Medya patronlarıyla ilgili sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirten Erdoğan,
referandumda red çıksa da
seçime gitmeyeceğini söyledi. İşte Erdoğan'ın konuşmalarından başlıklar...
AK Parti Genel Başkanı ve Baş
bakan Recep Tayyip Erdoğan,
Türkiye'de yaşananın, normalleşme, kurumların görevlerini yapması,
demokrasinin güçlenmesi, kirli oyunların, kirli senaryoların deşifre edilmesi ve bunlardan hukuk önünde
hesap sorulması olduğunu belirterek, ''Yaşananlar, demokrasi ve hukukun sözde değil, özde hayata geçmesidir'' dedi.
Erdoğan, partisinin
TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada, geçen hafta yaptığı temaslar hakkında milletvekillerine bilgi verdi. Geçen iki haftayı
ülkeye
hizmet peşinde dolu dolu geçirdiklerini ifade eden Erdoğan,
İspanya temasları, sanatçılarla
buluşma, akraba ve kardeş Türk topluluklarıyla yaptığı toplantıları anlattı.
AK Parti olarak, yapıcı
eleştirilerden hiçbir zaman rahatsız olmadıklarını bildiren Erdoğan, şunları söyledi:
''Tabii bunun altını çizmek istiyorum; ben bu ifadelerimi kullanırken, 'biz yapıcı eleştirilerden rahatsız olmadık' kısmını kimse değerlendirmeye almıyor, onu bir kenara koyuyor. Hemen oradan bir cımbızlama yapıyor. O cımbızlamadan sonra bu ifadenin ardından gelen değerlendirmelerimizi onlar da kendilerine göre değerlendirmeye tabi tutuyor.
Bakınız, burada partimizi kurduğumuz andan itibaren yapıcı, yol gösterici, ufuk açan eleştiri ve uyarılara her zaman
kulak kesildik ve bunları dikkate aldık.
Şunu bir kere daha burada altını çizerek ifade etmek durumundayım: Biz, sadece bize oy verenlerin değil, 72,5 milyon vatandaşımızın tamamının hükümetiyiz. 72,5 milyon
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının her birinin emaneti, bizim üzerimizdedir. Bu ülkedeki her bir ferdin hakkına, hukukuna, özellikle de
yaşam tarzına ve düşüncesine saygı duyduk. Saygı duymakla kalmadık, bunları geliştirmenin mücadelesini verdik, veriyoruz. Başkasının
özgürlük alanına müdahale edilmediği sürece, topyekun milletimizin çıkarlarıyla ters düşmediği sürece,
hakaret ve çarpıtma ihtiva etmediği sürece her fikrin, her görüşün, her yaklaşımın, bizim nezdimizde değeri vardır ve biz ona her zaman için saygı duyarız.
Suyu bulandıran, suyu zehirleyen,
kaos ve
kriz tellallığı yapan yaklaşımları ise her zaman milletimize şikayet ettik. Bunların ülkemizin menfaatine olmadığını gür sesle ifade ettik.''
Örgütlü olsun ya da olmasın
toplumun tüm kesimlerinin taleplerini büyük bir dikkatle dinlediklerini anlatan Erdoğan, o talepler karşısında yapılabilecek olanların azamisini yapmaya çalıştıklarını söyledi.
EKONOMİNİN HASSASİYETİ
Erdoğan, 7,5 yıldır ekonominin özellikle de küresel şartlara entegre olmuş bir ekonominin, istikrar ve güven noktasında, özellikle hassas olduğunu, herkesin de bu hassasiyeti gözetmesi gerektiğini vurguladı. Siyasetçi, medya,
sivil toplum örgütleri, erklerin ve kurumların ekonominin bu hassasiyeti karşısında sorumlu davranması gerektiğini ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:
''Yani 'kuvvetler ayrılığı' d
erken sadece bu konular üzerinde yasama organı mı hassas olacak? Veya sadece yürütme, sadece yargı mı hassas olacak? Hepimizin hassas olması lazım. Zira bu gemide 72,5 milyon beraber
seyahat ediyoruz. Birisi olsun, diğerleri seyretsin, yok böyle bir şey. Veya birisi gece-gündüz gayret etsin diğeri vursun, yok böyle bir şey. Veya üst kattakiler farklı, alt kattakiler gemiyi delmeye çalışsın, yok böyle bir şey. Bunlara fırsat vermememiz gerekiyor.
Son bir kaç hafta içinde Türkiye'de yaşanan olayların hiç şüphesiz ekonomi üzerinde de kısmi etkisi oldu. Borsada kısmi bir düşüş yaşadık, dün toparlanmayı hamdolsun gördük.
