Engin Aydın, 1976
Eruh doğumlu. Yedi yaşına geldiğinde
CHP eski Eruh İlçe Başkanı Kadri Beştaş’ın dört yaşındaki kızı Songül’le nişanlıyorlar. Kadri Bey’le Engin’in
babası
Muhsin Aydın çok yakın
arkadaş. Engin, Eruh İlkokulu’nun en afacan öğrencisi. İlkokulu birincilikle bitirip ortaokula başlıyor. Bu sırada Eruh Jandarma Bölük Komutanlığı’nda
Yüksel adında bir
üsteğmen var. Öğrenciler arasından bir
futbol takımı kuruyor. Engin de Şimşekspor adı verilen bu takımın santrforu. Yüksel Üsteğmen çocuklara kendi cebinden kramponlar, formalar alıyor. Formaların rengi
siyah-beyaz. Çünkü
komutan hasta Beşiktaşlı. Ama Engin, Fenerbahçeli!
Engin’in babası Muhsin Bey,
Milli Eğitim’de memur. İlçedeki birçok çocuktan daha elverişli koşullarda büyüyor Engin. Bu arada Songül de büyüyor. Nişanlı oldukları için ara sıra görüşüp konuşabiliyorlar. Songül, ilk kazağı Engin için örüyor.
Karlar kalkınca
genç ve çocuk Eruhlular ormanda oduna gidiyorlar. 1992’nin
Mayıs sonu Haziran başında karlar çözüldüğünde Engin ormanın yolunu tutanlar arasında. Katırlar, atlar ve eşeklerle 80 kişilik bir grup köyden beş saat uzaktaki ormandalar. En genci 13, en yaşlısı 65 yaşında. Kumanyalarını açtıklarında etrafları 60-70 kişilik bir
PKK’lı grup tarafından sarılıyor. Silahlı grup teslim aldıkları Eruhluları iki saat yürütüyor, bir yaylada durduruyorlar. 80 kişinin tek tek yaşlarını, adlarını, aşiretlerini, eğitim durumlarını kaydediyorlar. Yaşları 13-30 arasında 33 kişiyi seçip diğerlerini bırakıyorlar. Serbest kalamayanlar ağlamaya başlıyor. Engin de, "Yarın maçımız var. Ben gitmezsem takım yenilir..." diye kurtulmaya çabalıyor. Tabii dinlemiyorlar. Küçükler ağlamayı sürdürünce birini seçip bir meydan dayağı çekiyorlar. Sızlanmalar kesiliyor.
Herekol dağında
kamp dedikleri yerde gençler üç ay siyasi ve askeri eğitimden geçiriliyor. Sonra evli olan altı kişiyi serbest bırakıp 27 çocuğu ikişerli gruplar halinde Botan bölgesi adını verdikleri arazideki PKK timlerine dağıtıyorlar. Engin sürekli kaçma planları yapıyor. Yedi-sekiz ay sonra Eruhlu ve
Şırnaklılardan oluşan altı kişilik bir grup kaçmaya kalkışıyor ama yakalanıyor. Bir mağaraya kapatıp 20 gün hapsediyorlar.
Engin bir yıl sonra
Beytüşşebap’ta bir fırsatını bulup kaçıyor. Üç gün sonra sığındığı bir kayanın ardında yakalanıyor. "Bir daha kaçarsan ananı, babanı,
İstanbul’daki dört ağa
beyini de öldürürüz" deniyor. "Birkaç yakın sırdaşıma durumu anlattığımda onlardan biri, farkında değil misin seni yetenekli buldukları için komuta kademesine hazırlamak niyetindeler, deyince inanamadım. Gerçekten de beni Habat kod adlı komutanın yanına verdiler. Bir yıl sonra da Murat
Karayılan’ın yanına geçtim. Karayılan, o sırada
Avrupa’dan yeni gelmiş."
19 yaşına geldiğinde Karayılan, "Seni akademiye gönderiyorum" diyor.
Kuzey Irak, Sinad’da bir PKK kampına yollanıyor. Sonra emrine 25
militan verilerek
Cudi’ye gönderiliyor. Ama Cudi’de rüyalarında hep ailesini ve Songül’ü görüyor. "Sanki evdeymişim gibiydim geceleri. Sokaklarda koşturuyor, annemin yemeklerinden yiyor, dere kenarında Songül’le buluşuyordum. Bir sabah yeniden kaçma planları yaparken yakaladım kendimi..."
