1990 yılının
soğuk bir
ocak günü. 4 Türk eğitimci, Sarp
Sınır Kapısı'ndan
Gürcistan topraklarına girer. Hedefleri, 70 yıldır komünizmin kendilerinden kopardığı kardeşlerine kavuşmak ve bu yeni dönemde onların yanında olmaktır. Sınır kapısına sadece 15 kilometre uzaklıktaki Batum'a gelen dört idealist isim, bir süre burada kaldıktan sonra, başkent Tiflis'e geçer. Önce bir otele yerleşen eğitimciler, daha sonra şehri turlayıp aşina bir çehre, dertlerini anlatabilecekleri birilerini aramaya başlar. Kaderin cilvesine bakın ki bindikleri taksinin şoförü, Türkiye'den göç etmiş
Kürt asıllı bir Gürcistan vatandaşı çıkmıştır. Yıllar sonra karşılarında Türkiye'den gelen insanları gören
taksici de heyecanlanmıştır aslında. Türklerin burada ne aradığını fazla anlayamamıştır ama yine de
misafirleri götürebileceği, onlarla aynı dili konuşabilecek bir yer vardır aklında. Kırık dökük Türkçesiyle, daha çok Azerilerin yaşadığı, Tiflis'e 20 kilometre uzaklıktaki Karacalar köyüne gitmeyi
teklif eder.
Fazla alternatifi olmayan eğitimci grubu bu teklifi hemen kabul eder. Kısa bir yolculuktan sonra Karacalar köyüne gelmişlerdir gelmesine ancak ellerinde ne kapısını çalabilecekleri bir adres, ne de tanıdıkları isim vardır. Köy meydanında etrafı kolaçan ederken, İsmail adlı bir Azeri genci çıkar karşılarına. İsmail köye gelen yabancıları görmüş ve koşarak annesine haber vermiştir. Gelenlerin Türk olduğu kısa sürede köye yayılınca, annesi İsmail'i tekrar köy meydanına göndermiş ve misafirleri eve getirmesini istemiştir.
Bu sırada İntizar Hanım'ın evinde misafirleri karşılama telaşı başlamıştır. Bir yanda ikram telaşı, diğer yanda yılların birikimi müthiş bir heyecan dalgası sarmıştır evi. İsmail, misafirleri eve getirir ancak gelenlerin vakti çok azdır. Çünkü o dönemde otellere son giriş saati vardır ve onlar bu saati kaçırıp dışarıda kalmamak için hemen Tiflis'teki otellerine dönmek istemektedir. İntizar Hanım misafirlerine sadece su ikram edebilir. Bu esnada onları gözlemlemeyi de
ihmal etmez. Suyu oturarak içtiklerini görünce, gelenlerin dini bütün insanlar olduklarına kanaat getirir. O günkü duygularını kendine özgü üslubuyla aktarıyor: “Benim kayınvalidem yahşi hocaydı. Suyu oturarak içeceksin derdi, oradan biliyorum.” Evde yarım saat kalan misafirler İntizar Hanım'a teşekkür edip ertesi gün tekrar gelmek üzere sözleşerek Karacalar köyünden ayrılır.
Bundan 19 yıl önce Gürcistan'ın bir köyünde yaşanan bu hadise, bugün Orta Asya'dan başlayarak dünyaya yayılan
Türk okulları gerçeğinin ilk adımını oluşturuyor aslında. Karacalar köyü ve İntizar Hanım'ın evi, bir eğitim destanının temellerinin atıldığı ilk mekân olma özelliği taşıyor. İntizar Hanım, hâlen bu köyde ve aynı evde yaşamını sürdürüyor. Türkiye'den gelen misafirleri ağırlamak, hayatının en önemli aktivitesi. Bu belki de 70 yıl süren bir intizarın (bekleyiş) en önemli meyvesi. Bu bekleyişin bitişiyle başladığı ve 19 yıldır sürdürdüğü ev sahipliği ise çok derin ve ilginç hatıraları içinde barındırıyor. Buna rağmen ilk misafirlerin hatıraları hepsinden değerli. İlk gelenlerin hatıralarına ara verip bu çilekeş Azeri kadının hayat öyküsünden bahsedelim biraz.