Döviz fiyatları yükseldi ve gösterge faizde de bir miktar yükselme yaşandı. Dün tekrar düşüş oldu. Her türlü olumsuz gelişmeyi
Hükümete mal etmeye çaba sarf edenler, bu olumsuz gelişmelerde kendilerinin nasıl bir rol oynadığı, nasıl bir katkı sağladığı boyutunu da düşünmek zorundadırlar.
Türkiye'de yaşanan nedir? Yaşanan, normalleşmedir. Kurumların görevlerini yapmasıdır. Demokrasinin güçlenmesidir. Kirli oyunların, kirli senaryoların deşifre edilmesi ve bunlardan hukuk önünde hesap sorulmasıdır.
Yaşananlar, demokrasi ve hukukun sözde değil, özde hayata geçmesidir. Sistemin sağlıklı şekilde işlemesidir. Ama süreç öyle bir lanse ediliyor ki 'kurumlar çatışıyor, gerilim hat safhada, ölüyoruz, bitiyoruz, tükeniyoruz, bölünüyoruz...' böyle bir havada kasıtlı bir karamsarlık pompalanıyor. İşte benim itirazım, bu tavradır. Benim serzenişim, benim eleştirim bu tavradır. Yaşananlar ne kadar Türkiye'nin lehineyse, kopartılan
fırtına o kadar Türkiye'nin aleyhinedir. Türkiye'nin geleceğini düşünmek, ülkemizin, milletimizin menfaatini düşünmek herkesin, her bir vatandaşın sorumluluğunun bir parçası olmalıdır. Hangi kurumda, hangi alanda, hangi meslekte çalışıyor olursa olsun, herkesin vatandaşlık sorumluluğu, Türkiye'nin menfaatini, selametini, istikbalini düşünmeyi gerektirir. Hiç kimse sorumsuzca hareket etmek, Türkiye'ye kaybettirmek gibi bir lükse sahip olamaz. İşte benim itirazım bunadır, bu sorumsuzluğadır.''
Erdoğan, belli ideolojilere
destek olmak, belli ideolojilerin değirmenine su taşımak için yazılanların, çizilenlerin ülkenin imajının ciddi şekilde zedelediği gibi, ülke ekonomisine de ağır bedeller ödettiğine dikkati çekti.
Başbakan Erdoğan, ''Siz 'gerilim var' dediğiniz zaman sadece ortaya fikir atmakla kalmış olmuyorsunuz. Aynı zamanda bu ülkeyi izleyenlerin, yatırım yapanların, yatırım yapmayı düşünenlerin, sanayicinin, iş adamının, tüccarın, girişimcinin zihninde de soru işaretleri oluşturuyorsunuz'' dedi.
Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, kendisi ve
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ ile görüşmesiyle ilgili eleştirilere değindi. Erdoğan, konuyla ilgili olarak şunları söyledi:
''Cumhurbaşkanı; Başbakan ve
Genelkurmay Başkanı ile haftalık olağan görüşmesini birlikte yapıyor, ortalık ayağa kalkıyor. Kurumlar arası
kavgadan, çatışmadan bahsedenler, normal bir görüşmeye, normal bir diyaloğa bile tahammül edemiyor.
Anayasa içerisinde Cumhurbaşkanı'na ve bizlere verilmiş olan
yetkiler var. Sayın Cumhurbaşkanımız, kalkıp da bu yetkisini kullanarak, yani Başbakanı'nı, Genelkurmay Başkanı'nı kalkıp da Çankaya'ya davet ediyorsa, -biz işte söylüyorum ya birilerinin gazına gelmek diye- birilerinin gazına mı gelecektik? Biz Anamuhalefet Lideri veya diğerlerinin yaptığı gibi, bu davete icabet etmeme nezaketsizliğini mi gösterecektik? Davet etmiştir, ülkemizin sorunları vardır, ortamda. Gündemde bir şeyler vardır, tabii ki bunları görüşmek üzere giderim. Nitekim gittim. Kaldı ki bizim zaten haftalık bir de rutinimiz var. Rutin görüşmelerimizi yapıyoruz. Bu defa da davet üzerine üçlü olarak bunu gerçekleştirme fırsatımız oldu. Bundan niye rahatsız olunuyor? 'Demokraside bu tür şeyler olmazmış.' Demokrasilerde bunlar rahat rahat oluyor, dünyanın her yerinde de olmaktadır. Bu dünyayı biz de en az işte o köşelerde yazılanlar kadar veya o yazarlar kadar tanıyoruz, biliyoruz. Nerede, ne var, ne oluyor, hepsini görüyoruz. Türkiye'de de şu anda bütün bu atılan adımların Türkiye'yi nereye doğru götürdüğünü çok güzel ortaya koyuyor. Bundan bir şeyler çıkaranlar, çıkarıyor. Ama diyorum ki kimse de kusura bakmasın, bize gaz vermeye kalkmasın. Biz attığımız adımı çok iyi biliyoruz. Burada 40 düşünüyoruz, ona göre de bir adımı atıyoruz. 5 atıyoruz, 10 atıyoruz. Bu şekilde atmaya devam edeceğiz, yola da böyle devam edeceğiz.