BEYAZ BAYRAKLA TESLİM
Bu sırada Türk ordusu, Çekiç Harekatı’nı başlatıyor.
Cudi Dağı binlerce asker tarafından kuşatılıyor. Gizlendikleri mağarada kalmaya karar veriyorlar. Fakat bir sabah iki kişi ihtiyaçlarını gidermek için mağaradan çıktıklarında fark edilip öldürülüyor. Üstlerindeki kayalar top mermilerinin gürültüleriyle sarsılıp yarılmaya başlıyor. Mağaradakilerin yedisi yaralanıyor.
Engin, kalanları toplayıp teslim olma kararı aldığını açıklıyor. "Önce ben kesin kararlı altı arkadaşımla dar bir toplantı yaptım. Hepimiz evimize dönmek istiyorduk. Tüm gruba açıkladık bu kararımızı. İçlerinden ikisi
itiraz etti. Silahlarını zorla alıp ellerini bağladık. Sonra da birimiz sığınaktan beyaz
bayrak sallayıp teslim olduk.
Askerler, mağarada üç-beş kişi olduğumuzu sanıyorlarmış. 24 kişi peş peşe çıkınca şaşırdılar. Bizi helikopterlerle Cudi’nin yamacındaki askeri birliğe götürdüler. Yaralıları
tedavi ettiler.
Sabah Tümen Komutanı Ömer Paşa geldi. Yanında Şırnak Belediye Başkanı Beşir Tatar, Tatar Aşireti Lideri Süleyman Tatar da vardı. Paşa, ’Yargılanacak ve cezanız varsa çekeceksiniz. Suçsuz olanlara
adalet gereken merhameti gösterecek’ dedi. Beşir Tatar, herkesin adını sordu. Ben babamın adını söyleyince ’Sen benim dayımın oğlusun. Demek ki yaşıyorsun’ dedi."
Sonra 22 günlük bir sorgudan geçiriliyorlar. Bu sırada annesi, babası ve kardeşleri geliyor. Soyadı tutmadığı için ziyarete gelemeyen Songül hırkalar, çoraplar gönderiyor sevdiği genç adama.
Botan Çayı kıyısındaki rakı masasında o müthiş karşılaşma
Bundan iki yıl önceydi. Bir
akşam, büyük bir holdingin yöneticilerinden bir arkadaşımla buluşmuş sohbet ediyorduk. Metin,
Güneydoğu gazilerinden biriydi. Yedek
subay komando olduğu dönemde,
Hakkari dağlarındaki bir
karakol PKK’lılar tarafından kuşatılmış, arkadaşım askerlerinden dördünü kaybederek yaralı olarak kurtulmuştu.
Başından geçenleri anlatmayı seven bir adam değildi. Hoşsohbetti ama mevzu askerliğe gelince suskunluğa gömülürdü. Zaten benim gibi birkaç yakın arkadaşı dışında çoğu insan da onun gazi olduğunu bilmezdi.
Uzun zamandır görüşmüyorduk. "
Siirt’teydim en son" diye başladı anlatmaya. "
Üniversiteden bir arkadaşım Siirt’te mali
müşavir. Akşam, Botan Çayı’nın kıyısında bir rakı sofrası kurmuş. Birlikte yedik, içtik, geçmişi yadettik. Sofrada beş altı kişiydik. Genç bir savcı, bir
avukat, bir muhasebeci, iki öğretmen, bir de bizim arkadaşın amcasının oğlu. Bir ara söz askerlikten açıldı yine. ’Bak’ dedi arkadaşım, ’benim emmoğlu da senin gibi gazi.’ Adı Engin’miş. Masada bir kader arkadaşımı bulunca kalktım yerimden, sarıldım. ’Hadi anlatın’ diye direttiler sofradakiler. Ve benim dilim çözüldü, başladım hikayemi anlatmaya..."
Hakkari’deki dağ karakolunda komutan olan subay izne çıktığı için komutayı arkadaşım Metin almış. Bir tepenin başında kurulmuş
savunma ve denetim mevzisiymiş burası. İstanbul’dan Ortaköylü bir
çavuş varmış. Neşeli, gamsız, ölüyü bile güldürecek kadar şakacı bir asker. Metin onu çok severmiş. Bir yaz gecesi nöbetleri biten askerler uykuya dalmış. Karakolun avlusunda Ortaköylü çavuşla Metin sohbet ediyormuş. Ortaköylü birden susup, "komutanım" demiş, "farkında mısınız derin bir sessizlik oldu. Garip bir şeyler oluyor." Metin de sessizliğin sesini dinlerken tedirgin olmuş. "Bence de çavuş" demiş. Henüz cümlesini tamamlamadan karşı tepelerden ve karakolun altındaki yamaçlardan gök gürültüsünü andıran
silah sesleri duyulmaya başlamış.
