Habertürk gazetesinden
Amberin Zaman'a konuşan
Eric Edelman "Kripto
büyükelçi onayıyla merkeze gider, bu nedenle ismi geçer. Ama bu
kriptoyu yazdığı anlamına gelmez."
Wikileaks ABD diplomatlarının merkezlerine geçtikleri kriptolarını yayınlamaya başladığından beri
Türkiye Wikileaks'le yatıp Wikileaks'le kalkıyor.
Aralarında en çok polemik yaratanı ise 30
Aralık 2004 tarihli, gizli ibareli ve Eric Edelman imzalı
Başbakan Tayyip Erdoğan ve
AK Parti'nin iki yıllık
iktidarını değerlendiren bir hayli uzun kriptoydu. Ancak Wikileaks sitesinde ilginç bir ayrıntı gözlerden kaçtı. Yayınlanan yazı kriptonun tümünü içermiyordu. Ya sansürlenmişti ya da belgeleri sızdıran
Amerikalı onbaşı, kriptonun tümüne ulaşamamıştı.
Erdoğan ve Ak Parti'yle ilgili birçok çarpıcı görüşe yer veren belgenin en çok tartışılan bölümü, bazı yolsuzluk iddiaları içeren iki kısa paragraftı. Herhangi bir belgeye dayanmadan iki farklı kaynaktan aktarılan bir
suçlama ise Türkiye'de deprem etkisi yarattı: "Başbakan'ın İsviçre'de 8 ayrı bankada hesabı var."
İddiaları sert bir dille yalanlayan Erdoğan, bunlara yer veren gazeteleri 'alçaklar' diye
tarif ederken söz konusu iddialardan ötürü
Washington'ın da, kriptoyu kaleme alanların da cezalandırılması gerektiğini söyledi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı
Hüseyin Çelik ise ABD'li diplomatlara
tazminat davası açmanın yollarının araştırıldığını ilan etti. Eşzamanlı olarak iktidara yakın gazeteler de Eric Edelman'a karşı adeta bir
linç kampanyası başlattılar. Wikileaks olayını AK Parti'yi yıpratmak üzere tezgahlanan
İsrail-ABD komplosu olarak yorumlayan bazı kalemler, Edelman'ın
akıl hastası olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiler.
Haberin devamı ↓reklam
Habertürk gazetesinden Amberin Zaman, Edelman'la görüşerek iddiaları sorudu.
Başbakan Erdoğan ile ilgili 30 Aralık 2004 tarihli kripto Türkiye'de büyük fırtınalar kopardı. Özellikle herhangi bir somut kanıt veya belgeye dayandırılmayan dedikodu niteliğinde yolsuzluk iddiaları var ki, bunlar aleyhinizde yeni bir karalama kampanyasını tetikledi. O kriptoyu siz mi yazdınız?
Birincisi prensip olarak ben Wikileaks sitesine girmedim ve asla girmeyeceğim, çünkü bir suç işlenmiştir. Siteye girmek suça ortak olmak anlamını taşır benim açımdan. Halihazırda ABD Savunma Bakanlığı'na danışmanlık yapıyorum. Kriptoların içeriğini tartışmayacağım. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: Kriptolar büyükelçinin veya büyükelçi yok ise maslahatgüzarın onayından geçtikten sonra merkeze yollanır. Kriptoda büyükelçinin ismi bu yüzden geçer. Ama bu, kriptoyu büyükelçi yazdı veya içeriğine katılıyor anlamına gelmez.
Aslında iki türlü büyükelçi vardır. Başkası tarafından kaleme alınan yazıları kendi bakış açısına uymayınca merkeze ulaşmalarını engelleyen mikro yöneticiler var, bir de daha demokrat yaklaşan, çok sesliliğe inanan büyükelçiler var. Yani kripto kendi görüşlerini yansıtmasa dahi tam da farklı bir perspektif sunduğu için makul sınırlar içerisinde olmak şartıyla gönderilmesinde yarar görenler var. Ben ikinci kategoridendim. Bu arada büyükelçilerin kaleme aldıkları kriptolar çok daha dar bir çevreye dağıtılıyor.
2003 yılında Ankara'ya atandığınız duyulduğundan beri, Türk basınında aleyhinizde birçok yazı çıktı. Geçmiş görevlerinizden yola çıkarak Sovyetler'in dağılmasında, Çekoslovakya'nın bölünmesinde parmağınız olduğu iddia edildi. Ve tabii, neo-con çevrelerine yakınlığınız ve
Yahudi kökenlerinize sürekli gönderme yapıldı. İtiraf etmeliyim ki,
Irak Savaşı'na ben de şiddetle karşıydım ve tezkerenin geçmemesine çok sevindim. Türkiye ve Ak Parti sizi neden sevmedi?
