ETÖ denilince aklına gelen isimlerden birisidir Doğu Perinçek.
Onun karmaşık ilişkileri, hayat çizgisi bana Ergenekon'u bütün olarak anlama imkanı da veriyor. Bu tecrübeden bakınca alakasız gibi duran pek çok isim ve pek çok unsur yerli yerine oturuyor.
Dev-Genç başkanlığından Maocu gizli örgüt liderliğine, eski “yoldaşlarını” polise ihbar etmekten Kemalist ulusalcılığa uzanan karmaşık bir siyasi…
ETÖ ve Doğu Perinçek
Hayatımıza üç harften ibaret yeni bir kavram girdi. ETÖ.
Ergenekon Terör Örgütü.
“Yüzyılın davası” olarak nitelenen olay
12 Haziran 2007 tarihinde
emekli bir özel harekâtçının Ümraniye'deki evinin
çatı katında gizlenmiş 27 adet el bombasının bulunmasıyla başladı. Ardından gelen
operasyonlar dalga dalga yayıldı ve ortaya korkunç bir
terör örgütü çıktı.
İdeolojisi net, faaliyet ve
hedefleri gün gün daha da beliriyor.
Zanlılar arasında kimler yoktu ki, emekli ve
muvazzaf askerler, gazeteciler, yazalar, iş adamları, akademisyenler, memurlar,
mafya liderleri, çete elemanları…
Huzurumuzu kimlerin neden ve nasıl kaçırdığının fotoğrafıydı ETÖ üzerinden gördüklerimiz.
Demokrasiyi tehdit edenleri, hukuku hiçe sayanları, devleti yıpratanları, müesseseleri işlemez hale getirenleri…
Darbe kışkırtıcılığı yapanları, orduyu, medyayı, üniversiteleri, yargıyı kendi kirli amaçları için kullanmak isteyenleri,
iktidar hırslarına yenik düşenleri, çağ dışı bir ideolojiyi
topluma dayatmaya çalışanları…
Ülkemin kaynaklarını heba edenleri, terörü besleyenleri, terörden nemalananları,
cinayet işleyenleri…
Toplumu ürkütenleri, özgürlükleri sınırlamak isteyenleri, bizi içeride birbirimizle çatışmaya sürükleme niyeti olanları,
yurt içinde ve yurt dışında
Türkiye'nin itibarı olacak hayırlı faaliyetleri karalayan, kin, nefret ve kandan beslenenleri artık tanıyoruz, isimlerinin, yüzlerinin hiçbir anlamı yok, çünkü çarpık zihniyetlerine aşinayız.
Bu tür şer şebekelerinin sonucu Türkiye'nin son otuz yılı kayıp yıllardır.
Acılarla dolu olsa da şimdi ruhların huzur bulma imkanı var, toplum katili ile yüzleşme imkanı buldu. Bu yüzleşmeyi elbette hukuk yapacak. Hesabı sorulmamış bir hiç şey kalmayacak.
Hukuksuzluk nasıl yıllarımızı kaybetmemize neden olduysa, hukuk da geleceğe ümitle bakmamıza imkan verecek.
ETÖ'yi anlamak ve sürece sahip çıkmak her bireyin sorumluluğudur, göstermesi gereken duyarlılıktır. Fakat bu suç şebekesini sulandırma, etkisizleştirme stratejileri hiç durmayacak. Yeni yeni yol ve yöntemler devreye girecek, bunların bir kısmını “itibarlı” hukukçulardan duyacağız, sureti-i haktan görünerek yapacaklar.
Kafa karıştırmaya çalışacaklar, algılarımızla oynamaya kalkışacaklar.
Patır patır dökülen çeşit çeşit
silahlara, mermilere, bombaları,
cephane gömülmüş çukurlara rağmen yine de, “hedef ordu”, “cumhuriyetle hesaplaşma”, “28
Şubat'ın rövanşı”, “laik cephe tehdit altında” diyecekler. Yetmeyince “siyasi operasyon, iktdar rakiplerini, cumhuriyet güçlerini sindiriyor” yaklaşımını seslendirecekler. O da yetmeyince,
mahalle baskısı var, dindarlaşma artıyor, toplumda zemin değişiyor, Türkiye'de
eksen kayması yaşanıyor denilerek “korku üretilmek” suretiyle içeride ve dışarıda medet umdukları kesimlere
mesaj gönderecekler.
Bu da tutmayınca, “insanı” ve “vicdani” bir yola vurgu yapacaklar,
tutuklu ve sanıkların yaşına, sağlık durumuna, kimliğine, hayat tarzına, ilmine, itibarına atıfta bulunup da nedir bu zülüm diyecekler…
Onlar ne derse desinler artık hukukun ne diyeceği önemlidir.
