Engin Ardıç /
Rahvan gitsin
Piyanist
Fazıl Say,
Türkiye’den ayrılmayı düşünüyormuş...
Eh, romancı
Orhan Pamuk ayrıldı bile!
“Akıllı ol akıllı” dediler, o da böyle oldu...
Ne ki, Orhan, Robert Academy eğitimi aldığı için
New York’a yerleşti, Fazıl Ankaralı olduğu için Lausanne’da karar kılmış. Herkes kendi “meşrebine” göre takılıyor.
(
Arslan basınımız Lausanne’ı gene
Lozan şeklinde yazmış ama alıştık. Ağababaları da General Calthorpe’u Galtrop yazarlardı. Fakat vav harfini yanlış okuyup Trikupis’i Trikopis yapmışlardı, o kadarcık olacak.)
Ama Fazıl şu anda değil, “ileride” düşünüyormuş Türkiye’den ayrılmayı; “böyle giderse” diyor.
Böylesi, İslamcılar’ın
seçim kazanmaları,
bakan eşlerinin
türbanlı dolaşmaları, “Türkiye rüyalarının biraz ölmesi”, kendi deyimiyle.
Haa, bir de, “
Çankaya’daki davete bile beni çağırmadılar” demiş. Buna bozulmuş.
Bazı kişiler ne çok seviyorlar, ne çok özlüyorlar yahu Çankaya’ya çağırılmayı...
Rakı sofrası kurulmasını ve sabahlara kadar sohbet edilmesini, tahtaya kaldırılmayı, “
imtihan edilmeyi”, hatta sık sık azarlanmayı mı bekliyorlar kitaplarda okudukları gibi?
Ya parmaklarını yanlışlıkla yoğurt çanağına sokarlarsa ve “
cacık oldu” şeklinde bir yorumla karşılaşırlarsa ne yapacaklar? Meşhur meseldir bu, Çankaya daveti öyle herkese yaramaz...
Güngör Uras da “babamdan kalma istiklal madalyam var ama beni çağırmadılar” diye yakınmıştı da, Hasan Pulur, “artık istiklal madalyasının hiç kıymeti kalmadı” gibilerden ulusalcılık yapmıştı aklı sıra...
Demek ki babadan oğula geçen “madalyalı aristokrasi” üyeliği, çağırılmak için gerekli ve yeterli değildi.
Benim dedem o sıralarda
İstanbul’da emperyalistlere karşı
grev yapıyordu, madalyası yok, vermediler, bana da kalmadı. Vallahi beni de çağırmıyorlar ama ağlamıyorum.
Bildiğimiz kadarıyla
İsviçre Konfederasyonu dönem başkanı Bayan Micheline Calmy-Rey’in de Bern davetlerine piyanist çağırmak gibi bir alışkanlığı yok, Fazıl üzülecek.
Hani Fransa’ya yerleşse, başkan da Mitterand olsaydı neyse de...
Fakat Say’ın yerleşeceği şehir
Zürih de olabilirmiş, çünkü havaalanı daha yakınmış.
“Biz yüzde 30, onlar yüzde 70” diyor, ayrılma nedeni bu olacakmış.
Ben İsviçre’de sıkılırım, ruhsuz ve sevimsiz bir memlekettir. Fazıl Ankaralı olduğu için sıkılmaz.
Fakat Lausanne şehrinin, antlaşmamız orada imzalandığı için, manevi değeri de çok büyüktür tabii!
Antlaşmanın imzalandığı Chateau d’Ouchy’yi, şehir dışında fiyakalı bir
şato falan sanırdım, gittim gördüm de şaştım kaldım: Meğerse gölün kıyısında, kara suratlı, tatsız bir otelmiş! Evet canım, otelin adı şato!
Aman canım, Say konserler nedeniyle sürekli geziyor, ayda yalnızca dört gün evde duruyormuş, bizim gibi oturduğu yerde popo büyütenlerden değil, sıkılmaya
vakit bile bulamaz.
Uluslararası havası ve piyasası olan kaçar, böyle giderse...
Parası olan da kaçar, böyle giderse...
Eh, ipinden kuşağından başka bir şeyi olmayan ama gözüpek gençler de kaçarlar belki, böyle giderse...
Ben ne halt ederim?
Burada kalırım, isterse rahvan gitsin.
Benim için artık son fasıl başladı ey ömrüm, nasıl geçerse geçsin.
Gidip de oralarda “Jöntürkçülük” oynayacak adam değilim. Burada doğdum, burada öleceğim. Ben buralıyım. Ben Türkiyeli Türk’üm. Üstelik de fena halde İstanbullu.
“Bir
Fransız köyünde doğmadığıma bin pişman” olduğumu söyleyenlere saygısızlıklarımla arz ederim...
Emre Aköz /
Fazıl Say'ın çıkışının perde arkası ve hatalar zinciri
....
Almanya'nın saygın gazetelerinden Süddeutsche Zeitung'a şöyle demiş: " Bizim Türkiye rüyalarımız biraz öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30 , onlar ise yüzde 70 . Başka yere taşınmayı düşünüyorum. "
"İslamcılar kazandı" derken herhalde 2002 yılından beri çoğunluk partisi ve hükümet olan AKP'yi kastediyor Fazıl Say.
Bazıları " acaba jetonu yeni mi düştü " diye düşünebilir. Meğer mesele başkaymış: " Çankaya'daki davete bile beni çağırmadılar. Böyle giderse, bir kızım var onu da alır yurtdışına giderim. "
Belli ki Çankaya'ya davet edilmediğini, bunun sebebinin de laikliğe vurgu yapan demeçleri olduğunu sanmış ünlü piyanist.
Birinci yanlış: Buradan da anlıyoruz ki Cumhurbaşkanı Gül'ün toplumun tüm kesimlerine " yakın durma " çabasını izlemiyor. Eğer izleseydi, ya hata yapıldığını ya da davetiyenin eline ulaşmadığını düşünerek olayı mesele etmezdi.
....