İnanın bilmiyorum. Bir sürü dezenformasyon var. Örneğin 1
Mart tezkeresi öncesinde Meclis'te
kulis yaptığım vesaire... Oysa ben Ankara'ya 15
Ağustos 2003'te geldim. Gelmeden önce atanmamın onaylanma sürecinde Senato önünde verdiğim ifadeler kamuya açıktı. Basının ilgisini pek çekmedi çünkü o gün 9
Nisan 2003'te Irak'ta Saddam'ın heykeli Bağdat'ın merkezinde
halk tarafından yere indiriliyordu.
Türkiye'ye gelirken size özel bir misyon yüklenmiş miydi?
Türkiye son derece önemli bir
ülke ve partner. Türkiye'ye gelirken
Dışişleri Bakanı
Colin Powell da vurguladı... Türkiye'yle Süleymaniye'de Türk Özel Kuvvetleri ile ilgili olaydan sonra yıpranan ilişkileri tekrar rayına oturtmak, Irak'ta barış ve istikrarın yeniden tesisinde Türkiye'yle yakın
işbirliği yapmak, Türkiye'nin
Avrupa Birliği üyeliği için
destek olmak başlıca görevlerim arasındaydı. Aslında 2004 sonbaharına kadar da herhangi bir sorun yaşanmadı. Başbakan Erdoğan'ın Washington gezisinin (Ocak 2004) en iyi şekilde geçmesi için elimizden geleni yaptık. Örneğin Laura Bush'un Emine Erdoğan'ı Beyaz Saray'da ağırlaması benim şahsi müdahalelerim sayesinde gerçekleşti.
Sonbaharda ne değişti?
Irak'taki şiddet pik noktaya varmıştı. Özellikle Felluce'de yaşananlar ve bunlara ilişkin Türk basınında çıkan haberler vardı.
Evet hatırlıyorum. Maddi hata içeren haberlerin üstüne gidiyordunuz, sefaret birçok yalanlama yayınladı. En sansasyonel olanlardan biri de sanırım Susan Block adında bir seks terapistinin sitesine dayandırılarak yayınlanan 'Amerikalı askerler 4 bin Iraklı kadın ve
genç kıza
tecavüz etti' haberiydi. Ama Türk basınının üzerine agresif biçimde gitmeniz, Türk medyası ile aranızı bozmadı mı? Geriye baktığınızda 'Keşke farklı davransaydım' dediğiniz olmadı mı?
Bunun üzerine çok düşündüm. Ve cevabım net olarak '
Hayır.' Benim görevim ülkemi korumak ve kollamak. Ve eğer ülkem hakkında bu tür korkunç yalanlar üretiliyorsa bunlara karşı çıkmayı, bu tür dezenformasyonları deşifre etmeyi bir büyükelçi olarak en temel görevlerim arasında sayıyorum. Bugün olsa aynı şeyleri yapardım, pişman değilim.
Bir de Erdoğan'dan randevu alamama hikayeniz vardı...
O randevuyu talep etmemin iki kritik nedeni vardı. Birincisi ABD'de
başkanlık seçimleri vardı ve olası bir iktidar değişikliğinde geçiş dön
emine ilişkin ikili ilişkilerimiz için bir
yol haritası belirlemek istemiştim Başbakan Erdoğan'la. Bir de AB zirvesi vardı. Bu konuda da ortak strateji belirlemek istemiştim, zira Türkiye'nin AB üyeliğini en çok destekleyen ülke Amerika. Ama olmadı.
Son günlerde Türk basınına yansıyan AK Parti'nin dış politikasını çok sert eleştiren konuşmalar yaptınız. Türkiye'nin kendi gücünü abarttığını söylediniz. Wikileaks belgelerinin bu konuşmalarınızın hemen akabinde yayınlanması herhalde size karşı duyulan öfkeyi daha da artırdı.
Olabilir ama o görüşlerimin arkasında duruyorum. Mevcut konjonktürde ne yazık ki ilişkilerimizin daha ziyade 'transactional' (al ver) bazında yürümesi gerektiğini görüyorum. Üzücü ama öyle...
Wikileaks adlı internet sitesinin yayımladığı belgeler, 2004 yılından bu yılın Mart ayına kadar yapılan 250 bin adet diplomatik gizli yazışmayı içeriyor: