İstanbul-
Isparta seferini yaparken iniş sırasında düşen uçağın düşüş sebepleri, dört yıl önce, 8 Ocak 2003’te İstanbul-
Diyarbakır seferini yaparken düşen
uçakla çok benzer.
"
Konya" adlı THY uçağı, Diyarbakır Havaalanı’na inişe geçerken düşmüştü. 75 kişinin yaşamını kaybettiği bu kazada
Aliye İl kurtulmuştu. İşte Aliye İl’in yaşadığı korku dolu o anlar...
TARİH 8 Ocak 2003. Yer İstanbul. "
Sabah kötü uyandım. Yani, kendimi iyi hissetmiyordum. Oğlumla ben beraberdik. Murat Ağabeyim aradı, o da İstanbul’da oturuyor. Ama o saatte hiç aramazdı beni, uyurdu.
’Ne oldu’ dedim, ’Sen bu saatte hiç aramazdın?’
’İsmet Yenge
vefat etmiş’ dedi.
Yıkıldım. Gerçekten çok sevdiğim bir insandı, hastaydı biliyordum ama ölümünü hiç beklemiyordum. Kötü oldum, ne diyeceğimi bilemedim.
Telefonu kapattım, çöktüm koltuğa, ağlamak istedim biraz rahatlayayım diye. Ağladım.
GİŞEYİ DEĞİŞTİRDİM
Kendime gelince hemen havaalanını aradım. Yarım saat sonra uçak var, deseler; hemen binip gideceğim. İsmet Yenge,
Urfa’da yaşıyordu. Ben önce uçakla Diyarbakır’a gideceğim, oradan karayoluyla Urfa’ya geçeceğim.
’Saat 17.00’de gelip
biletinizi alın’ dediler. Yerimi ayırttım. Sonra havaalanına gittim biletimi aldım.
Bilet alırken bir şey dikkatimi çekti; yani acaba tesadüf mü, kader mi ben de ona bir anlam veremedim. İki gişed
e bilet satılıyordu. Gişenin birinde uzun
kuyruk vardı; ben ilk defa bilet aldığım için orada sıraya girdim.
Diğer gişede 23 kişi vardı. Tereddüt ettim acaba oraya mı gitsem diye. Benden önce biri girdi o düşündüğüm gişeye ve biletini alıp çıktı. Ben de kuyruğumdan çıkıp oraya geçtim ve biletimi oradan aldım.
Yani şimdi düşünüyorum da, eğer orada kalsaydım, acaba aynı
koltuk numarasına denk gelir miydim? Kader.
YABANCILAR VARDI
Biletimi aldım, gittim bekleme salonuna oturdum.
İlk kez uçağa bindiğim için heyecanlıyım. Üzüntüm ve heyecanım birbirine karıştı. Bir
Hacı Amca geldi yanıma, ’Kızım’ dedi, ’Burası Diyarbakır uçağı kapısı mı?’ ’Evet’ dedim. "Yalnızsan git Hacı Nine’nin yanına otur" dedi. Kırılmasın diye gidip eşinin yanına oturdum.
Oturdum işte, insanlara bakıyorum.
Bizim
Güneydoğu insanları bellidir, yani seçebiliyorsun ya da ben aynı topraktan olduğum için hissediyorum, tanıyorum onları.
Yabancılar da vardı; Amerikalı vardı; bir de
Alman gördüm, onu da hiç unutamıyorum. Ayrıca çok iriyarı biri vardı, çok uzun boylu ve çok şişman, saçları da upuzundu.
Bir hanım vardı da öyle çok şık, çok bakımlı küt saçlı hoş bir hanımdı.
UÇAĞA BİNDİK
Saat 18.30 gibiydi.
Anons yapıldı. Uçağa gittik. Yerlerimize oturduk. Hostesler uçak düşerse neler yapılacağını gösterdi. Biraz korktum.
Uçak hemen hemen doluydu. Yani çok az bir boşluk vardı. Ben cam kenarındaydım ve benim yanım boştu. Arkada oturanlar bizim o yörenin insanlarıydı. Dinlerken konuşmaları hoşuma gitti, ikisi orada heyecanlı ve mutlu konuşuyordu. Onları hep merak ederim mesela, kimdi acaba arkamda oturanlar. Hálá onların mutlu sesleri kulağımdadır.
Yan koltukta adı Helin olan güzel bir
küçük kız çocuğu vardı; annesinin kucağındaydı. Helin bana şirinlikler yapıyor, göz kırpıyor bana. Benim de mecalim yok, üzgünüm; ama yine de çocuğa gülümsedim; çok güzeldi.
Kimseyle sohbet etmedim. İçimde anlatılması çok zor bir duygu vardı, daralıyordum. Bir an önce gideyim ve memleketimde iyice ağlayayım, kendime geleyim diyordum. Hostes geldi, ’Ne içersin’ diye sordu. ’Kahve’ dedim.
İNİŞ ANONSU YAPILDI VE...