''İSTİYORLAR Kİ HER SORUN KRİZE DÖNÜŞSÜN, SİSTEM ÇALIŞMASIN''
''İstiyorlar ki kimse kimseyle görüşmesin, kimse kimseyle
diyalog kurmasın'' diyen Erdoğan, şunları kaydetti:
''Herkes birbirine şüpheyle baksın, her türlü sorun krize dönüşsün. Sistem işlemesin, kurumlar çalışmasın. Kusura bakmasınlar, Türkiye'de her kurum sorumluluğunun bilincindedir, görevinin başındadır. Sistem usulüne uygun olarak çalışmaktadır. Sorumlu, duyarlı, sağduyulu olmak; sadec
e devlet kurumlarının başındakilere mahsus değildir. Partiler de medya da sivil örgütler de sorumlu ve sağduyulu olmak durumundadır. Kriz çıkarmak, krizden medet umma devri artık kapanmıştır. Kriz tellalları için artık bu kapıda ekmek yoktur.
Milletimiz, artık kimin huzur için gayret gösterdiğini, kimin güven ve istikrar için çaba gösterdiğini de görüyor. Kimin huzuru ve istikrarı bozmak için felaket tellallığı yaptığını da görüyor. Siz ülkenin huzuru, refahı, ekonomi diyorsunuz, birileri de kalkıyor 'benim ilgi alanıma girmez' diyor.
Reform, değişim, dönüşüm diyorsunuz, 'ben istemem, yaptırmam, izin vermem, engel olurum' diyor. Statükoyu savunan, hem de göğsünü gere gere savunan, hem de bundan gurur duyan anlayışla karşı karşıyayız. İşte milletimiz, bu sorumsuzların kim olduğunu bugün daha iyi görüyor, biliyor. Görecek ve daha iyi görecek. Bunları anlatacağız, anlatacağız kim olursa olsun anlatacağız. Bu ülkede benim milletim belki bugüne kadar bazı şeyleri bilmiyor olabilir, kapıların arkasında kalan bazı gerçekler olabilir. Ama kapıların arkasında kalan bir çok gerçekler, artık kapıların önüne çıkmaya veya kapılar ardına kadar açılmaya yavaş yavaş başladı. Benim milletim bunları görecek, değerlendirmesini de ona göre yapacak.''
''BİRİLERİ STATÜKODAN MEMNUN OLABİLİR''
Geçen hafta
gensoru görüşmesine işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''İşte, geçen hafta gensoru görüşmesinde gördünüz; Bakın benim milletimin büyük çoğunluğu bilmiyordu. Anamuhalefet partisi liderinin, kapalı kapılar ardında, şu an
Parlamentoda olan BDP'nin milletvekili Sayın
Sakık ile neler görüştüğünü veya arkadaşlarıyla neler görüştüğünü tek tek açıklamaya başladılar. Bakın hepsi '
evet ben de vardım o işin içinde.' Neydi, '20 tane
militan getir ben
milletvekili adayı yapayım.' Pazarlık bu... Adını da böyle koyuyor. Ee buyur bak, bunu şimdi inkar ediyorsun, buyur bak. 'Evet bu görüşmeyi yaptık' diyorlar. Çıkıyor ortaya ve kimin evinde yaptığı da çıkıyor ortaya. Ama şimdi hepsi buna tabii ki kılıf uyduracaklar. Ama bunların hayatı bu, yaşamı bu... Akşam başka konuşurlar, sabah başka konuşurlar. Durumları bu... Burada kantar milletimin elinde. O kantarla tartıyor. Gerçekler de ortaya çıkıyor, her alanda...''
Birilerinin statükodan memnun olabileceğini, birilerinin kendi menfaatini statükonun devamında görebileceklerine işaret eden Erdoğan, ''Ama bu millet artık evvel
Allah kabına sığmıyor. Bu ülke artık kabına sığmıyor. Bu ülke artık birilerinin menfaatine, birilerinin keyifine göre değil, Türk milletinin menfaatine, Türkiye'nin selametine göre yol alacak. Bunu herkesin görmesi lazım. Hak ve özgürlüklere ulufe gözüyle bakılamaz. Taksit
taksit demokrasi anlayışı çağ dışıdır'' dedi.
Dünyada demokrasinin, yüzyıllar içinde tedrici bir şekilde geliştiğini, ancak oy hakkının bile önce beyazlara, üniversite mezunlarına, erkeklere, imtiyazlı sınıflara verildiğini; zaman içinde zenciler, kadınlar ve vatandaş olan herkesin seçme ve seçilme hakkına kavuştuğunu anlatan Erdoğan, demokrasinin bir kronolojik yapısı bulunduğunu, ancak bunun üzücü bir yapı olduğunu söyledi.
''Türkiye'de de bu böyle olmadı mı? Hala böyle değil mi? Böyle... Ama bunları aşıyoruz'' diyen Erdoğan, ancak birilerinin 21. yüzyılda dünyanın geldiği noktada, Türkiye'de de demokrasinin taksit taksit gelişmesini istediğini belirtti. Erdoğan, ''Evrensel değerler, çağdaş hukuk normları parça parça gelişsin istiyor. Kusura bakmayın. Kimse en temel hakları, demokratik kazanımları Türk milletine fazla göremez, lüks göremez'' dedi.
''ÇİFTÇİNİN OYU, PROFESÖRÜN OYU KADAR DEĞERLİ...''
Çiftçinin oyunun, profesörün oyu kadar değerli, esnafın iradesinin yüksek bürokratın iradesi kadar önemli olduğunu kaydeden Erdoğan, ''Benim köylümün bu noktadaki oyu, bir başbakanın, bir
cumhurbaşkanın oyu kadar değerlidir, aynıdır, eşit düzeydedir. Bir fark yok. Hiç kimse siyasi temsil açısından diğerinden daha önemli, daha değerli, daha öncelikli değildir'' diye konuştu.
Kendine özgü kavramlardan, içi boşaltılmış kavramlardan bu milletin çok çektiğini belirten Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Demokrasi ve hukuk, herkes için olacak, en ideal şekilde olacak. Hem de gecikmeden, ertelenmeden olacak. Buna karşı çıkanlar biliniz ki inanın çok açık söylüyorum kendi imtiyazlarını düşünüyorlar, kendi menfaatlerini, kendi koltuklarını düşünüyorlar. Çünkü onlar, bulundukları koltuklara güç katanlar değil, bulundukları koltuklardan güç devşirenlerdir. Bunu böyle bilin. Bu ülke değişimi hak ediyor. Bu millet, her alanda yüksek standartları hak ediyor. Bu toplum, en
modern imkanları eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, ulaşımda, enerjide, tarımda yerleşimde hak ediyor. Her alanda en çağdaş standartları fazlasıyla hak ediyor.''
Erdoğan, önceki gün Ankara'da AB Reform İzleme Grubu 19. toplantısını gerçekleştirdiklerini işaret etti. AB'nin Türkiye'nin yarım asırlık hayali olduğunu hatırlatan Erdoğan,
iktidara geldikleri andan itibaren bu hedefin arkasına güçlü bir irade koyduklarını kaydetti.
Çok kısa zamanda müzakerelere başlamak için gerekli kriterleri yerine getirdiklerini, 2005 sonundan itibaren de
katılım müzakerelerine başlandığını anlatan Erdoğan, şöyle konuştu:
''AB katılım süreci bugün de
gündemimizin ilk sırasındaki yerini koruyor. Devlet Bakanlığı seviyesinde başmüzakerecilik kurumunu ihdas ettik. AB Genel Sekreterliği Yasasını çıkardık. Her ilde AB reformlarından sorumlu bir vali yardımcısı görevlendirdik. Her hafta Bakanlar Kurulunda, AB katılım süreci değişmez gündem maddesi olarak yer alıyor ve gelişmeler değerlendiriliyor. Yeni bir hafta içinde ne yapıldı, bir hafta içinde ne yapılacak. Bunun yanında belirlediğimiz takvim çerçevesinde kurumlarımız çalışmalarını sürdürüyor.
AB idealinin arkasına bu kadar güçlü irade koymuş Hükümetin modern ve evrensel kriterlerin dışında adımlar attığını, atacağını hiç kimse iddia edemez. Türkiye'nin rotası bellidir, hedefi bellidir, izleyeceği güzergah bellidir. 7,5 yıl boyunca tüm reformları bu güzergah doğrultusunda yaptık, tüm adımları bu istikamette attık. Kendi şahsi beklentilerimizi asla ve asla ülke meselelerine karıştırmadığımız gibi, değişimi de hiçbir zaman kişiselleştirmedik. Ülkenin, milletin beklentilerine her zaman en üst seviyede dikkate aldık. Kimse bu değişim sürecinden kaygı duymasın. Kimse meseleyi farklı yönlere çekmesin. İleri demokrasiden, evrensel değerlere dayanan bir hukuk
sisteminden, hak ve özgürlüklerin gelişmesinden kimse korkmasın, çekinmesin. Çünkü, bunların olması zarar vermez. Eğer bunlar yoksa, bunlar gelişmemişse, işte o zaman korkmak lazım. İşte o zaman vahim bir durum var demektir. Değişimden maksadımız, Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak... Türkiye'yi çağdaş dünyaya entegre etmektir. Eğer korkulacak, kaygı duyulacak bir husus varsa, demokrasiden, hukuktan uzaklaşmaktır. Modern dünyadan kopmaktır. Kendisini değiştiremeyen, yenileyemeyen bir sisteme mahkum olmaktır.''
Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, geçen hafta medya patronlarına yönelik sözlerinin çok farklı değerlendirildiğini kaydetti.
Burada değerlendirmenin özellikle köşe yazarları ağırlıklı olarak ele alındığını belirten Erdoğan, ''Eğer bu kadar çok kişi bu kadar farklı yaklaşımlarla bir değerlendirme yapıyorsa, demek ki biz meramımızı tam anlatamamışız'' diye konuştu.
Erdoğan, sözlerinin muhatabının birinci derecede medya patronları olduğunu belirterek, ''O patronlara 'şu yazarı beğenmiyorum onu at, bu yazarını beğeniyorum onu tut' demedik, demiyoruz'' açıklamasında bulundu.
Bu patronların zaman zaman kendilerini ziyaret ettiklerini hala da edenler olduğunu ifade eden Erdoğan, patronların kendilerine ''gerilim istemiyoruz, 'sağolun', kavga istemiyoruz, 'sağolun', istikrar istiyoruz, 'teşekkür ederiz.' İstikrar sayesinde de işlerimiz iyi gidiyor, onun için iyi para kazandık bu dönemde. Tansiyonu düşürmek istiyoruz'' şeklinde gerilimden, gürültüden şikayetlerini dile getirdiklerini anlattı.
Kendisinin her defasında ''Bunu bana değil, lütfen her şeyi, konuyu bir gerilim bahanesi gibi takdim eden kendi
gazetelerinizin, televizyonlarınızın yöneticilerine, yazarlarına, sunucularına söyleyin. En
küçük bir olumsuzluğu 'şok şok şok...' diye abarta abarta, döndüre döndüre, evire çevire veren, millete durmadan karamsarlık pompalayan kendi adamlarınıza söyleyin'' dediğini aktaran Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''O zaman da bana verdikleri
cevap; 'efendim haklısınız ama biz bunlara sözümüzü geçemiyoruz.' Ben bir okuyucu, izleyici olarak bir yazarı, gazeteyi, sunucuyu veya bir televizyonu beğenmiyorsam, yazdığından, çizdiğinden, yaptığından, ettiğinden memnun değilsem, hoşlanmıyorsam, şahsen onu okumam,
izlemem, olur biter. Ben, burada bir gazete adı vermiyorum. Demokrasilerde sivil itaatsizlik konuşulur da bu konuda bir demokrasi mücadelesi veren bir genel başkanın böyle bir düşüncesini söylememe hakkını veya söyletmeme hakkını kim, nerede, kendinde nasıl buluyor?
Ben de bir genel başkan olarak diyorum ki sanki siyasi rakipmişiz gibi partimize karşı hasmane bir yayın politikası izleyenler olursa ve yalan yanlış haberler yapılıp bunlar yaygınlaştırılırsa, ona gösterebileceğimiz en medeni tepki de o yayınları boykot etmemiz olabilir. Nitekim biliyorsunuz bu sivil ve medeni tepkimizi de göstermekten çekinmedik, çekinmeyiz. Bu da bizim en
doğal hakkımızdır. Ama bir medya patronunun kendi gazetesinin yazarından, çizerinden, kendi televizyonunun sunucusundan benim gibi, sizin gibi şikayet etmeye hakkı yoktur.
'Ben de gazetemin, televizyonumun yaptığı yayından memnun değilim ama ne yapayım elimden bir şey gelmiyor.' İnanın söyledikleri aynen bu. 'Ben gerilim istemiyorum ama gerilimi
tahrik eden yayınlara da bir şey diyemiyorum' diyemezsiniz. O kadroyu sen oluşturuyorsun. Gazetenin yayın politikasını sen belirliyorsun. O yayın politikasına uymayan adam orada nasıl oturur? Bir dükkan açıyorsun, şirket açıyorsun, şirketi batırmak için elinden ne geliyorsa onu yapan bir yöneticiyi orada tutar mısın? İyi çalışmayan bir tezgahtarı orada tutar mısın? Hemen ertesi gün kapıya koyarsın. Efendim 'ama medyada basın dünyasında böyle değil' Nasıl öyle değil? Aynen öyle. Bunu geçmişten bu yana hep örneklerini gördük. Ama bunu değiştirip değiştirmeme, o sana ait olan bir şey. Onu bize sorma. Bizimle de gelip bunları konuşma. Bunları müteaddit defalar söylemişimdir; 'lütfen bizimle gelip bunları konuşmayın, bizden isim de istemeyin' demişimdir hepsine. Bugüne kadar hiç bir basın patronu kalkıp bana 'Başbakan şu yazarı at demiştir' diyemez. Gelsin benimle yüzleşsin. Çünkü, o denli aşağılık oyunların, hesapların içine girmem. Onu başkaları yaptı, onu gitsinler başkalarıyla konuşsunlar. Bu arada gelip şikayet etme.