3 ÇOCUĞUMU TEK BAŞIMA BÜYÜTTÜM
Evinde ağırladığı Türk eğitimcilerin tabiriyle ‘İntizar
Anne'nin hayat öyküsü, bir dönemin dramlarını ve acılarını fazlasıyla yansıtıyor. Ticaretle uğraşan eşi, bir
Rusya seyahatinde aracını soymak isteyen hırsızlar tarafından vurularak öldürülür. İntizar Anne,
genç yaşta, hayat mücadelesinde yalnız kalmıştır. Tekrar evlenmeyi düşünmez ve üç çocuğunu tek başına yetiştirmeye karar verir. Eşinin ani
vefatı bir yana, Sovyet döneminde bir
Müslüman olarak yaşamanın kendine özgü zorluklarını da bütün ağırlığıyla hissetmektedir. O zorluklardan bahsederken gözleri dalıp gidiyor ve başlıyor anlatmaya: “Ne hocamız, ne de bir camimiz vardı ama dinimizi sakladık, bırakmadık. Ramazanımız, bayramımız belki bir gün ileri, belki bir gün geri olurdu, tam vakti bilemezdik ama hiç bırakmadık. Sovyetlerin vaktinde ninelerimiz, dedelerimiz Kur'an bilirdi ama gizli okurlardı. Bizim neslimiz Kur'an,
kıble nedir bilmeden yetişti. Sonunda
kurban olduğum
Allah Türkiye'nin yolunu açtı bize.”
İntizar Anne eşi vefat ettiğinde, çocukları 13, 11 ve 9 yaşındadır. Onları hem büyütmek hem de okutmak için tek başına mücadele eder. Elbette bu mücadele kolay olmaz. O sebepten “Ben hep açlıkla, yoksullukla hayatımı sürdürdüm.” diyor. Çocuklarını yetiştirmek için yapabileceği tek şey, eşinden kalan tarlaları
ekip biçmek ve elde ettiği ürünleri satmaktır. Her gece saat 4'te kalkıp kapıyı çocuklarının üstüne kilitleyerek tarlaya gider ve onlar uyanmadan geri
döner. O dönem ortam güvenli olmadığından, gece yatarken kapının önüne erkek ayakkabısı bıraktığını anlatıyor. Kendisini ve çocuklarını biraz daha güvende hissedebilmek için… İntizar Anne çiftçilik yaparken, çocuklarını da okutur.
Geçim mücadelesi tarlayı ekip biçmekle bitmemektedir elbette.
Hasat zamanı ürünleri toplayıp pazarda satmak da ona düşmektedir. “Her eziyeti gördüm ama çok
şükür çocuklarım ahlaksız olmadı, hırsız olmadı. Üçü de liseyi bitirdi. Sonra bahçede bana
yardım ettiler. Büyük oğlum Rusya'da eğitimine devam etti.”
Yaşadığı bütün zorluklara ve yokluklara göğüs germeyi başaran İntizar Anne, üç çocuğunun da mürüvvetini görür. Onları yetiştirmiş, okutmuş ve evlendirmiştir. İşte tam da, ‘artık hiçbir derdim kalmadı, tek derdim hacca gitmektir' dediği bir dönemde kader onun karşısına, eğitim için yollara düşen Türk öğretmenleri çıkarır.
EZANI DUYAN KADINLAR BAYILDI
1990 yılının kış ayı da sert geçmektedir Karacalar köyünde ama artık ortamı fazlasıyla ısıtan misafirleri vardır köy sakinlerinin. İlk günün heyecanıyla sabahı zor eden İntizar Anne, otele dönen öğretmenlerin tekrar gelmesi için oğlu İsmail'i gönderir. Onları daha yakından tanımak için öylesine sabırsızlanmaktadır ki gelmelerini bekleyemez ve oğlundan onları hemen getirmesini ister. Öğleye doğru misafirler gelir. Evde biraz hasbihâlden sonra serde
öğretmenlik olduğundan misafirler önce köyün okuluna gitmek ister. Hep birlikte okula giderler.
Öğretmenler okuldaki çocuklara
sakız ve
şeker dağıtır. Sonra Karacalar köyünün tek manevi mekânı,
Hacı Mahmut Efendi türbesi ziyaret edilir. Köyün harap hâlde ve 70 yıldır kullanılmayan camisini de bu öğretmenler açar. Bu ziyaretlerden sonra İntizar Anne misafirlerini tekrar evine getirir ancak bu kez onları bir
sürpriz beklemektedir! Türkiye'den misafir geldiğini duyan köy
halkı evde toplanmıştır. 70 yıllık hasreti gidermek kolay değildir elbette. İntizar Anne'nin evi o gün mahşer yeri gibidir. Bu sırada misafirlerden biri ezan okumak için evin çatısına çıkar. Karacalar köyü sakinleri hayatlarında ilk kez ezan dinlemektedir. İntizar Anne, o tabloyu aktarırken, 19 yıl önceki heyecanı aynen yaşıyor: “
Ezanı duyan halk ağlamaya başladı. Herkes ağlıyordu. Orada bulunanlar daha önce hiç ezan duymamıştı. Hatta çok iyi hatırlıyorum, 3 kadın ezanı duyunca heyecandan bayıldı.”
