İşte
Tayyar'ın yazısında dile getirdiği iddialar
BÇG ve Ergenekon’un farkı
Bu konuyu ileride daha ayrıntılı olarak irdelemeyi düşünüyorum. 28
Şubat’ın yıldönümünde söyleyeceklerimiz var.
28 Şubat, ‘mezhepsel’ dayanışmanın ön plana çıktığı ‘sol’ vurgusu güçlü post
modern bir
darbedir. Ekseriyetle işadamları ve medyanın da içinde yer aldığı büyük bir koalisyondur.
Aynı darbe kültüründen beslenen Ergenekon, 28 Şubat’ın merkez karargahı
Batı Çalışma Grubu’ndan kadro ve ideoloji itibariyle farklıdır. Ergenekon’da ‘milliyetçi-ulusalcı’
dokunun daha güçlü olduğunu, 28 Şubat aktörlerinin ise büyük ölçüde
tasfiye edildiğini görüyoruz. Doku uyuşmazlığı bulunmayan 28 Şubatçı az sayıda
emekli paşanın Ergenekon’da görevini sürdürdüğü söylenebilir.
İki grubunun
psikolojik harekat yürütürken izlediği yöntemlerde ise temel bir farklılık yok. İkisi de ‘darbe’ korkusu üzerinden güç tazeliyor.
Danıştay saldırısından sonra Alp
aslan Aslan’ın ‘Yakında darbe olacak, o zaman serbest olacağım’ sözü, öğrendiğimize göre
Ergenekon soruşturması sırasında kimi sanıkların savcıların yüzüne ‘Yahu ne işlerle uğraşıyorsunuz, zaten yakında darbe olacak, buna pişman olacaksınız’ şeklinde bağırmaları, Ergenekon’un yürüttüğü psikolojik harekatın bir parçası olarak görülebilir.
Koman’ın darbe uyarısı
Önceki gece
Gazeteci Ömer
Şahin’in
Kanal A’da sunduğu ‘Görüş Farkı’ programında birlikte katıldığımız
Hasan Celal Güzel’in 12 yıldır hafızasında sır olarak sakladığı anektod da bu yöntem benzerliğini çok çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.
1996 yılı
Eylül ayında
tebrik için dönemin
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman’a giden Güzel, şunları anlattı: ‘Kısa süreli tebrik ziyaretiydi. Bir iki saat sürdü. Bana ima yollu darbe olacağını söyledi.’
Program arasında Güzel’e sordum: ‘İma yollu nasıl söyledi, ne dedi?’ Güzel güldü: ‘Açık açık söyledi.
Hükümet böyle devam ederse darbe olabileceğini söyledi.’
Oysa, 1996
Eylül ayı, Refahyol hükümetinin henüz ilk aylarıydı. Sürece adını veren 28 Şubat 1997 tarihindeki Milli
Güvenlik Kurulu toplantısı henüz yapılmamış, 3
Kasım 1996’daki
Susurluk kazası meydana gelmemiş, cemaat liderleri
Başbakanlıkta toplanmamış, RP’li bir milletvekiline atfen yayınlanan ‘Kanlı mı canlı mı?’ sözü söylenmemiş, 31 Ocak 1997’deki
Kudüs gecesi olmamış, 4 Şubat 1997’deki
Sincan tankları yola çıkmamıştı.
Demek ki; Sorun,
iktidarın icraatları değil bizatihi kendisiydi.
Güzel’in
Demirel’e
şapka esprisi
Sonrasına gelince...
Güzel: ‘Doğru dönemin
Devlet Bakanı Abdullah’a Gül’e gittim. Darbe senaryosunu anlattım. Sanıyorum o da gidip Başbakan
Erbakan’a anlatmış. Ayrıca Cumhurbaşkanı Demirel’e gidip gelişmeden haberdar ettim.’
Güzel’in anlattığına göre, Demirel, bu iddiayı pek ciddiye almamış ya da öyle gözükmüş. Program arasında Güzel’le sohbet ederken öğrendim, görüşmeden ayrılırken Demirel’e şu espriyi yapmış: ‘Şimdiye kadar şapkayı alıp giderken hep başbakandınız. Bu sefer Cumhurbaşkanı olarak şapkayı alıp gideceksiniz herhalde...’
Sonra?
28 Şubat mağdurlarından Güzel’in bu konudaki yorumu şöyle oldu: ‘Demirel, Cumhurbaşkanı olarak şapkayı alıp gitmedi ama kafasına asker şapkasını geçirdi.’
Tüm bu örnekler,
Türkiye’nin nasıl bir psikolojik harekatla karşı karşıya kaldığını, zaman değişse, isimler değişse de kafaların ve yöntemlerin değişmediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Aslında,
Genelkurmay eski Başkanı
Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ‘28 Şubat bin yıl sürer’ lafı bile çok şeyi anlatıyor.
Sorunun hükümet icraatlarından değil egemenliği halka devretmek istemeyen askeri ve
sivil bürokratik kesimin iktidar savaşından kaynaklandığını artık herkesin görmesi gerekiyor.
Şükür ki, Türkiye artık uyanıyor.
ŞAMİL TAYYAR- STAR