Bugünlerde aklıma takılan soruların başında 17
Mayıs 2006 tarihinde menfur bir saldırıda yaşamını yitiren Emekli
Vali,
Danıştay 2. Daire üyesi Mustafa
Yücel Özbilgin’in ailesinin ve Özbilgin’in cenaze töreninden hemen sonra rahatsızlanarak bir süre sonra
vefat eden
Bülent Ecevit’in eşi Sayın
Rahşan Ecevit’in
Ergenekon ön soruşturmasına ilişkin basına yansıyan haberleri nasıl bir ruh haliyle izledikleri.
Artık eskiden olduğu gibi
gazete kupür koleksiyonu yapmaya da pek gerek yok, internet ortamından menfur
Danıştay saldırısını izleyen günlerde toplumun çeşitli kesimlerinin nasıl tepkiler verdiğine beş saniye içinde ulaşabiliyorsunuz.
Alparslan Arslan hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı mevcut ama son günlerde basına yansıyan haberler, öne sürülen iddialar Danıştay saldırısı meselesinin daha farklı boyutlar da içerebileceği güçlü ihtimalini ortaya koyuyor.
Doğrudur, daha henüz ortada Ergenekon meselesinin resmi iddianamesi bile yok, tüm bilgilerimiz internet üzerinden ulaşabildiğimiz basın haberleri ama bunlar bile meselenin arka planının çok farklı olabileceği ihtimalinin güçlülüğüne işaret ediyor.
* * *
Danıştay
cinayetini izleyen gün yargı mensupları, Danıştay,
Yargıtay,
Anayasa Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesi üyeleri saat 11.00’de saldırıyı
protesto etmek için
Anıtkabir’i ziyaret ediyorlar.
Böyle menfur bir cinayet sonrası, cinayetin nedeni ne olursa olsun, maktulün meslektaşlarının protesto eylemi yapmaları kadar
doğal, demokratik ve en önemlisi insani başka bir şey olamaz ama söz konusu protestocular
yüksek yargı mensupları iseler tepkilerinin
hedefinde biraz daha temkinli olmalarında yarar olduğu anlaşılıyor.
Önümüzdeki günlerde ilginç gelişmelere şahit olabilir ve Danıştay cinayetinin arkasında yatan nedenin bambaşka bir neden olduğu konusunda çok güçlü hukuki kanıtlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum.
Şayet söz konusu menfur cinayetin laik
Cumhuriyet’e yönelik değil de daha farklı bir nedenden işlendiği ortaya çıkarsa aynı yargı mensuplarının bu gelişme karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını, mesela ‘Atam, biz fena halde aldatıldık’ yazılı pankartlarla yine Anıtkabir’e cüppeleriyle ziyaret gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum.
Danıştay saldırısı sonrası üniversite çevrelerinden de haklı olarak çok güçlü bir tepki gelmişti.
Haklı olarak diyorum zira nedeni ne olursa olsun bir yüksek yargı mensubunun öldürülmesi güçlü bir tepki gerektirir ama hedef konusunda, aynen yüksek yargı organları mensupları gibi, üniversite çevrelerinin de biraz daha kuşkucu, temkinli olmalarında şekilde görüldüğü gibi büyük yarar var.
Dönemin YÖK Başkanı Sayın Teziç’i, üniversite rektörlerini ve yaklaşık bin
öğretim üyesini de yine cüppeleriyle, cinayetin laik Cumhuriyet’e yönelik bir saldırı olduğu konusunda emin adımlarla Aslanlı Yol’da hatırlıyoruz.
Üniversitelerarası
Kurul’da, kuşkuculuktan çok uzak bir yöntemle, şu açıklamayı yapmış idi: ‘Son olarak Danıştay’a yapılan pervasız saldırı
sabır sınırlarını aşmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin teminatı olan tüm kaleler tek tek ele geçirilmeye, zorbaca saldırılarla yıldırılmaya çalışılmaktadır’.
Menfur olaydan yaklaşık iki sene sonra gelinen noktanın gündeme taşıdığı ihtimaller yargıçların, rektörlerin, ÜAK üyelerinin vurguladıkları çerçeveden farklı bir gündeme tekabül etmektedir.
Yargıçların, rektörlerin, ÜAK üyelerinin danışıklı dövüş içinde olabilecekleri ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum ama bu çok önemli görevlere gelmiş kişilerin
analiz düzeylerini biraz daha zorlamalarında büyük kamusal fayda olabilir.
Ergenekon soruşturması sonrası hukuki kanıtlar ortaya başka bir
manzara çıkarırsa aynı yargıçları, aynı rektörleri, aynı ÜAK üyelerini yine Aslanlı Yol’da yine cüppeleriyle bu sefer vurguyu laik Cumhuriyet’e değil de hukuk devletine dayalı bir Cumhuriyet’ e yaparken izleyebilecek miyiz acaba?
Rahmetli Bülent Ecevit’in de rahatsızlanarak vefatına giden süreci açan güçler acaba gerçekten kimler idi, bu sorunun cevabını tereddüte yer olmadan alabilmek önümüzdeki ayların temel meselesidir diye düşünüyorum.
ESER KARAKAŞ/STAR