Tarih 14 Temmuz 2004. Çanakkale-
Gelibolu yolu üzerinde soru işaretleriyle dolu bir “
trafik kazası” meydana geliyor.
TÜBİTAK'ta görevli üç güvenlik uzmanını taşıyan
minibüs, ışıklarını yakmadan giden saman yüklü bir traktöre çarpıyor. Ardından karşı şeritten gelen bir Mercedesle çarpışıyor.
TÜBİTAK'ta güvenlik projelerinde çalışan,
Ulusal Kriptoloji Araştırmaları çerçevesinde geliştirilen bir askeri cihazın Çanakkale'de yapılan denemesinden dönen, Ercan Kuruoğlu ve Mustafa Aktekin olay yerinde,
Yüzbaşı Yücel Kenter ise kaldırıldığı hastanede hayatlarını kaybediyor. Kuruoğlu ve Aktekin ulusal güvenlikle ilgili projelerde görev alan iki uzmandı. Yüzbaşı
Ertekin ise, TÜBİTAK ile
Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın yürüttüğü bir projede görevliydi.
Türkiye'de her gün karşılaştığımız onlarca “trafik kazası”ndan biri daha meydan gelmişti ve üç önemli isim
kurban verilmişti. Olay öylece kapandı. Susurluk'taki trafik kazasının Türkiye'de yol açtığı
depremi hatırlayanlar için “sıradan” bir trafik kazasının arkasında neler olabileceği az çok tahmin ediliyor olmalı.
Sorulacak çok soru vardı. Ama hepsi
komplo ürünüydü! Buna rağmen, “kaza” kamu vicdanında hep soru işaretleriyle yer edindi. Hâlâ bu sorular cevaplanmadı. Sorular unutulmadı da.
Ardından
ölümler ASELSAN'a sıçradı. Üç önemli isim, soru işaretleriyle dolu “
intiharlar” ve sonu gelmeyen sorular! “Kaza” yerini “intihar”a terk etmişti.
Kamu vicdanı bu intiharları hiçbir zaman kabul etmedi. Aylarca tartışıldı. Ama tartışmalar hep ciddiye alınmayan ortamlarda yapıldı. Burası Türkiye. Faili meçhullerin, sır dolu ölümlerin aydınlanamadığı ülkelerden biri.
7 Ağustos 2006. Ankara'da, Pursaklar-Ayancık yolu üzerinde otomobilinin içinde boğazı ve bileği kesilmiş bir
ceset bulundu.
ODTÜ mezunu ve ASELSAN'da güvenlik projeleri üzerinde çalışan otuz yaşındaki Hüseyin Başbilen'in boğazında yirmi santimetre, bileğinde ise sekiz santimetre kesik vardı. Bir “
veda” mektubu bıraktığı ve intihar ettiği söylendi.
17 Ocak 2007. Yine ODTÜ mezunu ve ASELSAN'da bir süre çalıştıktan sonra Miteks adlı güvenlik firmasında çalışmaya başlayan otuz yaşındaki Ünsem Ünal'ın cesedi Eymür Gölü kenarında bulundu. Kafasına sıkılan tek kurşunla ölmüştü. Bu olay da “intihar” olarak kayıtlara geçti.
26 Ocak 2007. Yani on gün sonra bir başka “intihar” daha kayıtlara geçecekti. O da ODTÜ'lü ve ASELSAN'lı.
Evrim Yançeken, Batıkent'te evinin penceresinden, altıncı kattan atlayarak “intihar” etmişti.
30 Kasım'dakiAtlasjet kazasını ve altı bilim uzmanının hayatını kaybetmesini şimdilik bu kategoriye almıyoruz. “Kaza” ile ilgili ileride ne tür veriler elde edilir, sorular ortaya çıkarılır şimdilik bilemiyoruz.
