İşte Korucu'nun bugünkü köşe yazısı...
“Memleketimizin medar-ı iftiharı bir Hocaefendi’yi nasıl yuhalatır?” diye hayıflanıyor. Hâlbuki ayakkabı kutularında paralar çıktığında inanmıyor hatta paraların sahte olduğunu öne sürüyordu. Onu AK Parti’ye oy vermemeye ancak Erdoğan ikna edebilirdi, öyle de oldu.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Cenazelerde Kur’an-ı Kerim okuyan Erdoğan’ı hepimiz hislenerek takdirle dinledik. Toplumdaki bu duyguyu, ‘Bakara makara’ diye Kur’an ile alay eden eski bakan Egemen Bağış’la ilgili tek kelime etmeyerek dağıttı. Halbuki kaç milletvekilini sırf kendini eleştirdi diye disipline verip partiden uzaklaştırdı. Aynı konuşmada adı geçen gazeteci Metehan Demir köşesini kaybetti. Aydın Doğan’ın yaptığını Erdoğan yapmadı. Halk bunu bir tarafa yazdı.
Ergenekon’la mücadelede yargıya verdiği destekle demokrasi savaşçısı bir Başbakan vardı. Ölüm tehditleri altında görev yapan savcı Zekeriya Öz’e kendi zırhlı makam arabasını gönderecek kadar mücadelenin içindeydi. Bu rütbeyi ancak kendi sökebilirdi. Erdoğan bunu da yaptı; derin devleti ve devlet içindeki çeteleri tasfiye eden başbakan iken, onları salıveren siyasetçiye dönüşüverdi. Soruşturma ve yargılamayı yapan bütün hâkim ve savcılar sürgün yedi. Adli kolluk görevi yapan polisler kıyıma uğratıldı. Ergenekoncuları tahliye etmek için kanun çıkarıldı.
Türkiye’yi demokratikleştirmeye çalışan, anlamsız yasaklarla dalga geçen bir başbakanı halk ne kadar sevmişti. YouTube kapatan mahkeme kararına karşı sivil itaatsizliğin öncüsü olmuştu. “Ben giriyorum, siz de girin.” sözü tarihe yazılmıştı. Şimdi o sözün üstüne sünger çekildi. Artık meydanlar “Twitter, Facebook, YouTube... hepsinin kökünü kazıyacağım” tehditleriyle inliyor. Erdoğan, tehditlerini hayata geçirmekte tereddüt etmiyor. Yolsuzluk ve rüşvet belgelerini yayınlayan sosyal medya üzerindeki yasak, Türkiye’yi rezil etmekle kalmadı. Erdoğan’ın üzerindeki demokrat makyajı da döküldü.
Avrupa Birliği’ne girmek üzere en fazla risk alıp mesafe kat eden liderdi, O. Söylemi daha ilerideydi; “AB’ye girmek şart değil. Kopenhag kriterlerini kendimiz, milletimiz için istiyoruz. Ankara kriteri der devam ederiz.” demişti. AB müktesebatı çerçevesinde gerçekleşen mevzuat değişiklikleri göz doldurmuştu. Şimdi Şanghay Örgütü’ne girebileceğimizi konuşan bir Erdoğan var karşımızda. ‘Şakadır, siyasi manevradır’ diye geçiştirmeye çalışanlar bile adım adım o yöne gidildiğini görünce endişelenmeye başladı. Demokrasi standartlarımızı AB’den Rusya seviyesine çekme hedefini ciddi ciddi konuşuyoruz. Bunu Erdoğan’a ancak Erdoğan yapabilirdi.
2002’de siyaset dibe vurmuştu. Bakanlar ve başbakanlar haklarındaki ağır yolsuzluk iddialarından Meclis’te manevralarla kurtuluyordu. Parlamento ‘matik’ takıntısıyla alay mevzuu oluyordu. İktidara gelen AK Parti’nin ilk işi soruşturma komisyonları kurup Başbakan Mesut Yılmaz ve 7 bakanı Yüce Divan’a göndermek oldu... Yolsuzluklara göz açtırmayan Başbakan gitti; yerine yolsuzlukları örtbas etmek için öncekilerin cesaret edemediği şeyleri yapan bir genel başkan geldi. Yolsuzlukla mücadelede topladığı puanları kimse silemezdi; kendi eliyle hepsini çöpe attı.
Türkçe Olimpiyatları’na katılıp “Bize bu gururu yaşattığınız, tıpkı ecdadımız gibi gönüller arasında Türkçe köprüler kurduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum.” diye konuşan Başbakan’ı sadece stattaki yüz binler değil ekran başındaki milyonlar alkışlamıştı. Erdoğan bu okullara karşı düşmanca duygular besliyor dese birisi, insanlar onunla alay ederdi. Bugün bizzat kendisi Türkçe Olimpiyatları’nı yaptırmayacağını söylüyor. Daha ileri gidip ülkelere kolejleri kapatın baskısı yapıyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük şanssızlığı muhalefetsizliği diyorduk. Şimdi bu değişti. Artık en büyük en büyük handikabı bizzat kendisi, çelişkileri. Erdoğan’ı Erdoğan bitiriyor ve bunun farkında bile değil.