Saat 20.00’ye geliyordu.
Her şey yolundaydı, hiçbir aksilik yoktu. ’İniyoruz’ diye
anons edildi. ’Kemerlerinizi çözmeyiniz’ dendi.
İniyoruz. Koltukta biraz doğruldum.
Beklemeye başladım.
Tam iniyoruz...
Heyecanlandım. Sıkıntı bastı beni. ’Acaba kemerimi açsam mı’ diye geçirdim içimden. Vazgeçtim.
Birden...
Ben kemerimi açayım mı açmayayım mı diye düşünürken büyük bir
gürültü koptu.
Ne olduğunu anlayamadım.
Çığlıklar duydum.
Bir de valizler uçuyordu havada sanki.
Sinyaller yanıp sönüyordu. Dua etmeye başladım.
Sonra...
Sonra ne oldu, hatırlamıyorum...
Kendimi yerde buldum.
Büyük bir acı var gövdemde.
Elmacık kemiğimi vurmuşum bir yerlere.
’İmdat! Kurtarın’ diye bağırmak istiyordum, sesim çıkmıyor.
Birden
yangın çıktı.
Kocaman bir yangın. Depo patladı sanki.
Dedim ki ’Ne oluyoruz?’ ’Ben nerdeyim?’ ’Ne oldu?’
Önce
rüya diye düşündüm.
Hayır uçaktaydım. Evet, hatırladım Diyarbakır’a gidiyorduk. Fakat ne oldu, niye yerdeyim?
Karanlıktı.
Hálá koltuğa kemerle bağlıydım. Kemeri çıkarmaya çalıştım. Açamadım.
Bağırmayı denedim yine.
Yangın o kadar şiddetliydi ki sesimi kimse duymuyor. Dua etmeye başladım.
Bir yandan da kemeri açmaya çalışıyorum, açarsam kurtulurum diye düşünüyorum. Ellerim titriyor. Alevler yaklaşıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Sonunda kemeri açtım.
Açınca, sırtımdaki koltuktan kurtuldum. Emekleye emekleye uçaktan uzaklaşmaya çalıştım.
Yine bir
patlama oldu. Bu çok büyüktü.
Hani filmlerde olur ya aynen öyle. Çevreye alevler fırlıyordu. Alevlerin bazıları üzerime geliyordu. Kemerimi açmasaydım diri diri yanacaktım.
BENİ BULDULAR
Ne kadar zaman geçti anımsamıyorum.
Ben zannediyorum herkes benim gibi çıktı ve kurtuldu. Bir ben kaldım, beni bulamadılar.
Ambulanslar, itfaiyeler geldi. Ama uzaktalar, beni görmüyorlar.
’Herhalde diğerlerini kurtarıyorlar, sıra bana da gelecek’ diye düşünüyorum.
Birini görmüştüm kazadan sonra, ayaktaydı, alevler her yanını sarmıştı, aklıma o geldi; ’Tabii önce onu kurtaracaklar’ dedim.
Tekrar sürünmeye başladım. Ama nereye gidiyorum bilmiyorum.
Karanlıktı hálá. Üstümde koyu
renk elbise yoktu, bej çok açık kazak vardı. Beni rahat görürler diye düşünüyordum. İnsan o durumda çok acayip şeyler düşünüyor, işte böyle.
Sonra bir ses duydum. Beyaz gömlekli biri ’Kimse yok mu’ diye bağırıyordu.
Sonunda beni gördü. Birilerine bağırdı. Ne dedi bilmiyorum.
Tek bildiğim kurtulmuştum.
Sonra ne olduysa, yine ’rüyadayım’ demeye başladım.
Canım çok yanıyordu. Başıma insanlar birikti, ’
Savaş mı çıktı’ diye sordum. Çünkü askerler geldi yanımıza.
’Çabuk olun’ diyorlardı. Sedye geldi, beni taşımaya başladılar. ’Nereye götürüyorsunuz’ dedim. Yola götürüyorlarmış, uçak beni çok uzağa fırlatmış.
Devlet hastanesine götürdüler.
Duydum ki 75 kişi hayatını kaybetmiş.
Küçük Helin de ölmüş..."
(Bu
röportaj CNN TÜRK’te yayımlanan "Oradaydım" belgeselinden alınmıştır.)
Uçak neden düşmüştü
"Konya" adlı THY uçağı, 1994 yapımı RJ 100
tipi bir uçaktı. Olaydan hemen sonra yine her daim olduğu gibi bilgi kirlenmesi yaşandı. Uçağın neden düştüğü konusu bir türlü aydınlatılamadı!..
UÇAĞIN düşüşüyle ilgili en soğukkanlı değerlendirmelerden birini Havacılık Tıbbı Derneği Başkanı Doç. Dr.