Nöbetteki bir asker şehit düşmüş önce, sonra diğeri. Biri yaralanmış ilk dakikalarda. Askerler yattıkları yerden kalkıp siperlerdeki yerlerini almışlar. Yamaçlardan yukarı doğru tırmanan PKK timini püskürtmeye öncelik vermiş Metin komutan. Saatlerce sürmüş çatışma. Bir ara merkezle olan
telsiz bağlantıları kopmuş. Sonra bir roket isabet etmiş karakola, ardından bir roket daha. İki asker daha hayatını kaybetmiş bu sırada. 150-160 kişilik bir kuvvetle karşı karşıya olduklarını anlamış Metin. "Böyle kalırsak bizi bitirecekler" diye düşünmüş. Ve kuşatmayı yarmaya karar vermiş. Etrafı
mayınlarla döşeli patikanın serbest olduğunu, oradan aşağı inerlerse kurtulabileceklerini anlamış. "Hazırlanın" demiş askerlere. Bir
astsubay ile Ortaköylü çavuş önde Metin arkada. Tam uçurumun kenarından aşıp
küçük bir düzlüğe varacaklarken Ortaköylü, iki kez üstüste sendeleyip uçuruma doğru yuvarlanmaya başlamış. Metin, sığındığı kayanın ardından fırlayarak tam uçurumun kenarında kolundan yakalamış askerini. Ve yukarı doğru çekmiş. O gayretle çavuşu sırtına alıp ayağa kalkmış. Sol ayağında korkunç bir acı hissetmiş, yaralandığını anlamış...
ANSIZIN SİLAHLAR SUSTU
Metin bunları anlatırken Botan Çayı’nın kenarındaki dinleyicilerine, birden Engin girmiş söze. "Ansızın bütün silahlar sustu değil mi? Sen yürümeye devam ettin. Dağlardan sesler kesildi. Öne geçtin. Asker sırtındaydı. Yürüdün. Ardından askerlerin de seni aşağıdaki büyük mevziye kadar takip etti. Kurtuldunuz..."
Metin sözlerini sürdürmüş: "Evet öyle oldu, sonra mevziye gelince telsizdeki anonstan saldırı helikopterlerinin yola çıktığını..." Derken durmuş. "Bir dakika, ben o geceyi ilk defa anlatıyorum. Sen bunları nereden biliyorsun?" diye sormuş yeni tanıştığı gaziye, kader arkadaşına. Derin bir sessizlik olmuş. Engin yavaş yavaş anlatmaya başlamış nereden ve nasıl bildiğini bu hikayeyi... "Ben o sırada dağların ardından size
ölüm kusan silahların bulunduğu yerde, yani PKK’lıların arasındaydım."
Metin, "Bir dakika" demiş şaşkınlıkla, "Sen nasıl gazi olabilirsin o zaman? Kimsin, necisin anlayamadım?" Rakı masasındaki dost yüzlere bakmış merakla. Araya Siirtli üniversite arkadaşı girmiş ve "Engin o dönemde PKK’lıydı. Daha sonra Türk ordusuna katılarak gazi oldu" demiş, daha karmaşık hale getirmiş hikayeyi.
Derin bir sessizlik daha. Engin kaldığı yerden sürdürmüş sözlerini: "Sen ayağa kalktığında, hani o ay çıktı ya birdenbire. Senin ayağından fışkıran kan, sırtındaki asker, uçurumun kenarında bütün heybetinle duruşun herkesi büyüledi. Hepimiz durduk. Kimsenin parmağı gitmedi tetiğe. Sizin geçişinize
selam duruyormuş gibi mevzilerin ardında kaybolana kadar bekledik. Bizim liderin de nutku tutulmuştu. Ağzını açıp kapadı ama ateş emri veremedi. Ateş emrini verdiği sırada ise helikopter sesi duyuldu. Siz kurtuldunuz, biz kaçtık..."
