Eşini döven Cumhurbaşkanı!

“Hanımefendinin çığlıklarını sen hâlâ duymadın mı?” diye sorunca arkadaşım, birden duraksadım ve sinemanın sıkça kullandığı flash back (geriye dönerek yapılan hatırlatmalar) ile flash forward (ileriye giderek bazı olayları tahlil etme) tekniğine başvurmak zorunda kaldım.

Eşini döven Cumhurbaşkanı!

Emekli bir cumhurbaşkanı ve öğretmenlikten emekliye ayrılmış bir hanımefendi nasıl bir hayat sürer ki, diye düşünmeye başladım. Hanımefendi mütevazi kişiliği ile tanınıyor. Saçlarını boyatmıyor. Takı kullanmıyor. Her zaman sadeliği tercih ediyor. Marka tutkusu yok. Lüksten hoşlanmıyor. Öğretmenlik günlerinde aile bütçesine katkıda bulunmak için özel dersler verdi. Tutumlu bir insan olarak tanınıyor. Çok konuşmayı sevmiyor. İçki ve sigara kullanmıyor. Çocuklarına çok düşkün. Beyefendi ise, muvazzaf iken bile ne insan içine çıkıyordu ne millet yüzünü görüyordu.. İstisnalar dışında ne yurt dışı seyehatine gittiğine, dost ve müttefik ülkelerin devlet başkanlarıyla dahi iki satır sohbetine ne de samimi bir fotoğraf karesine tanıklık edebildik. Bilmiyorum; Bir çocuğu kucağına alıp sevdiğini, bir yetimin yanağını okşadığını, bir garibanın sırtını sıvazladığını, bir kimsesizi kucaklayıp sıcaklığını hissetirdiğini, bir vatandaşın derdine derman olduğunu gören var mı? Bakmayın siz “kırmızı ışıkta bekler, alış-verişini kendisi yapar” masalına. Emekliye ayrılırken Köşk'e ait 2 makam aracı ile korumalar hariç tam 16 personeli yanında götürmüştü. O zaman Beyefendi Köşk'te bulunan en yeni araçları beraberinde götürdüğü için göreve başlayan Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanlığı'ndaki aracını kullanmak zorunda kalmıştı. Elbette eski Cumhurbaşkanlarının yasal olarak beraberinde personel ve makam aracı götürme hakkı var. Netekim Nü resimcisi Evren 5, Demirel bile 6 personeli yanında götürmüştü. Köşk’ün en yeni araçlarını götürüyor ancak görev yaptığı dönemde ülkenin vitrini konumundaki “makama” bir çivi bile çakmıyor. Dahası göreve yeni başlayan Cumhurbaşkanı başka bir ülkenin devlet başkanıyla telefon görüşmesi yaptığı esnada tam üç kez teknik aksaklıklardan dolayı görüşme kesintiye uğruyor. Yazık değil mi? ***** Flash back yapıyorum tekrar “yaşıyor mu?” Diyerek .. Yaşıyormuş.. Ancak bitkisel hayatta. Gölbaşında toplumdan yalıtılmış devasa malikanesine kapanmış.. Evden dışarı çıkmıyor. Sıkıldıkça Hanımefendi'ye karşı şiddet kullanıyor.. Beyefendi muvazzafken de Hanımefendi'nin kolu kırılmıştı. Ancak o zaman yen içinde kalmıştı. Kırılan kola ilk müdahele Köşk'te yapıldıktan sonra, Hanımefendi gece yarısı Köşk'ün eskortları eşliğinde Hacettepe Hastanesi'ne kaldırılmıştı. Ne hazindir ki şimdi çığlıklar malikanenin dışına taştı. Evet şimdi Hanımefendi'nin çığlıklarını daha iyi anlayabiliyorum.. Devletin en üst makamını işgal ettiğinde “kamusal alan, kamusal alan” diye diye ömür törpülemişti. Sanki o alan kamunun alanı değil. Kamu kimlerden oluşuyor? Bu milletin bizatihi kendisi değil mi kamu? Şimdi Beyefendi'nin konuştuğu iddia ediliyor. Gerçekten konuştu mu? Konuşturuldu mu? Belli değil.. Gerçi konuşsa ne olur, konuşmasa ne olur! Onun bir önceki versiyonu hergün çıkıp bilmem kaç kere konuşuyor. Benim aklım hâlâ bitkisel hayat ve çığlıklarda.. Ağır vakıa! Ne denir ki bu duruma? Ne yapılır ki? Bilmem ama; Allah kurtarsın demekten gayrı yapılacak bir şey yok galiba! YENER DÖNMEZ-VAKİT
<< Önceki Haber Eşini döven Cumhurbaşkanı! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER