İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, gündemdeki sıcak konularla ilgili haftalık haber dergisi Aksiyon'a önemli açıklamalarda bulundu.
Devlet-millet özdeşleşmesinin doğru bir şey olmadığını belirten Erdoğan, dershane tartışmasına değinerek “Devlet teşvik edebilir ama dönüşmek istemeyeni dönüştüremez.” dedi. Yeni anayasa çalışmalarının akamete uğraması konusunda ise “2010 referandumunda AK Parti aşağı yukarı istediği bütün değişiklikleri elde etti. Bu yüzden şartları zorlamadı.” değerlendirmesinde bulundu.
Haftalık haber dergisi Aksiyon, çok önemli bir röportajı sayfalarına taşıdı. Muhsin Öztürk imzasıyla yayımlanan söyleşinin konuğu ülkenin önde gelen anayasa ve siyaset bilimi hocalarından, İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’dı. Gündemdeki konulara ilişkin çok önemli açıklamalarda bulunan Erdoğan, iktidara yönelik bir eleştiri yapıldığında, “Sen git parti kur, karşıma öyle gel!” söylemleriyle cevap verilmesinin demokrasi ile bağdaşmadığını anlattı. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun başarısızlığını ‘işi götürme tarzındaki soruna’ dayandırdı. Komisyon’un öncelikle var olan anayasayı bir defa kenara bırakması gerektiğini ancak bunun yapılmadığını anlattı. AK Parti açısından sürecin akamete uğramasının arkasındaki temel nedenlerden biri olarak 2010 Anayasa referandumunu gösterdi. Şöyle konuştu: “Çünkü 2010 referandumunda AK Parti aşağı yukarı istediği bütün değişiklikleri elde etti. Geriye bir tek başkanlık sistemi adını verdiği ama pek de başkanlık sistemi olmayan modele geçmek kalıyordu. O konudaki ısrarlarının sonuç vermeyeceğini anlayınca, artık ‘yeni bir anayasa yapmaya değmez’ diye düşündüğünü sanıyorum.”
Prof. Dr. Erdoğan, ‘devletleşme’ sorununa da değindi. Kamusal alandan çıkıp sivil alanı da kontrol eden, kamu gücünü sivil alana kadar uzatan, topluma nüfuz etmeyi yaygınlaştıran bir yaklaşımın liberal demokratik teoriyle uyuşmayacağını anlattı. “Bu durum gitgide AK Parti’de etkili olmaya başladı. Sayın Başbakan’ın kendini Türkiye’nin kaderinden sorumlu tek kişi olarak görme eğilimine girdiğini gözlemliyorum. Kendi konumu dolayısıyla, bağlı veyahut aynı safta olduğunu varsaydığı herkes için doğruyu belirleyebileceğini, diğerlerinin sadece kendisini izlemesi gerektiğini düşünen bir zihniyet yapısı.” ifadelerini kullandı. AK Parti’nin süreç içinde evrilmesini ise şu cümlelerle anlattı: “Hükümet göreve geldiğinde Ergenekon, Balyoz benzeri davaların da gösterdiği gibi askerî vesayetin altında idi. Dolayısıyla kendisine yeterince güveni yoktu. Böyle bir durumda demokratikleşmeye ve toplumun geneline hitap eden taleplere sahip çıkarak, konumunu da güçlendirmek ve AB ipine sımsıkı sarılmak, onun için zorunlu bir stratejiydi. Şimdi, 2010 anayasa değişikliğinden ve darbe davalarının sonuçlanmasından sonra yargıda ve silahlı kuvvetlerdeki vesayetçi güçlerin tasfiye edildiği, devlet içinde fren mekanizmasını oluşturacak başka gücün kalmadığı çıktı ortaya. Dolayısıyla artık eski reformcu iradesini sürdürmesini gerektiren bir durum kalmadı gibi. AK Parti şuna güveniyor; bizim alternatifimiz yok. Ama toplum enteresan bir toplum; bir gönül yarası bazen desteği geri çekmeye yol açabiliyor. 2002 seçimlerini düşünün.”
Mustafa Erdoğan’ın üzerinde durduğu konulardan biri de devletle bütünleşmeydi. Devlet-millet özdeşleşmesinin doğru bir şey olmadığını belirtti: “Çünkü bu bütünleşme, milletin, sivil toplumun, halkın özerk iradesini devlette eriten bir yaklaşım. Ben devletim, devletle aynıyım dediğiniz zaman, bizim devletimiz bize zarar vermez anlayışına götürür. Dolayısıyla devlete karşı mesafe koyma şansınız azalır.”
TÜRKİYE’DE ÖZERK MEDYA KALMADI
Mustafa Erdoğan, bugünkü en temel sorunlardan birinin demokratik çoğunluğun da, seçilmiş çoğunluğun da nasıl denetlenmesi gerektiği konusu olduğunu anlattı. Burada özgür medyaya büyük iş düştüğünü belirtti: “Şimdiki Türkiye şartlarında mümkün değil. Devlet bir rant dağıtma mekanizması. Türkiye’de medya aynı zamanda iş dünyasının uzantısı. Dolayısıyla şu anda en büyük sorunlardan biri, özerk medya gücünün neredeyse kalmamış olmasıdır.”
İktidarın geleceği açısından gücünün sınırlanması gerektiğini anlattı. Erdoğan, “Kendi gücü ve gelecek perspektifi hakkında kendisini aldatır, yanıltır. Bunun nasıl bir sonuç doğuracağını öngöremeyiz. Risk buradadır. Kendisini kontrol edebilecek hiçbir güç olmadığını, her şeyi yapabileceğini düşünen kişi, aldanır ve daha fazla yanlış yapmaya başlar. Ne olacağını hiç bilemezsiniz.” dedi.
Devletin ‘zorla’ dönüştürmek gibi bir yetkisi yok!
Mustafa Erdoğan, Aksiyon’a verdiği mülakatta, dershanelerin dönüşümü/kapatılması konusuna da değiniyor. Konunun teşebbüs özgürlüğü tarafının unutulmaması gerektiğini anlatan Erdoğan, şöyle konuşuyor: “İkincisi, sivil topluma bunun bir uzantısı olarak müdahale niyeti var. Üçüncüsü, ailelerin tercihlerine müdahale niyeti var. Bunların hepsi yanlıştır. Özel öğretmen bile getiremeyeceksin! Özgürlüğe, insan haklarına tamamen aykırı. Senin asıl derdin eğitim sistemini adam etmek olmalı. Dershaneler bir ihtiyaca karşılık olarak ortaya çıktı. Efendim öyleyse, okula çevir vs. Her dershane okula çevrilebilir mi? ‘Dershanelere zengin çocukları gidiyor’ deniyor. Öyle şey olur mu hiç? Dershanelere zenginler falan çocuk göndermiyor. Tam tersine çoğu yoksul orta sınıf altı vatandaşların çocukları. Devletin, dönüşmek istemeyeni dönüştürme yetkisi yok ki! Teşvik edebilir. Ben teşvikleri alırım ya da almam, kendi bileceğim iş. Emrediyorum böyle bir ihtiyaç yoktur gibi bir şey.”