Ama gerek TÜBİTAK mensubu üç uzmanın tuhaf biçimde “trafik kazası”na kurban gitmeleri, gerekse ASELSAN'da çalışan
genç bilim adamların ardı ardına “intihar” etmeleri son yıllarda Türkiye'de yaşanan en
şüpheli olaylar arasında yerini aldı.
Üzerinde çalıştıkları projeler ve ölüm şekilleri, cevaplandırılmadıkça soru işaretlerini çoğaltmaya devam edecek. Bu kişiler siyasi figürler olsaydı, dosyalar bu kadar kolay kapanmazdı. Sessizce yetiştiler, sessizce çok önemli projelerde görevler aldılar, sessizce hayatlarını kaybettiler. Bu şüphe uyandıran sessizlik, ölümlerinden sonra da devam ediyor.
Hüseyin Başbilen'in “intihar”ına bakalım... Ankara
Adli Tıp Kurumu raporu olayı “intihar” olarak niteledi.
İstanbul Adli Tıp Kurumu'na mensup on kişilik
heyet konuyu yeniden inceledi. On kişiden üçü “intihar” değil “
cinayet” olduğu kanaatinde. Bir kişinin kendini bu şekilde öldürebilmesi, üzerinde kan izinin bulunmaması, cesedin duruş şekli ile boğazdaki kesik arasındaki uyumsuzluk gibi itirazlarda bulundular.
Acaba Başbilen'in boğazı ve bileği öldürüldükten sonra mı kesildi? O gün hiç işe gitmemesine rağmen veda mektubunun iş yerindeki bilgisayarında yazılmış olmasının anlamı ne? Acaba Eymür Gölü kenarında Ünal'ın kafasına kurşun mu sıkıldı? Acaba Yançeken, altıncı kattan birileri tarafından mı atıldı?
Bu üç kişinin, askeri teknoloji alanında çalışması, teknoloji transferi ve kaçakçılığı konusunda acımasız bir savaşın yürütülmesi, askeri teknoloji yüzünden ülkelerin birbirine düşmesi gerçeği ile birlikte sorular yeniden sorulmalı.
Şimdi Başbilen dosyası derinleştiriliyor. Jandarmanın elinde bulunan
telefon ve bilgisayar kayıtları incelemeye alınıyor. Her üç “intihar” ayrı ayrı değil, birlikte soruşturulmalı. Her üç kişinin bağlantıları, çalışma alanları, kimlikleri, uzmanlıkları birlikte değerlendirilmeli ve kapsamlı bir
soruşturma yürütülmeli.
Sıradan intihar ya da her hangi bir cinayet soruşturması şeklinde değil, olayların birbiriyle bağlantıları, askeri teknoloji alanında varolan
rekabet ve uluslararası boyutu irdelenerek sonuca ulaşılması amaçlanmalı. Aynı şekilde TÜBİTAK mensuplarının hayatlarını kaybettikleri “kaza” da bu tür bir soruşturmaya konu olmalı.
Hepsinden önemlisi, bu vakalar için özel bir soruşturma
komisyonu kurulmalı. Bu hazin olayların aydınlığa kavuşması ve özellikle de bundan sonra yaşanabileceklerin önüne geçilmesi için konu sadece hukukçulara/mahkemelere bırakılmamalı, kesinlikle söz konusu soruşturma komisyonu bir an önce oluşturulmalı. Çünkü eğer bu vakalar “kaza” değilse, “intihar” değilse siyasi yönü, ulusal güvenliği dolayısıyla Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren yönü öne çıkacaktır.
Böyle bir komisyon, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ya da
Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulabilir. Aksi takdirde sır dolu ölümler, kaza şeklinde, intihar şeklinde devam etmez. Bir süre sonra suikastlere dönüşür. Geç kalınmış olur. Kamu vicdanını sızlatan her olayın arkasında elbette karanlık senaryolar olmaz. Ama ya varsa?
Bu Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a ve Adalet Bakanı'na açık bir çağrıdır! Hiç değilse kamu vicdanını rahatlatmak için!
İbrahim Karagül / Yeni
Şafak