Türkiye’nin
doğu bölgelerinden gelen televizyon görüntüleri karşısında
alarma geçmemek çok zor: Üzüntüden perişan olmuş anne babalar, yayılan
kuş gribi korkusu nedeniyle şaşkınlığa uğramış çocuklar ve medyanın ürettiği
öfke.
Ülkenin uzak bölgelerindeki pek çok
çiftçi için günlük yaşantının bir parçası olan kümes hayvanlarını evde tutmak, Batı
Avrupa’da yıllar önce ortadan kalkan bir ekonomi tarzı. Kış aylarında,
tavuklar sıcak kalsın diye evlerde tutuluyor ve ölmek üzere olanların etleri yeniliyor. Daha önce Çin ve
Güneydoğu Asya’da ölümlere neden olan H5N1 virüsü, ilk kez 2003 yılında tanımlandı ve o tarihten beri 74 can alan bu gripten Türkiye’de şu ana kadar üç çocuk öldü. Son birkaç gün içinde, Türkiye Başbakanı vakaların hiçbirinin ciddi olmadığını savunsa da,
Ankara ve Asya ile Avrupa arasında
köprü olan İstanbul’da kuş gribi şüphesi bildirildi.
Bulgaristan ve
Kıbrıs da kaygılı. Daha hafif bir çeşidi Japonya’da görüldü ve Mekke’de hac farzını yerine getiren hacıların kitleler halinde etkilenmesinden korkuluyor. Alarm anlaşılabilir ancak neler olduğu hususunda ve virüse karşı verilebilecek doğru tepkiler konusunda net olmak çok önemli.
H5N1 virüsünün göç eden kuş türleri tarafından taşındığı ve tavuklardan insanlara geçtiği, insandan insana geçebilmesi için türler arası bariyerleri atlayabileceğine dair ortada bir kanıt yok henüz. Bu yaşansaydı çok tehlikeli bir durum doğabilirdi. Ancak bilim, virüsten etkilenen insan sayısındaki artışın, virüsün dönüşerek belki de nezle gibi kolayca yayılabileceğini gösteriyor. Kuş gribi, vahşi kuşlar
kış mevsimi nedeniyle İskandinavlardan, Sibirya’dan
Kuzey Afrika’ya doğru uçarken, bize yaşadığımız dünyada, uzaklık, sınırlar, dil farklılıkları, kültür,
yönetim ve gelir hususlarında mevcut eşitsizliklerin doğanın gücü ve ritmi karşısında geçerliliğini yitirdiğini hatırlatan bir olgu.
Ulusal seviyede önlemler elbette alınmalı ancak gerçekte küresel bir
işbirliği hayati önem taşıyor. Dünya
Sağlık Örgütü kıymetli bir çabayla, hem soğukkanlı değerlendirmeler yapıyor hem de velvele karşısında korkuları gideriyor. Bir AB adayı olan Türkiye, Avrupa Komisyonu’ndan gerekli olan tüm
yardımları alabilmeli. Sadece para önermek sorunu bütünüyle çözmeyecektir, aynı zamanda
hasta hayvanları toplamaya yardım sağlamak hayati önem taşıyor ve çiftçilerin yaşamlarını sürdürebilmelerinin önemli bir ayağı da onların kayıplarını tazmin etmekten geçiyor. (Bulgaristan itlaf edilen hayvanların sahiplerine piyasa değerlerinin iki katı ödeme yapacağını açıkladı.) Türkiye’nin de güçlü bir şekilde tavukların dışkılarından neden uzak durulması ve ellerin yıkanması gerektiğini anlatan bir kamu bilgilendirme kampanyasına ihtiyacı var. Metanetli bir biçimde,
tavsiye ve yardımlara
kulak vererek gerekli tüm çaba gösterilmeli.
Salgın hastalığın seyrine ve yayılmanın durdurulmasına dair kararlı bir gözetim çalışması yürütülmeli. 2003 yılında Hollanda’da, ileri endüstriyel çiftçilik koşulları nedeniyle itlafı kolay gerçekleştirilen 3 bin tavuk olayından örnek alınmalı. Oradaki gibi, hastalığın tespitinin hemen ardından acil
kontrol önlemlerine başvurulmalı ve kuvvet takviyesi yapılmalı.
İngiliz yetkililer, bir
terörist saldırının neden olabileceğinden çok daha fazla insanın ölümüne yol açabilecek bu krizle baş etmek için gerekli iç kurumsal planlamayı yapma konusunda doğru yaklaşımı benimsemiş görünüyor. Antiviral ilaç Tamiflu’nun yeteri kadar stoku yapılmış durumda ancak bu ilacın etkileri konusunda da şüpheler mevcut. Başka kurumlardaki krizle yöntem metotlarına bakmakta da fayda var: Dünyanın üçüncü büyük bankası
HSBC, salgının patlak vermesi halinde tüm çalışanının yarısının yatağa düşebileceği hesabını yapmış ve bu tahminler hükümetler ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından kullanılıyor. Dünyanın sinirlerine hakim olması, gerekli hazırlığı yapması ve tehlikenin gerçek olduğunu anlamaya gereksinimi bulunuyor. (The
Guardian - Başyazı, 11 Ocak 2006)