Dükkan senin dükkan, nasıl biliyorsan öyle yap. İşletme seni
işletmen, nasıl bir yazarın, çizerin, sunucunun çalışacağını, medya kuruluşunu seçme hakkı, hepsi sana ait, yazarlara ait.''
''YOLUNU AYIRMA HAKKI...''
Yazarların ve çizerlerin, genel yayın çizgisini beğenmediği bir yayın kuruluşuyla ilgili terkin hakkının olduğunu belirten Erdoğan ''Medya patronunun da yayın kadrosunu seçme, tasvip etmedikleriyle yolunu ayırma hakkı vardır. Ama bunu ben kalkıp da size 'onu at, bunu çıkar, berikini al' demiyorum ki. Siz patron olarak ortaya çıkan üründen memnun değilseniz o sizin sorumluluğunuz. Gelip de bana bana 'hem ağlarım, hem gülerim...' Yapma, öyle şeyler yapma. Söylediklerim, söylemek istediğim bu'' dedi.
Yazarlarla, çizerlerle kişisel sorunu olmadığını, yapıcı eleştirilerden her zaman yararlandığını ifade eden Erdoğan, ön yargılı davrananları, bilir bilmez ahkam kesenleri ciddiye almadığını, eleştiri kisvesi altında hakaret etmeye yeltenenleri hukuka
havale ettiğini söyledi.
''STANDARTLARIN YÜKSELMESİNE KATKI SAĞLIYOR''
Sosyal ve siyasal psikolojinin ekonomiyi de anında etkilediğini ifade eden Erdoğan, ekonominin olumsuz etkilendiği anda ise memur,
işçi, esnaf, iş adamı, her bir vatandaşın bundan olumsuz etkilendiğini belirtti.
Demokrasinin ''kurum ve kurallar rejimi'' olduğunun hep söylendiğini anımsatan Başbakan Erdoğan, ''Türkiye'de de kurum ve kurallar işliyor. Herkese düşen bu işleyişe saygı duymak. Demokratik sisteme, hukuk sistemine güvenmektir'' diye konuştu.
Yaşanan tüm tartışmaların, ''demokrasinin de hukukun da daha iyi standartlara yükselmesine katkı sağladığını'' vurgulayan Erdoğan, ''Ama öyle bir atmosfer oluşturuluyor ki umut vermesi gereken bu gelişmeler adeta umutları kırmayı hedefliyor. Siz
siyaseti güçlendirmeye çalışıyorsunuz, bir bakıyorsunuz en ciddi eleştiriler, engelleme çabaları siyasetçilerden geliyor. Siyasetin içinde olan bir siyasetçinin siyaset kurumlarını zedeleme veya siyaset kurumlarını çökertme gibi bir gayreti olabilir mi? Bunu dünyada, gelişmiş ileri demokrasilerde göremezsiniz ama Türkiye'de görürsünüz. En ciddi eleştiriler, saldırılar demokrasinin olmazsa olmaz gücü olan ne yazık ki siyasi partilerden veya bunların temsilcilerinden geliyor'' görüşünü dile getirdi. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Siz hukuku geliştirmeye, adalete güç vermeye çalışıyorsunuz, öyle tepkiler alıyorsunuz ki sanki birileri hakkın, hukukun yerine gelmesini istemiyor. Peki siyasetçi, siyaset kurumunun güçlenmesine direnirse, iş adamı, ekonominin bozulmasına çanak tutarsa, medya, demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmazsa,
hukukçu, hukukun yerine gelmesini veya yerini bulmasını istemezse, buna imkan tanımazsa, herkes bindiği dalı kesmeye çalışırsa bundan kim kazanır, kim kaybeder? Maalesef uzun yıllar boyunca siyaseti itibarsız hale getiren siyasetçilerin bu ilkesiz tutumu olmuştur. Siz partilerin hakkını, hukukunu savunmazsanız, sivil siyaseti savunmazsanız, siz içinde bulunduğunuz
Meclisin hakkını, hukukunu savunmazsanız, temsil ettiğiniz milli iradenin hakkını, hukukunu savunmazsanız, siyaset nasıl güç kazanacak, itibar kazanacak? Demokrasi nasıl gelişecek? Millet iradesi nasıl hakim olacak? Siz, Meclisin iradesini ne kadar yüksekte tutarsanız, millet de sizi o denli yüksekte tutar. Siz, milletin Meclisini ne kadar kadar önemserseniz, millet de sizi o kadar önemser.''
Erdoğan, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada, ''Bizler gelip geçiciyiz, bugün varız, yarın yokuz. Ebedi bu makamlarda oturacak değiliz. Herkes gibi biz de geldiğimiz yere, sonunda kara toprağa döneceğiz'' dedi.