Muzaffer Çetingüç yaptı. Doç. Çetingüç bakın ne diyor:
"Pilotu ve Türk
Hava Yolları’nı temize çıkarmaya veya tersine karalamaya çalışan, bütün suçu, sise veya ILS cihazı bulunmayışına, ya da uçakta cep telefonu kullanımına bağlayan yorum ve yazılarla hepimiz bir bilgi kirlenmesinin hedefi olduk.
Biz Havacılık Tıbbı Derneği olarak, kazalarda insan faktörünün
teknik konulardan çok daha önemli olduğuna ve bu yönde yeterli çalışma yapılmadığına inanıyoruz.
Önce katı gerçek:
Havacılıkta, ’uçak kendiliğinden düşmez, onu bir düşüren vardır ve bu da genellikle
pilottur’ düşüncesi vardır.
Sis, ILS cihazı olmayışı gibi unsurlar bu kazanın tali nedenleridir; her uçuşta benzeri olumsuz durumlarla karşılaşılabilir ve iyi eğitilmiş bir pilot bu durumda kazadan başka yapabilecek bir şeyler bulur (meydan turu ile zaman kazanmak, inişin iptali, vs.).
Kazada teknik nedenlere ağırlık verilmesine karşın,
havacılık tıbbı açısından yaklaşıldığında şu olasılıklar kazayı açıklamakta daha önemli gibi görünmektedir:
a. Bu kazanın oluşumunun sis içinde başlaması ve
Ulaştırma Bakanı tarafından, ’pilotun pozisyonu hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadığı’ yorumu yapılmış oluşu, kazanın havacılık terminolojisinde durum muhakemesi kaybı (loss of situational awareness-LSA) denilen bir problemle ilgili olabileceği kanaati uyandırmıştır.
Pilot, sis içinde görüş referansı olmadan uçmakta, belki de sis arasından yeri görebileceği bir boşluk aramakta iken gereğinden fazla alçalmış, iniş takımı lambalarının sisteki yansıması görüşü daha da bozmuş, hatta yalancı bir
tırmanış hissi vermiş de olabilir.
Bu süreçte
kule ve uçuş ekibi ile iletişimini sürdürmeye çalışan, kısa zaman diliminde karar vermek zorunda kalan pilot, durum muhakemesini yitirmiş, uçağa yanlış kumanda vermiş olabilir.
b. Olaya dışarıdan
bakan, konuya
yabancı bir göz bile, pilotun bu koşullarda inişi iptal etmesi gerektiğini düşünebilir. Pilot neden şansını fazla zorlamış, riske girmiştir? Burada uçuş psikolojisi unsurları düşünülmelidir. Örneğin alışkanlık tuzağı: Aynı meydana daha önce (görerek) defalarca inebilmiş bir pilot için, bazen kuralları biraz zorlayarak veya risk alarak zor bir inişi başarıyla tamamlamak kendisine ve çevresindekilere karşı bilinçdışı mekanizmalarla bir hoşnutluk duygusu verebilir. Bu tatminin ötesinde, pilot bu işi gerçekten başarabileceğine de inanır.
c. Belki kazadan beş dakika önce yolculara bir anket uygulansaydı, böylesine sisli bir havada pilotun koşulları biraz zorlayarak inişi denemesi yönünde istek belirtecek kişiler belki de yüzde 70-80’lerde olacaktı.
Tersine, pilotun inişi iptal edip İstanbul’a dönme kararı aldığı yolculara iletilseydi, gene yüzde 70-80 gibi bir memnuniyetsizlik tepkisi gelecekti.
Çünkü çoğu insanın içinde ’kendisine bir şey olmayacağı, hatta ölmeyeceği’ gibi bir incinmezlik düşüncesi (invulnerability) vardır. Ayrıca iyi bir pilotun böyle zor zamanlarda ustalığını göstererek zoru yeneceğine dair bir
inanç vardır.
d. Burada eve dönüş sendromu olarak bilinen bir gizli etkenden de söz edilebilir. Yolcu ve mürettebatın 5 dakika sonra ’hayırlısıyla’ bitecek bir uçuş sonrası için planladıkları birçok iş vardır (çocuğunun yaş günü, eşinin hastalığı, özlemler, ticari işler, vs.).
İnişin iptali yüzünden geri dönmek, programların altüst olması, yeniden
yolculuk sıkıntılarına girmek vs. bir hayal kırıklığı yaratır. Pilot bu manevi baskıyı daima sırtında hisseden kişidir ve onu risk almaya zorlayan görünmez nedenlerinden birisi de bu olabilir. Özgüveni yüksek ve kararlı bir pilot bunlara karşı koyabilmelidir.
Uçaklar sofistike
elektronik-mekanik sistemleriyle mükemmellik sınırına ulaşmıştır. Ama sistemin en zayıf halkası insandır.
Bütün araştırmalar ve kaynaklar, tüm kazaların yüzde 70-80’inin insan faktörüne bağlı olduğunu göstermektedir. Bu oranın yarısı (yüzde 52) ise karar verme hataları ile ilgilidir.
SONER YALÇIN/HÜRRİYET