Ergenekon Davasını bekleyen tehlikeler
"Bu bir kirli savaştır" "Ak Parti'nin
kapatma davasına karşı rövanşıdır" tarzı
hedef şaşırtma denemeleri; "
Cumhuriyet muhaliflerini temizlemeye çalışıyorlar" "Korku imparatorluğu yaratmaya çalışıyorlar" "gibi saçma ve mesnetsiz suçlamalar..."Tansiyon hastası iki
yaşlı emekli orgeneral, birkaç gazeteci, birkaç
işadamı ile
darbe mi olurmuş" türü küçümseme taktikleri... Baykal'ın son incisi ise inanılmaz! "
Hani nerede tankları topları" demiş. Sanki tanklar toplar ortalığa çıkmış olsaydı bizim bütün bunları
tartışma imkanımız olacakmış gibi... Bunların hepsi de birbirinde zavallı darbe aklama denemeleri...
Ben bu çabaların hiçbirinin kamuoyunun sağduyu süzgecinden geçebileceğini ve etkili olabileceğini sanmıyorum. Geniş yığınlar ne olup bittiğinin çok iyi farkında ve parçalar bir araya geldikçe gözlerinin önünde oluşan resim her geçen gün daha da netleşiyor. Dolayısıyla, darbecilerin ve kaderini darbeye bağlamış kesimlerin yürüttükleri propagandanın bu davaya zarar verme şansı pek yok.
Ama bu durum, Ergenekon Davasını bekleyen başka tehlikeler olmadığı anlamını taşımıyor. Bu tehlikelerden birini
Orhan Miroğlu çarşamba günü Taraf'ta yayınlanan "Ya Fırat'ın ötesindeki Ergenekon" başlıklı yazısında dile getiriyordu.
"Ergenekoncuları
Kürt Savaşı'nın büyüttüğünü" "Kürt sorununun asker
sivil bürokrasi için nasıl bir egemenlik alanı yarattığını ve bu egemenliğin sürmesi için başvurulan yöntemlerin, kurulan karanlık ilişkilerin zaman içinde nasıl da sürekli suç üreten bir
bataklık yarattığını" anlatan Miroğlu, davanın bu bataklığı da deşip deşmeyeceğini soruyor ve şöyle diyordu:
"Geçmişte ifadeleri bile alınamayan şimdinin Ergenekon sanıklarının fiili görev yıllarında işledikleri suçlardan dolayı
mağdur olanların bilgisine ve
tanıklığına da başvurulacak mı?
Osman Gürbüz'ün Yeşil'le olan kader ortaklığı ve bu
ortaklık sonucu gerçekleşen 250 cinayetin dosyaları tozlu raflardan indirilip yeniden sorgulanacak mı?" Davanın sınırlı tutulması, karanlıkların "dibine" kadar gidilmemesi tehlikesi Fırat'ın ötesiyle de sınırlı değil. Biz şimdiye kadar birçok
iktidarın - buna Refahyol da dahil- derin devletle hesaplaşmanın bir noktasında işi pazarlığa döktüklerini ve geçmişle hesaplaşmanın "belli bir noktadan ileri gitmemesi" noktasında "konsensüs" sağlandığına tanık olduk. Bu uzlaşma çoğu kez "devletin yüce çıkarlarının gereği" ya da "değerli kurumlarımızı yıpratmamak" adına yapıldı.
Zaten eski
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu da aylar önce "Ergenekon'un sonu da
Şemdinli gibi olur" derken böyle bir uzlaşma umudunu dile getiriyordu. En son olarak belirtmeliyim ki, Ak Parti'nin bugünkü "dik duruşunu" ne ölçüde koruyabileceğine ilişkin endişeleri besleyen bir başka olay da Meclis'te yaşandı.
ÖDP Başkanı
Ufuk Uras'ın Darbe Günlükleri'nin Meclis'te bir
komisyon kurularak araştırılması amacıyla hazırladığı önergenin
TBMM Başkanlığı'na sunulabilmesi için iç tüzük gereği 20 milletvekili tarafından imzalanması gerekiyordu. Ak Parti'den tek bir milletvekili, sadece Hüsrev Kutlu, bir de bağımsız
Hakkari Milletvekili Naim Geylani imzalarını attılar. Gerekçeleri konjonktürün uygun olmamasıydı...
Oysa konjonktürden bahsediyorsak eğer, Türkiye'nin
özürlü demokrasisinden kurtulup evrensel düzeyde bir demokrasiye geçişi için tarihi bir konjonktürde bulunduğumuzu ve bu konjonktürün Ak Parti'ye tarihi bir misyon- ve elbette tarihi bir şans- getirdiğini bütün milletvekillerinin görmesi gerekiyor.
Orhan Miroğlu'nun dediği gibi,
"Eğer Şemdinli ve Susurluk'ta olduğu gibi derin bir hayal kırıklığı yaşamayacaksak Ergenekon Davası yüzyılın davası olabilir, Ergenekon iddianamesi Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesini sağlayacak yeni bir dönemin miladı haline gelebilir." Ve bu davanın arkasında eğilmeden, bükülmeden, sonuna kadar duran bir iktidar siyasi tarihimize adını altın harflerle yazdırır.
GÜLAY ÖKTÜRK/BUGÜN