Hatırlayın, ETÖ'nün üst düzey yöneticisi olmaktan tutuklanan Doğu Perinçek,
Bayrampaşa Cezaevi'ne konulurken; “Hedefte ordu var” diye bağırıyordu.
Hastalığı nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bır
akılan
Kemal Alemdaroğlu ise “Ergenekon soytarılığının ne olduğunu yakında herkes görecek” diyordu.
Şimdi herkes gördü, ama onun gördüğü hayali değil, gerçeği gördü.
ETÖ denilince aklına gelen isimlerden birisidir Doğu Perinçek.
Onun karmaşık ilişkileri, hayat çizgisi bana Ergenekon'u bütün olarak anlama imkanı da veriyor. Bu tecrübeden bakınca alakasız gibi duran pek çok isim ve pek çok unsur yerli yerine oturuyor.
Dev-Genç başkanlığından Maocu gizli örgüt liderliğine, eski “yoldaşlarını” polise ihbar etmekten Kemalist ulusalcılığa uzanan karmaşık bir siyasi…
Perinçek ve aydınlık hareketinin pek çok karanlık iş ve ilişkilerinin, zik zaklarının yanında net olan beklide tek şey; İşçi Partisi'nin seçilmiş hükümete yönelik “
Ordu-yargı göreve” çizgisi, 12
Mart'tan, 12
Eylül'e, oradan da 28 Şubat'a uzanan oldukça istikrarlı bir duruştur.
Perinçek 1968 yılında Dev-Genç'e kaynaklık eden Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) başkanlığına seçildiğinde
Ankara Hukuk Fakültesi'nde asistandır. O dönemde Türkiye devriminin yolunun ne olması gerektiği tartışması sürerken Perinçek'in ise devrim için planları başkadır. Perinçek, FKF başkanı seçilmesinden kısa bir süre sonra, 27
Mayıs Milli
Devrim Derneği'nin başkanlığını yapan
Albay Mucip Ataklı'dan bir
mektup gelir; irtica olaylarının artışından, toplu
Cuma namazları kılındığından bahsederek, FKF'yi bu olaylara karşı mücadele etmeye çağırır. Perinçek bu davete icabet eder.
Cumhuriyet yazarı Uğur Cankoçak'ın yazdığına göre,
27 Mayıs Derneği, FKF'ye kanca atarak 1960'ta yarım kaldığına inandığı işi tamamlamak istiyordu. Yine Cankoçak'a göre, kancayı atmakla görevlendirilen kişi, 27 Mayısçı Albay Kadri Kaplan'dır.
Perinçek'in ilişkileri Dev-Genç içindeki kadrolar tarafından hoşnutsuzlukla karşılanır. Nitekim
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve diğer
gençlik liderleri, Dev-Genç'i cuntacıların eline vermekle suçladıkları Perinçek'i
başkanlıktan uzaklaştırırlar.
Bu tarihten sonra Perinçek grubu, Kırmızı
Aydınlık olarak adlandırılan Proleter Devrimci Aydınlık dergisini (PDA) yayınlamaya başlar. Maocu bir çizgiyi benimseyen Aydınlıkçılar, artık
siyaset sahnesine çıkarlar. Türkiye solu ve Aydınlıkçılar arasındaki ebedi farklılığın temellerinin atıldığı bu yıllarda Aydınlıkçılar milliyetçi söylemleri nedeniyle “Maocu Bozkurtlar” olarak adlandırılır. Dev-Genç içindeki gençler
THKP-C, THKO gibi fraksiyonlarda örgütlenirken Aydınlık grubu Perinçek'in liderliğinde Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'ni (TİİKP) kurarlar. TİİKP'in, “devrim” stratejisi, sıkı
yönetim mahkemesi dosyasında; “TSK'ya sızarak, kendi fikriyatı istikametinde olan bir kısım subaylar vasıtasıyla parti için gerekli olan hüviyet, izin kağıdı,
elbise vb. teminine ve sosyalist fikirlerin ordu içinde yayılmasına çalıştığı, ilerisi için bu yolla silah teminini düşündüğü…” cümleleriyle yer alır.