Önemli olanın hayırla yad edilecekleri eserler bırakmak olduğunu belirten Erdoğan, ''Biz istiyoruz ki yarın, öbür gün değil, bundan 30-40-50 hatta 100 yıl sonra dahi hayırla yad edilecek adımlar atmamızdır'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, gelecek nesillere, çocuklara, torunlara, devraldıklarından çok daha iyi, ileri, kalkınmış, demokrasi ve hukuk standartları çok daha yüksek bir Türkiye emanet etmek istediklerini bildirdi. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bizim açık, gizli tek hedefimiz budur. Bizim görünen veya görünmeyen tek niyetimiz budur. Bizi her türlü tehdit, engel, badire, zorlama karşısında güçlü ve dirençli kılan, işte bu anlayıştır. Biz emanetçiyiz, ama bu emaneti de en güçlü şekilde sahiplenerek gelecek olanlara teslim etmek gayreti içerisindeyiz. Özellikle son günlerde bir şey dikkatimi çok çekiyor. 'Efendim, seçim yaklaştığı için bir telaş,
Anayasa değişikliği...' Şu anda seçime yaklaşık 1,5 yıl var. 4 yıllık periyotun 2,5 yılı geride kaldı. Bunun neresi yakın? Ya bunlar zaman takvimini tersine çalıştırmak istiyorlar ya da bizden başka şeyler bekliyorlar. Boşuna beklemeyin. Bu 1,5 yıl içerisinde Anayasa'nın, yasaların bize verdiği yetki neyse, biz bunu sonuna kadar işletiriz. Dedikodular oluşturuluyor. 'Bir referanduma gidilecek olursa, referanduma sunulan metin eğer kabul görmezse, iktidarın erken seçime gitmesi gerekir.' Bazıları da bunu yazıyor. Nerden çıktı bu ya? Senin referandum kültürün oluşmamışsa ben ne yapayım? Dünyanın hiçbir yerinde... Çünkü böyle bir kültür yok, oluşmamış bunlarda. Onun için de bunu hemen buraya yorumluyorlar. Bunların her şeyi... 'Nasıl bu işi biz kalkıp mahalle ağzı ile değerlendiririz' durum bu. Gel de bunu hukuk dili ile dillendir. Dünyanın her yerinde bu referandumlar yapıldığı zaman,
halk kabul etmiyorsa, Hükümet hemen orada erken seçime mi gidiyor? Nerede var? Kaç tane, gelişmiş ülkelerde böyle bir şey gösterebilirsin? Yok böyle bir şey. Ama ileri standartları yakalayamadıkları için, işte bunları yazarak hala kafa,
zihin bulandırmaya çalışıyorlar.
Biz milletten yetkiyi aldık. Milletimize karşı sorumluyuz. Milletin istikameti neyse bizim istikametimizde odur. '
Kediye ciğer emanet edilmez diyenler', bu basit gerçeğin sırrına eremeyenlerdir. Millet, en kutsal değerini kime emanet edeceğini, partimizi kurduğumuz andan 16 ay sonra bildi ve bize emanet etti. 'Cumhuriyetten daha eskiyiz' diyenler, çok partili siyasi dönemde, bir kere bu ülkede tek başınıza iktidar olabildiniz mi? Olamadınız. Sadece tek partili dönemde, cebren ve
hile ile bu işin başında durdunuz. Cebren ve hile ile... Allah aşkına, bir siyasetçi, milletin oyu ile Parlamentoya gelmiş, milletin iktidarına talip bir siyasi parti için
kapatma noktasında
kampanya yürütür mü? Bunlar yürütür. 'Meclis karar vermesin' diyebilir mi? Bunlar der. Bundan daha doğal ne olur? Yani her kurum kendi içindeki bir bireyi hakkında, 'oranın yetkisi gerekir' diyor, yasalar da böyle diyor. Ama iş parti kapatmaya gelince, 'partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur' ilkesinden hareketle, buna yasama organının kalkıp da müsaade vermesi karşısında hemen telaşa kapılıyorlar. 'Biz vermeyelim', neresi versin? Bir kişinin iki dudağı arasından çıksın. Olur mu böyle bir şey? İş aslına dönecek, dünyadaki gelişmiş ülkelerin hepsinin ortalama kanaati budur. 'Türkiye'de de bu olmalıdır' diyoruz. Bu nasıl bir mantıktır, nasıl bir vesayetçi bir yaklaşımdır? Bu, bir siyaset adamının söyleyeceği söz müdür? Bu, kendini inkar değil de nedir? Bu, siyaset kurumunun yozlaşmasıdır, bu, yozlaşmış bir siyasetin ortaya konulmasıdır. Siyasete, demokrasiye, milli iradeye, kedi ciğer mantığı ile bakanların, müzmin muhalifliğine... Bunu ne kadar özümsedikleri de bu anlayışla bir kez daha ortaya çıkmıştır, olay budur. 'Kediye ciğer emanet edilmez...' İşte onun için bu millet size iktidarı emanet etmiyor. Bu kafa ile devam ettiğiniz sürece de bu millet size iktidar fırsatı vermez.''