Tüylerim diken diken dinledim öyküyü. Ve hemen ertesi gün Engin’in peşine düştüm. Metin’den
telefon numarasını alıp Engin’in amcasının oğluna ulaştım. Sonra da Engin’e. İkna olmadı. Sonra tamam der gibi oldu, bu sefer babası Muhsin Bey görüşmemizi engelledi. Haklıydı, yıllar sonra yeniden bulduğu oğlunun başına bir iş gelmesinden korkuyordu. İki yıllık bir çabanın sonucunda Siirt Belediye Başkan Yardımcısı Nurettin Ertemel’in yardımıyla Engin’i ve ailesini ikna edip bu söyleşiyi yaptık. Eruh’a gittik, evlerinde
misafir kaldık ve uzun uzun konuştuk. İşte
Gazi Engin Aydın’ın hikayesi.
SONGÜL’E DAĞLARDAN TOPLAYIP KURUTTUĞUM ÇİÇEKLERİ YOLLADIM
Düşünmeye fırsat vermeyecek şekilde planlanmış bir hayatımız vardı. Dört yıl sonra rüyalarım bile değişti. Bir anamın yüzü kalmıştı aklımda bir de Songül’ün. Bazen bölgeye gidenlerle gizlice kuruttuğum çiçekleri gönderiyordum. Renkli yumuşak taşları yontup
kalp şeklini verdikten sonra bir arkadaşımın cebine koyup Songül’e ulaştırıyordum.
BAŞKASINA YÁR OLMAM, BEKLEYECEĞİM BABA
Engin’in ailesi için de hayat zordu. Özel tim her ay evi basıyor, Engin’den haber soruyordu. Engin’in ağabeyi Selami merkeze götürülüp sorgulanıyor, hırpalanıyordu. Songül’ün evinde de durum farklı değildi. Kayınpeder Kadri Bey zaman zaman sorgudan geçiyor, Songül’ün ifadesi alınıyordu. Bir müddet sonra sorgulamalar azaldı. Bu sırada 16-17 yaşına gelmiş olan Songül’e görücüler geliyordu peş peşe. Bir gün babası Kadri Beştaş, "Kızım, Aydın ailesine bir sözümüz var ama istersen seni görmeye gelenlerden biriyle evlenebilirsin" dedi. Songül "Ben Engin’i ölene kadar bekleyeceğim. Ondan başka kimseye yár olmayacağım baba" diyerek sınırlarını çizdi. Ve nelerden sonra, teslim olup, askere alınıp on günlük yol izni verilince yani tam 8.5 yılın ardından Engin evine ayak bastığında birbirlerini görebildiler. Engin 10 günlük izin boyunca her sabah "Acaba dağda mıyım,
hapiste miyim,
Kuzey Irak’ta mıyım, memlekette miyim" diye uyanıyordu. Gerçek kavuşmaları ise terhisinden sonra olacaktı...
Askerde mayın timindeydi
Antep,
Diyarbakır ve Siirt hapishanelerinde yatıyor Engin Aydın. Üç buçuk yıl sonra
tahliye ediliyor ama mahkemesi bitmiyor. Tahliye edildiği zaman evine gidemeden askere alınıyor. Acemi eğitimi
Ankara Etimesgut Tank Birliği’nde tamamlıyor, Diyarbakır Birinci İç
Güvenlik Tugayı’na sevk ediliyor. Daha önce Diyarbakır cezaevi komutanı olan
Tuğgeneral İlhan Talu ile karşılaşıyor burada. Komutan, onu hapishaneden tanıyor. Yanına çağırıp, "Sana çok özel bir görev vereceğim. Mayın timimiz var, onlara katılacaksın" diyor.
Sık sık araziye çıkıp mayın
temizleme işi yapıyorlar. Önceki yıllarda teröristlerin döşediği mayınları söküp çıkarıyorlar. Bir gün
Lice kırsalında devriye gezerken, Engin, daha önce PKK’nın mayın döşediği bir arazinin içine düştüklerini fark ediyor. Komutanı uyararak bölgenin mayınlı olduğunu söylüyor.
Yüzbaşı, "Elimdeki haritalarda buranın temiz olduğu gözüküyor" diye itiraz ederek yürümeyi sürdürüyor. Tam tehlikeli bir mayına basacakken Engin üstüne atlayıp komutanı diğer yana savuruyor. Sonra da askerleri oradan uzaklaştırıp yarım saatlik uğraştan sonra mayını yerinden söküp gösteriyor. Ertesi gün komutanın eşi ve küçük kızı, ellerinde papatyalarla tugaya gelip Engin’i ziyaret ediyorlar.
