma hakkına sahiptir. İnce çizgiye dikkat: İnsanların sosyal ya da siyasî bir gruba mensup olması ayrıdır; grupçuluk yapıp başkasının hakkını ihlâl etmesi ayrıdır. Mesela bir insanın bir mezhebe mensup olmasında problem yoktur; ancak o insanın devlet görevi yaparken mezhepçilik yapması eşitlik ve
adalet mekanizmasını sekteye uğratır. Bir partiye üye olmakla, particilik yapıp insanlara zarar vermek de böyledir...
Demem o ki, insanlar belli bir yaştan sonra dilediği tercihi yapar ve o tercih doğrultusunda çeşitli derneklere, kulüplere, sendikalara vs. üye olur. Yeter ki kanunlar çerçevesinde kalsın ve başkasının hakkına
tecavüz etmesin. Yasal sınırlar içinde kaldığı sürece her ferdin cesur olması, hakkını
araması, başkaları karşısında düştüğü "sünepe" pozisyonundan bir an önce kurtulması gerekir.
Güncel bir örnek diye naklediyorum:
Medyanın bir bölümü günlerdir "
İsmailağa cemaati" diye isimlendirdiği insanların üzerine üzerine gidiyor. O insanların
giyim-kuşamlarını, hayat tercihlerini; hatta onların elinde olmayan ve mahallî yönetimin tercih ettiği
sokak isimlerini yazıştırıp/çiziştirip duruyor.
ülkesinde bu kadar pervasızlığa müsaade edilemez. Elindeki fotoğraf makinesini bazuka gibi kullanan arkadaşlardan bir ricam var: Yüreğiniz yetiyorsa New York'un göbeğine gidin ve aynı tacizci tavrı orada da gösterin. Mesela Brooklyn'e gidin. Göreceksiniz ki bütün bakkallar, marketler, sokaklar
Yahudi mahallesinin temel geleneklerine göre şekillenmiş. Sizin "kurtarılmış
bölge" gibi sunduğunuz İsmailağa'dan on misli daha
dindar bir şehir bulacaksınız. Yahudi takkelerini takmış, fötr şapkalarını giymiş, Tevratlarını ellerine alıp, örtülü eşleri ve kippalı çocuklarıyla gezen insanları aynen
İstanbul ağzıyla haber yapın da göreyim. Mümkün değil. Çünkü hakkın yok böyle bir şeye. Dünyanın pek çok yerinde onlarca Brooklyn var; çünkü kişilere, onların
inançlarına,
yaşam biçimlerine saygı var ve tabii bir de hak sahibinin hak arama gücü ve cesareti var.
Türk hukuk sistemine iki büyük suç kavramının acilen ve fiilen taşınması gerekiyor:
1- Discrimination (ayrımcılık/din, dil, ırk,
cinsiyet vs. ayrımcılığı)
2- Hate crime (nefret suçu). Bu ülkede onlarca yıldır sağ partiler ve onların teknokrat/bürokratları görev yapıyor ve maalesef onların ürkek
ceylan tavırlarından dolayı bu iki kavram hukukun içine taşınamıyor.
Açık söylüyorum: "Bugün Türkiye'de yazılan haber ve yorumlar insan haklarının garanti altına alındığı bir ülkenin diline tercüme edilsin; bizdeki gazetelerin çoğu bir hafta yayın ya-pa-maz."
Ayrımcılık ve nefret suçundan ağır cezalar alırlar...
Son sözüm: Herkes (ister devlet kurumlarında çalışsın, isterse özel şirketlerde) kanunların kendisine tanıdığı hakkı öğrensin ve özgür bir birey olmanın cesaretiyle haklarını sonuna kadar arasın. Başka türlü
sivil toplumdan söz edilemez. Bu ülke bir zümrenin ya da bir ideolojinin insanlar üzerine sulta kurduğu bir devlet sistemiyle değil, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin özgürlükler yoluyla yönetime katıldığı cumhuriyetle yönetiliyor. Bu kuralın bozulmasının sebebini haddini aşan zümreler kadar, hakkını yeterince talep edemeyen kitlelerde de aramak gerekiyor.
New York'un Brooklyn kesiminde çok sayıda Yahudi yaşamakta. Kendi inanç ve geleneklerine uygun bir yaşam süren Yahudiler,
Amerikan toplumu ve medyası tarafından yadırganmıyor.
EKREM DUMANLI/ZAMAN