Türkiye'den gelen misafirler birkaç gün kaldıktan sonra köyden ayrılır. İlk gelen dört kişiden sonra ikinci seferde toplam 36 Türk öğretmen tekrar Karacalar köyüne ve İntizar Anne'nin evine gelir. Bir
otobüs dolusu insanı evinde ağırlayan İntizar Anne, yere
yatak atar ve mütevazı evinde herkese yatacak bir yer bulur. Yeni gelen grubun hedefi, buradan Orta Asya'ya geçmek ve orada eğitim kurumları açmak için ön çalışma yapmaktır. 36 kişinin 18'i köyde kalırken, diğer 18 kişi oradan çıkıp farklı ülkelere dağılır. Geride kalan 18 kişi tam 15 gün boyunca İntizar Anne'nin evinde kalır. Bu on beş gün hem köy halkı hem de İntizar Anne'nin evi açısından son derece hareketli bir dönem olur. O ve gelinleri Türk yemekleri yapmayı öğrenir. Tarhana çorbasını ilk kez misafirlerden öğrenirler. Elbette bu 15 günlük sürede İntizar Anne ve çocukları tarlaya gidemez. İşlerle hiç ilgilenememelerine rağmen, ürünlerine ciddi bir bereket geldiğini söylüyor. “Tarlalarımız daha da bereketlendi, gelirimiz arttı. Biz gelen misafirlerin gönlünü hoş ettik, Allah da bize verdikçe verdi, verdikçe verdi…” diye yorumluyor yaşadıklarını.
İntizar Anne, bu 15 günde yaşadığı ilginç bir anıyı da paylaşıyor: “Misafirlerin dışarıda olduğu bir gün gelinimle hepsinin valizlerini boşalttık. Bütün kirlenen giysilerini yıkadık, ütüledik ve evin içine serdik. Geldiklerinde manzarayı görünce, ‘Ana sen ne yaptın' dediler. Ben de, ‘herkes kendi eşyasını bulsun ayırsın' dedim. Gelen insanlar o kadar vermeye alışmışlar ki, yaptığımız
küçük bir iyilik bile onları mahcup etmeye yetiyordu.”
İntizar Anne'nin Türk misafirlerine ilgisi elbette sadece gelenleri ağırlamakla kalmayacaktır. O, yıllardır özlemini çektiği Türkiye'ye kavuşma fırsatını yakalamıştır artık. Nitekim bunun için fazla beklemesi de gerekmez. 1990 yılının baharında, evinde ağırladığı Türk öğretmenlerle birlikte Türkiye'ye gider. Sarp Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girişte yaşadığı heyecanı unutamıyor. İlk
durak Sakarya'dır. Oradan başlayarak farklı illere gider ve kendine misafir olan herkese o da misafir olur. İstanbul'a geldiğinde ise Sovyet döneminde hiç göremediği camileri, türbeleri ve bütün kutsal mekânları ziyaret eder. Dönüşünde ise Türkiye'den bir
torba toprak getirmeyi ihmal etmez. İntizar Anne şimdi bu toprağı özenle korumaya devam ediyor.
Aradan geçen 19 yıla rağmen İntizar Anne'nin misafir ağırlama misyonu devam ediyor ama bir farkla. İşin içinde artık çocukları kadar, torunları ve diğer akrabaları da var. Gecenin bir vakti veya gündüz uğramanız önemli değil. O her daim gelenlerle ilgilenmeye hazır, hatta en büyük zevki de bu. Türkiye'den Gürcistan'a gelen herkes, mutlaka uğrayıp onun duasını almayı ihmal etmiyor. Misafirler dışında kendine görev bildiği ikinci işiyse, köyündeki yaşlıları toplayarak onlara dinî sohbetler yapmak. Yıllardır dinleri, diyanetleri adına hiçbir bilgi alma şansı bulamayan yaşıtlarına, elinden geldiği kadar Kur'an ve ilmihal öğretmeye gayret ediyor. Sizin de yolunuz bir gün Tiflis'e düşerse, Karacalar köyüne uğrayıp İntizar Anne'nin duasını almayı ihmal etmeyin!
ZAFER ÖZCAN-AKSİYON