''BİZ MİLLETİN SOFRASINDAYIZ, O SOFRADA DA HİZMETKARIZ''
Başbakan Erdoğan, son günlerde ''bunlar kavga çıkaracak, hesap ödemeden kaçacaklar'' denildiğini belirterek, ''Biz milletin sofrasındayız. O sofrada da hizmetkarız. Bu dünyada milletten başka hiç kimseye hesap ödemeyiz. Ben hafta sonu Şanlıurfa'dayım, bakan arkadaşlarım da değişik illerdeler. Durmak yok yola devam'' dedi.
Türkiye'nin, AK Parti iktidarı ile yaşadığı değişim ve dönüşümün, on yıllardır milletin hasretini çektiği, özlemini duyduğu bir değişim ve dönüşüm olduğunu ifade eden Erdoğan, ''Biz siyasi intikam peşinde değiliz. Hukuk devletinde, hukukun üstün olduğu sistemlerde,
kan davası yoktur. Şahsi ya da siyasi öç alma hırsı asla söz konusu olamaz. Ortada işlenmiş bir suç varsa, bağımsız mahkemelerde bu görüşülür, karara bağlanır. Bizim derdimiz hukukun yerini bulması, adaletin tecelli etmesidir. Biz bunu bekleriz. Eğer hukuk yerini buluyorsa, yargı kararlarını veriyorsa, mahşeri vicdan millettir. Hep 'millet adına' der. Millet adınaysa, milletin de bunu onaması lazım. Ne kadar onar, ne kadar onamaz? Onu bilemem. Ama onu milletim çok iyi biliyor'' diye konuştu.
''MİLLETİMİZ BUNUN HESABINI SORAR''
Erdoğan, şahit oldukları manzaranın, demokratik ve hukuk devletinde bir ülkede olması gerekenlerden ibaret olduğunu ifade etti. Yasalar ve Anayasa'nın, yasamanın ve yürütmenin konumunu belirlediği gibi, yargının da yerini ve konumunu belirlediğine işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti:
''Eğer alanlara
tecavüz varsa, milletimiz bunun hesabını sorar. Er veya geç sorar. Bugün yaşananlar bir siyasi intikam değil, tam tersine siyasetten, millet iradesinden, Parlamento'dan, demokratik düzenden ve hukuk sisteminden intikam almak isteyenlerin, hukuk önünde hesap vermesidir, olay budur. Bütün dünya bunu böyle görmeli, böyle yorumlamalıdır. Madem Türkiye çağdaş dünya ile bütünleşecek, AB'nin üyesi olacak... O halde şeffaflaşmaktan, hukuk devleti normlarının gelişmesinden,
kayıtdışı yönetimin sıfırlanmasından, illegalliğin ve keyfiliğin son bulmasından başka yol yoktur. Temiz yönetimin hayata geçmesinden, hukukun herkes için geçerli olmasından başka yol yoktur. Ortada asla bir gerilim söz konusu değildir. Kurumlar arası bir çatışma asla söz konusu değildir. Türkiye, sadece normalleşiyor. Dere yatağında akmaya başladı, akıyor. Türkiye kendi mecrasında hızla geleceğe doğru akıyor. Bütün bu sürecin sonu daha aydınlık bir Türkiye olacaktır. Bütün bu süreç, ekonomisiyle, dış politikasıyla, siyasetiyle, demokrasisiyle daha güçlenmiş bir Türkiye'nin ayak sesleridir. Herkesi bu sürece katkı vermeye davet ediyorum. Başta muhalefet olmak üzere, herkesi, milletin tarafında durmaya, hukuku rahat bırakmaya, hukuka yardımcı olmaya, sorumlu davranmaya davet ediyorum. İşte bakın, daha Anayasa ile ilgili ne düşündüğümüz belli olmadan, mini paket mi dersiniz, ne derseniz deyin... Daha ortaya çıkmadan, hemen 'asla görüşemeyiz...' Bu nasıl demokrasi, Parlamento.
Hani uzlaşma diyordun, uzlaşmacıydın? Daha ortada bir şey yokken, ne bu kin, ne bu nefret, tavır?
Biz de diyoruz ki bu iş sizinle olmaz, öyleyse biz sahibine gidiyoruz. Siz vekilsiniz, asıl millet. Şahsi çıkarları ve ikbali için, vesayete umut bağladığı, demokratik müdahalelerden medet umduğu için bu sürecin karşısına dikilenleri tarih affetmeyecektir.''
AA