Ancak 9 Mart 1971'de ordudaki 27 Mayıs'çı subayların ve aralarında Perinçek grubunun da yer aldığı
sivillerin planladığı cunta girişimi ters teper…
Aydınlıkçıların 1974 affıyla cezaevinden çıkmasından 4 yıl sonra, 1978'de kurduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi'nin (TİKP) genel başkanlık koltuğuna oturan Perinçek, ilk iş olarak günlük Aydınlık gazetesini yayınlamaya başlar. Perinçek, başyazarlığını yaptığı gazetede politik istikametlerini şöyle açıklar: “Proleter
devrimciler uzun süreden beri Türkiye'de asker-sivil-aydın zümrenin devrimci eğilimlerine dikkat çekmişlerdir.”
12 Eylül'den hemen önce Aydınlık gazetesinde
sendika ve öğrenci örgütlerinin liderleriyle bazı fraksiyonların önde gelenlerine yönelik ihbarlar yayınlanmaya başlanır.
Güvenlik güçlerinin bu ihbarlarla operasyonlar yapması Türkiye soluyla Aydınlıkçılar arasına bir anlamda “kan” girmesine neden olur.
Orduyu “devrim” safına çekme politikasını tüm yayınlarına yansıtan Aydınlıkçılar, 30
Ağustos 1980'e gelindiğinde TİKP'nin bildirisini Aydınlık gazetesinin manşetine taşıdılar: Ordu ile
halk arasındaki bağlar güçlendirilmelidir.
Bu bildiriden 12 gün sonra Aydınlıkçıların dileği gerçek olur, 12 Eylül'le birlikte ordu ve halk arasındaki bağ tedricen de olsa güçlenmiştir. Ancak tüm hizmetlerine ve
manipülasyon çabalarına rağmen kendilerini 12 Eylül mahkemelerinde bulan Aydınlıkçılar bu işe akıl erdiremezler. Perinçek savunmasında; “Hizmetlerimizin karşılığı bu mu olacaktı” diye sorar; “Partimiz orduyu parçalamak bir yana ona karşı gelenlerin adreslerini göstermiştir” derken
darbeden payına düşeni ister.
12 Eylül'de askerlerden umduğunu bulamayan Perinçek, 80'lerin sonu ve 90'ların ilk yarısı boyunca
PKK ile flört eder. Ancak Kürtlerin desteğini alarak meclise girme planını SHP'ye kaptırınca eski stratejisine geri
döner.
Nitekim Perinçek, asker kanadında Refah-Yol hükümetine yönelik huzursuzluk baş gösterince, hükümeti ordu eliyle devirmek için bir kez daha kolları sıvar. 28 Şubat öncesinde hükümetin darbeyle devrilmesi için yoğun çaba harcayan Perinçek, “Tanklar Hipodrom'da resmi geçit için mi alınıyor zannediyorsunuz” diyerek yine devrim stratejisini ilan eder, 28 Şubat'ı “proletaryanın beklediği devrim” olarak gösterecek kadar kendini kaybeder.
O daima darbecidir. Farklı zamanlarda birbirine zıt politikalara savruluyor gibi görünse de aslında bir iç tutarlılığı vardır; çünkü her zaman
egemen güçler içinde kendisine bir yer bulmuştur.
ETÖ'yü anlamak isteyenler için Doğu Perinçek'in hayatı
kılavuzdur.
Araştırmacı Fuat Akyol'a göre; Doğu Perinçek'in hakim olan ve bir dönem
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcı Yardımcılığı yapan babası Sadık Perinçek, dört dönem
Erzincan milletvekili seçildiği Adalet Partisi'nde Genel Yönetim Kurulu üyesiydi. Perinçek'in dayısı Turhan Olcayto, tümgeneraldi ve Ankara'da Zırhlı Tümen Komutanı'ydı. Ünlü ihtilalcilerden
Tümgeneral Cemal Madanoğlu, ilk eşi Sırma Perinçek'in halasının eşiydi. Teyzesinin oğlu Gürbüz Tüfekçi, Ankara'da askeri kesimde etkili bir şahsiyetti. Perinçek'in arkadaşlarına söylediğine göre Tüfekçi, aynı zamanda Milli
İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisiydi.
Geçen hafta bir şey daha öğrendik: Perinçek, asılsız
raporlarla Orta Asya'daki Türk okullarını karalamaya çalışmış. Perinçek ve ekibi 'Türkî cumhuriyetlerdeki okullarda
uyuşturucu ticareti yapılıyor.' diye raporlar yazmışlar. Asılsız çıkınca, hem Türkiye araştırmış yine asılsız çıkmış… Utanmamış Türkiye'nin yüz akı bu okulları Rus ve Çin istihbaratına da rapor etmiş, yanlış bilgiler vermiş…
Her şey yeterince açık değil mi… Şimdi bir kere daha düşünün; Perinçek ETÖ'nün neyi olur?
MEHMET GÜNDEM - YENİŞAFAK