Sharon Stone’dan sonra
Hillary Clinton’a da yaklaşmayı başaran
Ertuğrul Özkök dostumuz, bu kez de
demokrasiye yanaşmış...
Duhul vaki değil, kenarında dolanmış, fakat bu son derece yanıltıcı bir yakınlık.
Özkök başbakanı eleştiriyor, onun çok
tehlikeli bir yola girdiğini söylüyor, hemen arkasından da, “yok canım,
darbeyi kastetmiyorum” diyor. Oysa, “elbette odunu bile seçtirirsiniz” başlığıyla doğrudan Adnan
Menderes’e gönderme yapan da gene kendisi!
AKP çevrelerinin, yeni anayasa taslağıyla ilgili olarak “kadınlar korkmasın” lafına, ortamı yatıştırmaya yönelik çabalarına karşılık vermiş: “Ben de size, siz de korkmayın, bir askeri darbe tehlikesi ortaya çıkarsa birlikte karşı çıkarız, diyorum”... Sözü doğrudan başbakana.
Diyor ki: “Hatta bu konuda size kamuoyu önünde söz veriyorum.”
Ve de ekliyor: “Bana güvenmiyor musunuz?”
Başbakan isterse güvenebilir ama ben asla güvenmiyorum. Yalan söylüyor.
Ancak bu yalan, yalnız kendisi için değil, birçok gazeteci için de geçerlidir. Bir askeri darbe tehlikesi ortaya çıkarsa, karşı çıkmak şöyle dursun, yangına körükle gideceklerdir. Tehlike olmadığı zaman fiştekliyorlar da, gerçekten ufukta belirirse zil takıp oynamayacaklar mı?
Yani ne yapacaktır Sayın Özkök? Öyle bir ortamda darbecilere “sakın
kaka şeyler yapmayın” diye
nasihat mı verecektir?
Yoksa tankın üstüne mi çıkacaktır?
Seçimden beri çok moda oldu bu gizli tehdit, gündemde darbe yok deyip deyip demokrasi abası altından darbe sopası göstermek... Birilerinin aklına birşeyleri getirmeye çalışmak... Birilerini de korkutup geri bastırmak... Psikolojik
iç savaş!
Kalıbımı basarım: Bir darbe olursa, hemen o sabah başta yüksek basın olmak üzere bütün yüksek
bürokrasi destek kuyruğuna girecektir.
Gazeteler “ordu kötü gidişe dur dedi” gibilerden
manşetler atacaklar, darbecilerin vereceği ilk “kabul resminde” de yüksek hukukçular, yüksek lise, pardon üniver
site rektörleri esas duruş göstereceklerdir. Çünkü 12
Eylül’de de böyle olmuştur. Laf aramızda, 12
Mart’ta da böyle olmuştu, 27
Mayıs’ta da.
Kenan
Evren, sonradan, ortam yumuşayınca kendisine sövmeye başlayan babayiğit köşe yazarlarının, 1980 yılının eylül ayının ikinci yarısında yayınladıkları yağlama yıkama yazılarını “ibret-i âlem için” derletmiş, kitap yapmıştı... Sahaflarda bulursanız kaçırmayınız, muhteşem bir kara mizah örneğidir.
Kuyruğa gireceklerdir, en ön sırada da, “ben öyle hızlı dönerim ki siz benim dönme hızıma yetişemezsiniz” sözüyle basın tarihine geçmiş olan Sayın
Ertuğrul Özkök bulunacaktır.
Resepsiyonda darbecilerin yanına yaklaşıp “şu bizim
Hilton arazisine site kurma işi ne oldu” diye laf açmak üzere!... Böylece belki uydu kanallarını da tekellerine alırlar, maç yayınlarını da... Bakarsınız toptan ve perakende
hurda demir ve hırdavat işine de girerler... İş iştir, ticaret de
peygamber sünneti.
Ama o
resepsiyon elbette içkili olur, ortalıkta da çok güzel olmasalar bile başı açık kadınlar... Esas duruşun yanısıra çağdaşlık da gösterilir.
Bu nedenle, darbe heveslisi varsa, kendisini uyarmak isterim: Aman ha, bu adam böyle böyle Sharon Stone’a da yaklaşır,
Hillary Clinton’a da, ayağınızı denk alın! Memleketi kurtaralım derken, sonra... Benden uyarması!
Kendinizi iyi bir okuyucu olarak kabul ediyorsanız, bu yazının burasında sizin de dönüp bana sormanız gerekir: Peki, böyle bir durumda sen ne halt edeceksin be adam? Darbeye karşı çıkacak mısın? Başını yakacak mısın?
Karşı çıkmam, çıkamam. Çünkü sıkmaz. Yemez. Çıkmamın da bir yararı olmaz, “kıymet-i harbiyesi” yoktur. Çünkü etim nedir, budum nedir? Ama size de yalan söylemem. İkiyüzlülük etmem.
Ne yaparım? Destek de olmam çok
şükür. Bir
baskı ortamında, asıl yazmak istediğim konulara, tarih, edebiyat,
müzik, resim, sinema, tiyatro meselelerine dönerim.
Tabii, bırakırlarsa... Bırakmazlarsa vatan sağolsun.
ENGİN ARDIÇ - AKŞAM