Ödül olarak verilen bir aylık iznini alıp memleketine gidiyor. Bu izin sırasında Songül ile Engin evleniyor. Bir ay bir dakika gibi akıp gidiyor. Ve görev yerine dönüyor asker.
O kış Diyarbakır’a çok yağmur yağıyor. Seller oluşuyor tugayın çevresinde. Dikenli tellerin arasındaki arazilere döşenmiş olan mayınları yerlerinden söküyor fırtınalar ve arazinin dışına sürüklüyor. Yağışlar durunca, Engin soluğu bağlı olduğu albayın yanında alıyor ve "Komutanım, mayınlar serseri hale geldi. Civarda okullar var. Çok tehlikeli. Hemen temizlememiz lazım" diyor.
İşe koyuluyorlar.
Plastik kapları yanarak bir topa dönüşmüş, sellerin etkisiyle de birbirine bitişmiş birkaç mayının bulunduğu arazide sentim santim ilerliyor Engin. Ve sonunda mayınlardan biri patlıyor. O mayının yanındaki serserileşmiş diğerleri de peşpeşe patlayınca bir dizi bombanın ortasında kalan genç asker ağır yaralanıyor. Yüzü, kolları, bacakları tutuşuyor, gözleri kör oluyor.
İlk tedavisi Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde yapılıyor. Gözlerinden beş
ameliyat geçiriyor. Profesör
paşalar giriyor operasyonlara. Ve sonunda bir gözü onda bir, diğeri de onda yedi görecek şekilde kurtarılıyor. Vücudundaki yaralar da iyileşiyor. İki sene süren bir dizi tedavi sonucunda izler kayboluyor. Ve Engin Aydın baba ocağına dönüyor. Gazilik beratını alarak maaşa bağlanıyor. Eruh’a döndüğünde Siirt Valiliği’nden bir yetkili evinde ziyaret ediyor ve "İstersen seni tapu-kadastroda memur olarak işe alabiliriz" diyor. O da, "
Hayır, benim yerime, benim yüzümden yıllarca çile çeken ağabeyim Selami’yi alın işe" diyor. Öyle yapıyorlar. Artık elemlerin bittiğine inandığı bir anda mahkemeden, yıllardır süren PKK davasından bir tebligat geliyor: "Toplam 4.5 yıllık bir
hapis cezası almış bulunuyorsunuz. Bunun bir kısmını yattığınızdan geriye kalan 14 ayı tamamlamak üzere Siirt
Cezaevi Müdürlüğü’ne üç gün içinde teslim olmanız gerekiyor..."
Teslim oluyor. 14 ay daha hapiste kalıyor. Ve cezasını tamamlayıp evine dönüyor. Bu yıllar içinde şimdi altı yaşında olan Zelal ve 3 yaşını tamamlayan oğlu Bişar dünyaya geliyor. Şimdi çok sevdiği eşi Songül Hanım’la, çocukları ve babasıyla bizim gibi yaşayıp gidiyor çok sevdiği memleketinde, Eruh’ta...
Anne Teybet Hanım aileyi bir arada tutmaya çalışıyordu. Muhsin Bey anlatıyor: "Bir kere 20 kişilik bir özel tim ekibi evimizi bastı. Evin altını üstüne getirdiler. Teybet girdikleri odada görevlilerin işi bitince dağılan eşyaları bir şey olmamış gibi sabırla düzeltti. Tam
ekip dışarı çıkacaktı ki, ’Durun çocuklar, çay ve peynirli çörek yaptım. İçmeden, yemeden gidemezsiniz’ dedi. Şaşırdılar. Teybet Hanım sözlerine devam etti: ’Bu kapıdan adımını atan her
yabancı misafirdir. Hadi oturun.’ Oturdular. Çaylarını içtiler. Kalkıp giderken tek tek bizim hanımın elini öptüler. Böyle bir kadındı işte bunların anaları..." Ve oğlunu yıllarca hasretle bekleyen o anne, askerde mayın patlamasıyla yaralandığını duyar duymaz, öldüğünü sanıp
beyin kanaması geçiriyor. 20 gün sonra da oğlundan uzakta bu çileli hayata nokta koyuyor. Halbuki Engin, iyileşecek...
Ersin KALKAN - HÜRRİYET